Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; taşeron çalışma konusu aslında sadece Türkiye’ye özgü değil ve sadece son günlerin bir meselesi değil, bu, aslında dünya çapında yeni bir sermaye birikim düzenine geçildiğinden beri dünyanın her yerinde sermaye sahipleri ile devlet arasında kurulmuş bulunan uğursuz ittifakın, işçi sınıfına karşı girişilmiş bir uğursuz saldırının uygulama biçimlerinden bir tanesi. Bu, esasen zaman ve kâr oranlarını kâr lehine düzenlemek için yapılmış, getirilmiş yeni bir çalışma tarzı olmakla birlikte aynı zamanda işçilerin aynı iş yerinde birleşerek, güçlenerek büyük bir emek kitlesi oluşturarak, emekçiler kitlesi oluşturarak, sermaye sahiplerine karşı mücadele ederek hem çalışma koşullarını hem yaşam koşullarını hem toplumsal konumlarını hem de yürüttükleri sınıf mücadelesinde sağlam mevzilere yerleşmelerini engellemek üzere ortaya konulmuş, düzenlenmiş ve hemen hemen bütün kapitalist ülkelerde eş biçimli ve eş zamanlı olarak sürdürülen bir saldırı.
O nedenle buna bir çalışma sorunu, yeni karşımıza çıkmış bir çalışma sorunu olarak bakamayız. Bu, geçmişte işçi sınıfının mücadelesiyle geriletilmiş olan ve düzenli çalışma, güvenceli çalışma yolunda oldukça önemli adımları 1980’lerin başlarına gelinceye kadar atmış olan emekçi sınıfların hem yeni sağın dünya çapındaki saldırısı hem de 20’nci yüzyıl devrimlerinin yenilmesi sonucunda başlayan mukabil saldırı sonucunda karşı karşıya kaldıkları bir yeni durum.
O yüzden, biz işçi sınıfının bu yöndeki mücadelesine büyük önem veriyoruz, bu yöndeki uyanışını destekliyoruz. Geçtiğimiz günlerde, en çok taşeron çalışma dolayısıyla kayıpların verildiği maden iş kolunda, maden ocaklarının bulunduğu havzada düzenlenmiş bulunan büyük gösteriyi de bu açıdan önemsiyoruz çünkü işçiler artık duraksamıyorlar, bir araya geliyorlar, birbirlerinden koparılmış olsalar da yan yana geliyorlar ve taşeron çalışma karşısında taşeron çalışmaya maruz bırakılan bir büyük kitle olarak kendi hayatlarını yeniden düzene sokma çabasındalar.
Bu işçilerin sayısı TÜİK verilerine göre, yaklaşık 1,5 milyon ve belli sektörlerde taşeron çalışmanın yoğunlaştığını görüyoruz, inşaat, maden ve gemi inşa sektörleri. Bunların madencilik iş kolunda da “inşaat” adı altında devreye girdiğini ve Karabük’te karşı karşıya kaldığımız peş peşe kazaların çok büyük ölçüde madencilik iş kolunda herhangi bir deneyimi olmayan inşaat şirketlerinin maden ocaklarının tünellerini inşaya giriştikleri sırada yarattıkları kazalar sonucunda olduğunu da tespit etmiş bulunuyoruz.
Taşeron çalışmanın en önemli özelliği, sermaye sahiplerinin 1 birim çalışma karşılığında elde edecekleri kârı çoğaltmak için ne devreye yeni teknoloji ne devreye yeni bilgi ne de yeni bir çalışma tarzı sokmamaları, buna karşılık aldıkları, yüklendikleri işi, özellikle devletten ya da asıl işverenden yani büyük sermayeden yüklendikleri işi küçük parçalara bölerek peş peşe hiyerarşik bir biçimde 1’inci, 2’nci, 3’üncü, 4’üncü hatta 5’inci işverene gelinceye kadar paylaştırmalarıdır.
