AKP’nin halklara, inanç gruplarına işçi sınıfına, köylülere, gençlere ve kadınlara saldırısı artan bir zorbalıkla devam ediyor. Son günlerde AKP yetkilileri ve Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklamalar; kürtaj ve Roboski katliamı hakkında takındıkları tutum, AKP’nin pervasızlığını ortaya koyuyor. On binlerce kamu emekçisiyle sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinde artan pahalılığa ve yoksulluğa karşın önerilen ücret artışı işçi sınıfına, çay üreticisine verdiği taban fiyatı köylüye, eğitimin muhafazakârlaşması için yaptığı 4+4+4 düzenlemesi gençlere ve nihayetinde kürtajla ilgili Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları, kadınlara ve onların bedenlerine yapılmış açık bir saldırı niteliğindeydi. Ancak kadınlar hakları olanı korumak için Mayıs ayının ortalarında birçok ilde sokağa çıktılar; tıpkı kendilerine önerilen komik ücret artışını protesto eden kamu emekçileri gibi. Her iki saldırı karşısında gösterilen tepki ve sürdürülen mücadele halktan büyük destek gördü. Kamu emekçilerinin eylemleri, sıkılan suya ve gaza rağmen kararlılıkla sürdü. Kürtajın yasaklanması hesaplarına karşı mücadeleyi; erkek egemenliğine karşı mücadeleden ayrı ele alınamayacağını kadınlar alanlarda göstermeye devam ediyor. Hava-İş üyesi 300’ü aşkın işçinin işten atılması ve buna karşı dört bir yanda yükselen dayanışma ve mücadele ise, emeğe dönük saldırıların yeni bir halkası ve yeni bir mücadele alanı olarak gündemimizde.
Kışın sonlarına doğru, yaklaşan yaz için “çok sıcak geçecek” dendiğini biliyoruz. Şimdi yaz aylarının içindeyiz. Çözülemeyen Kürt sorunu, devam eden KCK tutuklamaları ve çatışmalı ortamın içine hızla giriliyor olması, yaza dair öngörülerin yukarıda kanıtı sanki. Türkiye’nin önemli bir gündemi halindeki Roboski katliamının hızla uluslararası bir sorun olarak Başbakan Erdoğan’ın karşısına dikilmesi ise an meselesi gibi. Başbakan Erdoğan bunu görüyor ve Roboski’de katledilen yoksul Kürt köylülerini PKK ile ilişkilendirerek, sorumluluğunu ve ‘günahını’ hafifleteceğini düşünüyor. Bu ilişkilendirme ile “katliam” gerçeğini ortadan kaldıracağını sanıyor. İzlediği saldırgan Suriye politikasında son ümidini NATO’nun Şikago toplantısına bağlayan Türkiye, bu toplantıdan Suriye’ye müdahale doğrultusunda bir karar aldıramadığı gibi, Kürecik’te kurulan füze kalkanı konusunda yeni yükümlülükler üstlenerek döndü. Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemi ile ilgili açtığı tartışma ise totaliter bir rejime duyulan arzu ve isteğinin son örneği olarak siyaset sahnesindeki yerini aldı. Erdoğan’ın bugüne kadar olan icraatlarına bakıp bunun bir şeflik sistemi talebi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ama nafile, Erdoğan’ın içine girdiği sarmaldan kurtulma şansı da yok, çıkışı da. Önümüzdeki aylarda zaten kırılgan olan onay tabanı iyice daralacak ve daha da kırılganlaşacaktır. Bu kadar yalan ve dolanın, bu kadar gözbağcılığın bu denli zulmün elbet bir sonu olacaktır.
AKP’nin bütün bu zorbalık ve dayatmaları karşısında güçlü bir burjuva seçenekten bahsedemeyiz. Bu durumun kendisi bile, Halkların Demokratik Kongresi’ni, AKP’nin tek alternatifi haline getiriyor. CHP’nin, AKP karşısına dikilebilecek, onun saldırılarına karşı direnebilecek, içi boş demogojik propagandalarını boşa çıkartacak bir politik perspektife sahip olmadığı açık. Hala en temel sorun olarak çözülmeyi bekleyen Kürt sorununa ilişkin net anlaşılır bir çözüm önerisi de yok. Geçtiğimiz günlerde Kürt sorununun çözümüne ilişkin Kılıçdaroğlu ve Erdoğan görüşmesinden çıkacak olan sonucun, bugüne kadar çıkan sonuçlardan farklı olmayacağı görülüyor. Sorunun çözümüne “güvenlik” perspektifiyle yaklaşmak ve “bölgenin kalkınması” ile sorundan kurtulacağını sanmak, can kayıplarına ve savaşa yol vermekten öte bir anlam ifade etmez. CHP bütün hükümetlerin bu sorun üzerinden gelip-gittiğini bile kavrayabilmiş değil. Hala onu kuran resmi ideolojiden beklenti içinde.
