Süreçte görevler daha da çoğaldı

Geride bıraktığımız döneminin en önemli siyasal gelişmesi kuşkusuz, İmralı’da Abdullah Öcalan ile devlet kurumları arasında başlayan görüşmeler oldu. Yeni sürecin belli başlı nedenlerini açacak olursak:

a-) ‘Oslo Süreci’nin ardından yaşanan gelişmeler ortaya son derece gerilimli ve çatışmalı bir sonuç çıkardı. AKP iktidarının topyekun saldırı planı, ‘güvenlikçi konsept’ Kürt özgürlük hareketini tasfiyeyi hedefliyordu. Ancak gösterilen direnç bu planı boşa çıkardı. Çatışmalı ve gergin tablo Türk ve Kürt toplumlarında ‘artık yeter’ ruh halinin yaygınlaşmasına yol açtı.

b-) 2014 yılındaki yerel seçimlere ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gergin ve çatışmalı, ölümlerin ve tutuklamaların yaşandığı bir ortamda gidilmesinin yaratacağı sonuçlar AKP iktidarını bir plan değişikliğine zorladı.

c-) AKP’nin Ortadoğu politikaları, özellikle Suriye planı fiyasko oldu. Rojava’da özerk halk yönetimlerinin kurulması da siyasi iktidarın hesaplarını bozdu. Öte yandan Kürdistan Bölge Yönetimi ile geliştirilen petrol ticareti ve ekonomik ilişkiler, Irak merkezi hükümeti ile AKP Hükümeti ve keza Kürt Federe Yönetimi arasında giderek artan gerginlik ve Cumhurbaşkanı Talabani’nin hastalığıyla ortaya çıkan belirsizlik bu süreci hızlandırdı. Kürt sorununun hem bölgesel hem de uluslararası bir boyutta olduğu gerçeği bir kez daha kendini hissettirdi. Öcalan'ı siyasal süreçten dışlama ve etkisizleştirme amaçlı hesap, Kürt tutsakların açlık grevleriyle birlikte sürdürülemez hale geldi.

CHP ve MHP’nin Tutumu
CHP, bir yandan Genel Başkanı'nın “kredi açtık” açıklamasıyla bu sürece destek verdiğini ilan etse de, Birgül Ayman Güler'in “Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir” açıklaması, CHP gövdesinde bir karşılık buldu. MHP ise savaş siyasetinin sürdürülmesi çizgisinde AKP ile ittifak yaparken, çözüme dair her türlü adıma var gücüyle karşı koyuyor. CHP'nin ana gövdesi ve MHP önümüzdeki dönemde müzakere sürecini baltalamak amaçlı ırkçı-şoven sokak gösterilerinin öznesi olabilirler.

Paris'te üç Kürt kadın siyasetçinin katledilmesi, provokatif bir girişim olarak bu süreçte etki yarattı. Tutuklanan Ömer Güney üzerinden Kürt hareketi katliamdan sorumlu ilan edilmek istense de, bu senaryonun çürüklüğü kısa sürede açığa çıktı. Ne var ki, Paris katliamının arkasındaki güçlerin aydınlatılması bakımından bir arpa boyu yol alınmadı.

SURİYE VE ORTADOĞU
Suriye Ulusal Konseyi üzerinden, Müslüman Kardeşlerle ittifak halinde Suriye muhalefetini belirleme politikası Doha Zirvesi'yle çöken AKP iktidarı, Esad rejiminin hızla devrileceğine dair beklenti ve öngörülerinde de çıkmaza girdi. Hatay, Kilis, Antep gibi şehirler bu müdahale siyaseti nedeniyle fiili savaş bölgesine dönüşmüş durumdadır. Özellikle Antakya'da Arap-Alevi halk, ÖSO çetelerinin açık katliam tehditlerine maruz kalıyor.
NATO'nun Patriot füzelerinin yerleştirilmesi, NATO'nun Suriye'ye müdahalesi ve Ortadoğu'da yeni bir savaş adımı anlamına geliyor. Geçtiğimiz Ekim ayında ihaleye çıkartılan “hava ve füze savunma sistemi”ne 7.2 milyar lira ayıran Türkiye’nin, bir yıllık sağlık bütçesinin 2.6 milyar lira olduğu hatırlanırsa, silahlanmaya ayrılan paranın büyüklüğü de ortaya çıkar. Bu aynı zamanda Ortadoğu'da militarist bir silahlanma yarışını da başlatabilir.

