Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, yasa dışı dinlemeyle ilgili bütün parti gruplarının üzerine anlaştığı bir Meclis araştırması açılmasıyla ilgili ben de önerge üzerine söz almış bulunuyorum. Evet, Meclise gelmiş olması, tabii, böylesi bir konunun önemli; özellikle de yeni bir anayasanın yapım süreci içerisinde olduğumuz dönemde ülkemizin demokratikleştirilmesi açısından önemli. Hepimizin ortaya koyduğu, dile getirdiği gerçek, bugün ülkemizde yaşayan yurttaşlardan kimsenin kendisini güvencede hissetmediği, özellikle bu dinlemeler konusunda.
İstatistikler şunu gösteriyor ki her 1.000 kişiden 1 tanesi dinleniyor. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının verdiği bilgiler, böyle bir kurumun kurulmuş olması, sonuçta bu dinlemeleri yasal bir çerçeveye kavuşturmuş olmuyor. Burada da vurgulandığı gibi, doğrudan siyasi iktidara, hükûmete bağlı ve hükûmetin daha çok da siyasi muhalifleriyle, siyasi muhalif görüş ve kişi ve kurumlarla mücadelesinde bir yöntem hâline getirdiği bu dinlemelerde güvenilecek bir kurum olmadığı da bugüne kadarki yaşananlardan ortaya çıkmıştır.
Biraz önce dinlediğimiz Sayın Bakan “Dinleme istisna, haberleşme esastır.” diyor. Oysaki izinli izinsiz, yasal yasa dışı, bir kişinin haberleşme hakkına doğrudan müdahale etmek; bunu, o kişinin bilgisi dışında, bu özgürlüğü ortadan kaldırmak suçtur, anayasal suçtur, ne insanidir ne ahlakidir ne vicdanidir. Dolayısıyla, aslında meseleye böyle yaklaşmak gerekiyor. Ama iktidar, egemenler, suçla mücadele adı altında böylesi bir yöntem geliştirmiş ama bu yöntem bütün iktidar güçlerinin yaptığı gibi kötüye kullanılmıştır.
Bugün, bu konunun gündeme getirilmiş olmasındaki esas nedenin de Başbakanın bir yıl önce çalışma ofisinde bulunan dinleme aygıtı yani böceğin bugün ihtiyaç duyulup kamuoyuyla paylaşılması. Sayın Başbakan, tabii, kendisini bu konularda rahata kavuşturacak bir özel birim oluşturarak, bir kadro yaratarak güvenceye almıştır. Ama Başbakanın dahi çalışmasının ve ofisinin dinlendiği gerçekliği karşısında, bu, aslında kimsenin güvencede olmadığını, haberleşmesinin güvenilir olmadığını göstermiştir. Fakat Başbakan toplum önüne çıkıp “Ben de mağdurum.” diyebilecek durumda değildir. Dünün mağduru konumundaki AKP iktidarı, onun yönetici unsurları ve Hükûmet bu konuda hiç de masum değildir. Geçmişte kimi bakanlar böylesi dinlemelerin gerekli ve masum olduğunu söylemiştir, uygun görmüştür; örneğin, Adalet Bakanı. Ama “Muhalifler dinleniyor.” iddiası karşısında da İçişleri Bakanı, o zamanın İçişleri Bakanı da bunu reddetmiştir. Oysaki, bu konuyla doğrudan bağlantılı yani izin vermesi gereken yargıçlar ve o yargıçların bulunduğu Yargıtay gibi kurumlar dinlenilmiştir.
Bakın, bugün yaşanan, gerçekleşen bütün siyasi davalarda, KCK davası, Ergenekon davası, Balyoz davası, birçok sosyalistin yargılandığı dava ve bugün gözaltılardan sonra açılacak davaların hepsinde bu şekilde dinlemelerle deliller yaratılmıştır. Dinlemeler aslında bugün görüyoruz ki bir siyasi mücadele yöntemi, onun biçimi olarak en ahlaksız, gayrimeşru bir yönteme dönüşmüş, bir siyasi şantaj malzemesi olarak kullanılmıştır.
Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın 22’nci maddesi haberleşme özgürlüğünü güvenceye alır ve “Gizlilik esastır.” der ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8’inci maddesi de buna dair getirilecek sınırlamaları düzenler ve der ki: Demokratik toplumda gerekli olan ölçüde yani bu dinlemelerin yapılmasının koşulları demokratik toplumda gerekli olan ölçüde ve de yasayla öngörülmüş olması şartıyla yapılabilir.
Şimdi bu, demokratik toplumda öngörülebilir, gerekli olan ölçü… Burada bu ölçüyü saptayacak olan, egemen olan iktidarın ihtiyacı, iktidardaki zihniyet ve onun kendince gerekli gördüğü kıstaslardır ve dolayısıyla bugün AKP İktidarı bütün siyasi muhaliflerini, kişileri, kurumları, makamları, organları kendince ihtiyaç bulduğu doğrultuda dinleyebilmekte, dinleme kararı almakta, bu yönde görüşler ve talimatlar vermektedir.
