Kimlik, toplumsal varlık için her zaman önem taşıyan bir konumda bulunmuştur. Varlığın tanımlanması kadar, korunması, gelişim göstermesi ve kendini gerçekleştirmesi bakımından da hayatidir. Toplum, en ağır saldırılardan en sinsi hilelere kadar tüm yönelimlere karşı, sahip olduğu kimlikten güç alarak direnir. Geleceğini, kimliğine sahip çıkabildiği kadar inşa edebilir. Sistemli bir sömürü ve baskı örgütü olarak kimlik edinen devlet, bekâsını ve gerçekleşmesini, toplumsal kimliği dağıtarak yaşamsallaştırmaya çalışırken; toplum, fiziki varlığından da öte, kimlik değerlerine sarılarak hayatta kalma mücadelesi verir. Bu yönüyle, kimlik gerçekliği yok edilmiş bir toplum köklerinden koparılarak kütüğe dönüşen ağaçtan farksızdır.
Kökünden koparılıp meyve verme özeliği elinden alınan bir ağacın görünür tek yanı kurumuş gövdesidir. O gövde, başka ellerde, başkalarının konforu ve göz zevki için cezbedici eşyalara dönüştürülebilir belki; ama canlılığı yoktur, kendi olmaktan çıkmıştır, kimliği yok edilmiştir. Devletçi düzen tarafından topluma reva görülen de budur; tarih bilincini yok edip kültürünü asimile ederek kökleriyle bağını kes, kendi iradesi ile geliştireceği örgütlenme zeminini ortadan kaldırarak yaprak açmasını, yani geleceği üretmesini engelle! Köksüz ve dalsız kalmış ağaç gibi, geçmişsiz ve geleceksiz bir şekilde her türlü tasarrufa hazır hale gelen, örgütsüz ve çıkarlarını savunacak imkanlardan uzaklaştırılmış bir topluma, iktidar olarak istediğin her şeyi dayat! En elverişsiz koşullarda emeğini pazarlamaktan, kimliksizlik zemininde dayatılan türlü türlü yapay ayrımcılıkla birbirine düşmanlaşmaya kadar sayısız sorunu başına yığ. Bu nedenle toplumsal mücadeleler tarihi, aynı zamanda, devletin baskı ve sömürü ile karakterize olmuş kimliği ile halkların dayanışma ve birliği de kapsayan öz-kimliği arasında ki varlık-yokluk savaşımının da tarihi olmaktadır.
Tam yedi yıl önce bir şafak vakti gerçekleşen saldırı ve bu saldırıya karşı gelişen direnişle tarihe geçen Gezi Direnişi böyle bir varlık mücadelesinden tohum alarak kimlik kazandı. Akp iktidarının, rantçı-talancı zihniyetin dışavurumu olarak, Taksim Gezi Parkı’nı, yürürlükte olan yasal mevzuatları dahi çiğneme pahasına, alışveriş merkezine dönüştürme niyeti bu direnişin bir boyutu olarak öne çıksa da Gezi Direnişi bundan çok daha ötesiydi. Rant projesi görünümlü bu yönelim, kent kimliğine, bu kimliğin dayandığı ekolojik-doğa varlığına, darbelere, sıkıyönetimlere, devletin derin mahfillerinde hazırlanıp uygulanan provokasyonlara rağmen korunan demokrasi kültürüne ve toplumsal hafızaya yönelik bir saldırıydı. İktidarın toplumsal bünyede oluşturduğu çatlaklar nedeniyle bir araya gelmeleri mucizelere bağlı görünen kesimler saldırının bu niteliğini görüp Gezi Direnişinin büyük mücadele birliğini oluşturmak üzere Taksim’e aktı. Toma’lara, biber gazı ve mermilere karşı bedenini siper etmekten, sanatın sınır tanımadan icrasına, en yaratıcı argümanlarla üretilen mizahtan, oluşturulan komünlere... direnişin her haline sahne olan Gezi, varlığın, kimliğe ve hafızaya sahip çıkılarak korunabileceğini göstermesi bakımından, yeni bir başlangıcın, bir yeniden doğuşun ifadesi oldu. 30 yılı aşkın bir süredir dünya halklarının ve ezilenlerinin boğazına çökmüş gericiliğin etkisini yitirdiği, kapitalist sistemin metropollerinde halkların işgal eylemleriyle gerçekleştirdiği direnişlerle açılan yeni dönemin Türkiye ve Kürdistan’daki izdüşümüydü Gezi.