TOPLUMSAL MUHALEFETE BASKILAR
Siyasal baskı dinmiyor. Devlet, bütün mücadeleci güçleri ezmeyi, sindirmeyi hedefleyen operasyonlarına hız kesmeden devam ediyor. KCK operasyonları sürüyor. ÇHD'li avukatlara ve İdil Kültür Merkezi'ne yönelik baskınlar, baskı zincirine eklenen yeni halkalar oldu. TMY kıskacına şimdi de “Terörizmin Finansmanını Önleme Kanunu” adı altında ekonomik soykırım yasası eklenmek isteniyor.
Yıpranmış İ. Naim Şahin'in bakanlıktan alınması vitrin değişikliğinden öteye gitmiyor. Zira yerine getirilen Muammer Güler de baskı siyasetinin ve “güvenlikçi” politikanın bir diğer simge ismi ve Hrant Dink cinayetinin de idari sorumlularındandır.

ODTÜ ve Gençlik
Geçtiğimiz dönemin diğer önemli gelişmeleri arasında; ODTÜ'de devrimci gençliğin Başbakan'a yönelik protestosunu ve bunun ortaya çıkardığı hareketi sayabiliriz. Başbakan'ın bir polis ordusuyla gittiği ve gaza boğduğu ODTÜ, hükümete karşı bir direniş alanına dönüştü. Direniş, diğer üniversiteleri de etkiledi ve demokratik bir saflaşma ortaya çıktı. Rektörlüklerin “ODTÜ'yü kınama” açıklamalarına karşı pek çok üniversitede öğretim üyeleri ve öğrenciler söz haklarına sahip çıktılar ve rektörleri kınadılar.

Taşeron Cumhuriyeti!
Bu dönemde emekçiler cephesinden bir diğer gündem, taşeron çalışma ve buna karşı mücadelelerdi. AKP iktidarı döneminde taşeron çalışan işçi sayısı; son 10 yılda 387 binden 1,6 milyona ulaştı. Bu, işçilerin örgütsüzleştirilmesi kadar, sendikaların altının oyulması ve dolayısıyla toplumsal muhalefetin de güçten düşürülmesi anlamına geliyor. 

AKP iş yasasında bir değişiklik yaparak, “ana faaliyet konusunun” da taşerona devredilebilmesinin yasal yolunu açmak istiyor. Böylece bütün işletmeler kendi içinde mikro-işletmelere bölünecek ve sendikal örgütlenme zorlaştırılacaktır.

AKP iktidarı, TMMOB yasasıyla meslek örgütlerinin elindeki kamusal denetim yetkilerini tırpanlamayı, mali olanaklarını geriletmeyi ve giderek odalarda egemenlik kurmayı amaçlıyor. Bu politikalara karşı meslek örgütleri bir direniş süreci içerisindedir.

AKP iktidarı, kadın düşmanı politikalar izlemekte ısrarcı
Kürtajın zorlaştırılmasını içeren yasanın yeniden Meclis'e gelmesi gündemdedir. Ama daha şimdiden Sağlık Bakanlığı genelgesiyle kürtaj yaptırmak isteyenlere 'ikna odaları' kurulması, birçok hastanede anestezisiz kürtaj dayatması, doğum kontrolü sonuçlarının SMS'le ailelere bildirilmesi, GEBLİZ veri tabanıyla kadın doğum muayenelerinin fişlenmesi, sezaryen yaptırmak için psikolojik rapor dayatması gibi yöntemler devreye sokuluyor. Kürtajın zorlaştırılarak fiilen yasaklanması yolunda ilk adımlar atılıyor.

LGBT toplumuna yönelik saldırılar devam ediyor. İstanbul Avcılar'da trans bireylere yönelik dışlama ve sürgün dayatması, AKP'nin neoliberal muhafazakar politikalarından bağımsız düşünülemez.

Kadın cinayetleri de tüm hızıyla devam ediyor. AKP iktidarı, 'sığınma evleri'ne “vaize” atama kararıyla, şiddete uğrayan kadınlarda erkek egemenliğine rıza sağlamaya çalışıyor. Başbakan her yerde tekrarladığı “en az 3 çocuk” nakaratıyla kadınları çocuk bakımı ve mutfak işlerine hapsetmek istiyor. Bütün bu saldırılara karşı kadınların itirazları ve uyanışı mayalanıyor.

Halklara yönelik ayrımcılık, saldırılar ve tehditler de devam ediyor. İstanbul Samatya'da yaşlı Ermeni kadınların uğradıkları saldırılar, yine İstanbul Güzeltepe'de Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, Malatya Sürgü'de katliam girişimine maruz kalan Alevi aileye ağır ceza davası açılması gibi örnekler bu olguyu ortaya seriyor.

Bu politik koşullar altında, ezenlerin siyasal cephesine karşı ezilenlerin birleşik karşı koyuşunun örgütlenmesi ve alternatifinin yaratılması bakımından Halkların Demokratik Kongresi'ne düşen görevler daha da büyüyor. HDK, halklarımızda yarattığı beklentileri yanıtlayan bir hattan yürümeye devam ediyor.