Bir dinleme kararının savcı ve yargıç mekanizmasından geçmiş olması ona yasallık, ona hukukilik kazandırmamakta, bu kararın keyfî uygulanmasını ortadan kaldırmamaktadır ve bildiğimiz gibi, işte ismini vermeyip IMEI numaraları verilerek o kararı alan, dinleme kararı veren yargıcın dahi kendisinin telefonun dinlenmesine imza atmış olması, sayısız örnekler aslında bu hakkın, bu kuralın kötüye kullanıldığını da göstermektedir. Bugün, mahkemelerin işleyişine bakıldığında, polisin çalışma tarzına baktığında, tam bir keyfiliğin, hukuksuzluğun, hukukun o mağdur duruma düşmüş şüphelinin aleyhine yorumlandığı, bizim bildiğimiz gerçekliklerdir. Siyasi muhalif kişi ve kurumların aleyhine delil toplama adına bu şekilde dinlemeler, teknik takip, benzeri uygulamalar yapılmaktadır. Kime karşı? Hukukun koruması altında olması gereken milletvekili, yargıç, siyasi parti, belediye başkanı, birçok şahıs ve kuruma karşı bu dinleme yapılmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde, Barış ve Demokrasi Partisi Milletvekili Sebahat Tuncel arkadaşımız, bir basın toplantısıyla BDP İstanbul il binasında bulunan böceği kamuoyuna teşhir etmiştir. Şimdi, bu böceği yani dinleme aygıtını buraya herhangi bir kişinin koyması mümkün değildir. Bu tür organizasyonlar ancak devlet gücünü, devlet otoritesini, devlet imkânlarını kullanan güçler tarafından gerçekleştirilmektedir. Ve şimdi, işte, KCK yargılamalarında, bakıyoruz ki bütün Barış ve Demokrasi Partisinin siyasi faaliyetleri, o faaliyetlere katılan yöneticiler, kişiler, yaptıkları toplantılar, yasa dışı bir şekilde dinlenmiş. Yani mahkeme kararıyla BDP binasının dinlenmiş olması, oradaki hukuksuzluğu ortadan kaldırmıyor. Kaldı ki, yani, demokratik hayatın vazgeçilmez bir unsuru denilip burada, Meclis çatısı altında, milletvekilleri, temsilcileri olan ve 3 milyona yakın bir halkın, yurttaşın oy verdiği bir partinin dinlenmesine gerek görülmesi dahi son derece hukuksuz, son derece yasa dışı bir uygulamadır. Dolayısıyla, bu türden yani şimdi Meclisin “Ne oluyor bu işlerin arkasında? Başbakan bile dinleniyor.” deyip “Bu işi bir araştıralım.” demiş olması, buradaki hukuksuzluğu kaldırması anlamında yeterli bir güvenceyi sağlayamayacaktır.
Biraz önce konuşan değerli bir milletvekilinin söylediği gibi, toplumda güvensizlik egemendir ve bu güvensizliği her geçen gün büyüten uygulamalar da yaşanmaktadır. Birkaç gün önce, işte benim de bir zamanlar İstanbul şubesinde başkanlık yaptığım Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar, Balyoz darbeleriyle, kapılar kırılarak, büroları basılarak, sabah vakti gözaltına alınmış ve 9 tanesi tutuklanmıştır. Niçin tutuklanmıştır bu avukat arkadaşlarımız? Bu avukat arkadaşlarımız, devletin hak ihlalleri karşısında, devlet kurumlarının hak ihlalleri karşısında özgürlüklerden yana hareket etmiş, müvekkillerini savunmuş, işkenceci polislerin davalarını takip etmiş ve bu nedenle de polisin hiddetini, şiddetini üzerine çekmiş kişilerdir ve işte şimdi bu hiddet ve şiddet bu şekilde üzerlerinde terör uygulanarak karşımıza çıkmıştır. Bunlar kabul edilebilir şeyler değildir.
Hâlâ bugün hükûmetin sığındığı, bugün Mecliste de hâlâ korunan bir “terörle mücadele” kavramı vardır. Terörle Mücadele Yasası olduğu sürece bizim gerçekten kendimizi güvencede hissetmemiz mümkün değildir. Meselenin gelip düğümlendiği nokta, bu devlet demokratik bir devlet olacak mıdır?
Bu devlette gizli dinlemeler, örtülü ödenekler, gizli tanıklar, bunlar olduğu sürece, “devlet sırrı” kavramı olduğu sürece, kozmik odalar olduğu sürece, bunlar kaldırılmadığı sürece hiçbirimizin güvencede olması mümkün değildir. Güvence için bu türden gizli dinleme organları ve kurumları kaldırılmalıdır diyorum.