Gezi Direnişi’nin bir yönünü böyle bir kimlik mücadelesi oluştururken, bununla bağlantılı bir diğer yönünü de halk dayanışması ve mücadele birliğinin oluşturduğu görülmelidir. Kirli savaşla Türkiye halklarına paranoya gerekçesi olarak sunulan Kürt halkının özgürlük mücadelesinin, Kürtlerle sınırlı kalmadan, Türkün, Ermeninin, Lazın, Çerkesin, Alevinin, Hristiyanın, Müslümanın, kadının, gençliğin, emekçinin, lgbti+’ların, bu topraklarda yaşayan tüm halk ve bireylerin özgürleşmesi için imkan sunduğu, Gezi’yle beraber herkesçe görülecek şekilde belirginlik kazandı. Gezi, Kürtlere dönük inkar ve imha politikası ve zihniyetinin, Türkiye halklarının prangası olduğunu gösterdi. Sistemin toplumlar arasında oluşturduğu fay hattını devralıp derinleştirmekte fayda gören Akp- Erdoğan iktidarı, varlığını borçlu olduğu toplumsal fay hattının kapanmak üzere birleşmesinin yol açtığı depremle adeta ayağa kalkamayacak şekilde alt üst oldu. Bu yönleriyle, bitirilen çözüm sürecinden İmralı tecrit politikasına kadar, bu alt üst oluşun etkisiyle Akp-Erdoğan iktidarının içine girdiği şuursuzlukta somutlaşan yenilgi hali, 2013 Amed Newrozu’yla birlikte aynı yılın 30 Mayıs’ında başlayan Gezi Direnişi’yle yaşatıldı. “Gezi kaybetti” diyenlere şu gerçek tüm açıklığıyla belirtilmelidir ki; Gezi Direnişi büyük kazandı! Demokrasinin daha yüksek bir düzeyde inşa edilmesini bir görev olarak kadına, gençliğe, proletere, Kürt’e, Türk’e, Alevi’ye, Müslüman’a vererek tarihteki yerini aldı. Ve Gezi’de açığa çıkarılan devrimci güç, sarsıcılığı kadar yaratıcılığıyla da etkisi asla sönümlenmeyecek bir toplumsal hareket olarak yaşıyor, büyüyor ve çıkardığı derslerle olgunlaşarak hedeflerine yürüyor.
Berkin Elvan’ın, her şeye muktedir olduğunu sananların kabusu olan, gözlerindeki ışıltıda sembolleşen Gezi Direnişi, mücadeleyi büyütme kararlılığımızın gerekçesi, taşıdığımız kimliğin de temel unsurudur. HDK Gençlik Meclisi, Gezi Direnişi’yle yaratılan değerleri, toplumsal yaşamın her alanında, ilkelerini yaşamsallaştırıp, hedeflerine ulaşarak sahiplenecektir. Ali İsmail’lerin, Ethem’lerin, Medeni’lerin düşlerini Türkiye ve Kürdistan’da inşa edeceği meclislerle gerçekleştirecek hafızaya, bilince ve iradeye sahip olan meclisimiz, bu soylu ve görkemli direnişin şehitlerine bağlılığın gereğini kendini gerçekleştirerek yerine getirecektir.
HDK Gençlik Meclisi olarak, Gezi Direnişi’ni 7. yıldönümünde büyük bir mücadele azmi ve coşkusuyla kutluyor, bu direnişte şehit düşen yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz.
Irmakların suyu taşları sürükler
Bir gün silinip yok olur zorbalar
Alır büyüklerin yerini küçükler
Gece uzun da olsa güneş mutlak doğar…
Halkların Demokratik Kongresi
Gençlik Meclisi