O yüzdendir ki, AKP CHP ile rahatlıkla oynuyor. Dersim katliamını ustalıkla ve kurnazca CHP’nin üstüne yıkarken, aynı gün Dersim’de operasyonlar yapıp yeni katliamlar gerçekleştiriyor. 12 Eylül’de idam edilenler için kürsüde gözyaşı döküyor ama “Biz olsak Öcalan’ı asardık” diyebiliyor. Demokrasiden, açılımdan bahsediyor ama hemen her gün operasyonlar sahte ve düzmece iddialarla sürüyor. Tekeline aldığı ve ortaklaştırdığı devletin istihbaratı ile hemen herkesi dinliyor, sahte deliller buluyor, yoksa yaratıyor. Askeri vesayeti ortadan kaldırıyorum deyip kendi diktatörlüğünü her alanda adım adım kurmaya çalışıyor. CHP ise, günlük gelişmelerin ardından koşturmaktan bitkin ve yorgun. CHP’nin işçi sınıfına, ezilenlere, dışlananlara sunabileceği hiçbir şey yok.
Halkların Demokratik Kongresi, başka birçok birikimle birlikte, 12 Haziran seçimlerinde oluşan Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun büyük başarısı üzerine kendisini kuracağını ilan etti. 36 Milletvekilliğinin kazanılması büyük bir başarıydı. Ne var ki, HDK’nın bileşeni ve Kürt halkının temsilcisi BDP’ye saldırılar hemen bu başarının ardından geldi. 10 binlerce parti kadrosu ve çalışanı gözaltına alındı, 6 bini tutuklandı, bir o kadarı aranır durumda. AKP yandaşı olmayanlar, ilerici ve demokratlar, gazeteciler, yazarlar, aydınlar hedefe konmuş halde. Sosyalistlere dönük kurgulanmış saldırılar durmaksızın devam ediyor. Kimliği bilinmeyen ve dalga geçer gibi adı “son tezgah” olan “tanıkların” iki dudağının arasındaki suçlamaların ortada kol gezdiği biliniyor. 12 Haziran seçimlerinde seçilen milletvekillerinin salınmasına ilişkin girişimler ise Erdoğan’ın karşı duruşuyla son buldu. BDP’li 6 milletvekili hala cezaevinde. Türkiye insan hakları ihlallerinde yine üst sıralarda yerini almış halde.
İşte HDK, bütün bu zor koşullarda kendisini örgütlemeye çalıştı. 7 ay önce Ankara’da 900’e yakın delegenin katılımı ile kuruluşunu ilan ederken, onu bekleyen zorlukların farkındaydı. HDK; çoğulcu, çok kimlikli, demokratik dokusu ile kısa sürede halkların kurtuluş umudu ve imkanı oldu.
12–13 Mayıs’ta yine Ankara’da 1. Genel Kurulu’nu delegelerin ve aktivistlerin katılımıyla gerçekleştirdi. İçinden geçtiğimiz koşullar, bütün bu yaşanan zorluklar konuşuldu, değerlendirildi ve sonuçlara varıldı. Delegeler, yerellerinde yaşadıkları deneyleri paylaştı. Henüz başarılamayan görevler ve ortada duran muğlâklıklar üzerine tartışmalar yapıldı. Görevler bir kez daha bilince çıkartıldı, yan yana gelmenin önemi ve kararlılık bir kez daha vurgulandı. Genel kurul aynı zamanda HDK’ya karşı sürdürülen psikolojik harekete ve onu kriminalize etme çabalarına da güçlü bir yanıt oldu.
1. Genel Kurul’da hemen herkesin hemfikir olduğu konu, “Halkların Demokratik Kongresi yıllardır istenen ve arzulanan bir birliktelik olarak çok kıymetliydi ve büyütülerek ilerletilmeliydi.” Örgütlenmesindeki eksiklikler giderilmeli ve önümüzdeki yerel seçimlere, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve milletvekili seçimlerine HDK ile güçlü bir biçimde hazırlanılmalıydı. Muhalefet odağı olmaktan çıkıp, iktidarı talep eden bir devrimci demokrasi alternatifi olunmalıydı. Mayıs ayında gerçekleşen bu toplantının, HDK’nın önündeki zorlu görevleri aşacağına dair güçlü işaretler verdiğini söyleyebiliriz.
1. Genel Kurul’da alınan en önemli kararlardan biri de HDK’nın parti kurma kararıydı. Kurulacak olan parti, seçimlere katılacak, ancak esas karar merci Kongre olmaya devam edecek. Kongre bileşenleri isterlerse partinin kuruluşunda yer alacaklar, partiye katılmaları bir zorunluluk olmayacak.
HDK şimdi Mayıs ayında gerçekleştirdiği genel kuruldan da aldığı güç ve moralle önündeki zorlukları aşma ve görevlerini yerine getirme çabası içinde olacaktır. İlçe, il meclislerimizin, yürütmemizin ve komisyonlarımızın kendilerini yenileyerek mücadelemizi parlamentodan sokağa, sokaktan parlamentoya taşıyacak bir perspektifle ele alacağını söyleyebiliriz. Her alanda saldırıların sürdüğü koşullar her anı titizlikle değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Yaz ve sonbahar ayları çalışmayı yoğunlaştıracağımız bir dönem olacak. Kasım ayında Ankara’da yapılacak olan seçimli genel kurula hazırlık süreci, tespit edilen, zaafları ve eksikleri aşma süreci de olacak.
Kürt sorununun adil ve demokratik çözümü için, emeğe dönük saldırıların önünde barikat olabilmek ve yeni kazanımlar için; kadınların, göçmenlerin, köylülerin, gençlerin, emeklilerin, engellilerin, lgbtt bireylerin, dışlanan ve yok sayılan bütün halkların, tüm inanç topluluklarının, doğa ve yaşam mücadelesi sürdürenlerin buluştuğu ortak zemin olmaya da devam edecektir.