Şimdi, maliyetlerden kazanmak söz konusu olduğunda önce neyi feda edeceğini tahmin edersiniz patronların? Tabii ki, iş güvenliği, işçi sağlığı, çalışma koşulları ve çalışma koşullarının güvenli bir biçimde sürdürülebilmesi için alınması gerekli önlemlerden fedakârlık edeceklerdir. Nitekim, taşeron çalışmanın sonuçları özellikle maden ocaklarında son derece çarpıcı grafik göstergelerle karşımıza çıkıyor.
Zonguldak havzasında çıkartılan her 100 bin ton kömür başına işçi ölümü sendikalı işletmelerde yüzde 0,3 iken, sendikasız taşeron işletmelerde bu sayı 8,3. Yani aşağı yukarı 15-20 katı. Her 100 bin ton kömür için eğer sendikalı iş yerinde -ki sendikalı demek, aynı zamanda nispeten güvenceli, nispeten elverişli çalışma koşullarında çalışmak demek- bu koşullarda çalışırken işçilerin karşı karşıya kaldıkları ölüm, yaralanma ve bedensel zararlar ile bunun olmadığı yerleri karşılaştırdığımızda ortaya çıkan tablo çok açık.
Şimdi, Çalışma Bakanımız hem taşeronlaşmadan vazgeçmeyeceklerini söylüyor çeşitli sorulara cevap verirken hem de öte yandan diyor ki: “Vahşi kapitalizme bir çare bulmamız lazım.” Hem kapitalizmin en vahşi biçimlerini… Çünkü küresel kapitalizm çağının aslında kapitalizmin en yüksek teknolojiyle en geri çalışma koşullarını bir araya getirdiği bir tür yeni feodalizm, bir tür yeni kölelik olduğunu göz önüne alacak olursak, bu, kurtla gülüp çobanla ağlamaktan başka ne anlama gelebilir? Çünkü, siz, hem bu tarzı benimseyeceksiniz hem kendi piyasanızı küresel piyasayla birleştireceksiniz, rekabet koşullarını küresel piyasanınkilerden daha ileriye taşımaya çalışacaksınız hem de öte yandan vahşi kapitalizme çare bulacaksınız.
Vahşi kapitalizme bu şekilde çareyi ancak işçiler buldurabilirler. Ben, işçi sınıfımızın, sendikalarımızın, büyük işçi kitlelerinin şunu gözünün önünde tutmasını isterim doğrusu: Ne Meclis ne devlet ne Hükûmet işçilerin derdine eğer onlar mücadele etmez ise çare bulamaz çünkü Meclisimizin çoğunluk partisi, kaçınılmaz bir biçimde, bu yeni çalışma düzenini Türkiye’ye taşımakla yükümlü bir iktisadi politikanın savunucusudur. Ne zaman ki işçiler sadece bir sektörde değil, bütün sektörlerdeki çalışmayı etkilediğini bu taşeron düzeninin, ne zaman ki eğer işler bu hâlde giderse önümüzdeki on yılda Türkiye’de güvenceli çalışmanın istisna, güvencesiz çalışmanın kural hâline geleceğini görerek ayağa kalkmadıkça, kendi iş yerlerindeki çalışma koşullarını, kendi işlerini, kendi çalışma onurlarını ve meslek geleneklerini sürdürmek için bir araya gelip direnmezler ise hiçbir patron, hiçbir Meclis onlara çare bulmayacaktır. Ama ne zaman ki onlar kendi hakları için sokaklara çıkar, kendi hakları için iş yerlerinin önünde tutumlarını ortaya koyar, bu koşullarda çalışmaya itiraz ederler, bu itirazlarını büyük bir kitlesel muhalefete dönüştürürler, o zaman onların sesine kulak kabartmayacak Meclis olamaz. O zaman, Çalışma Bakanı onların sesine ister istemez kulak kabartacaktır.
Bugün için, bizi şu ya da bu şekilde, her şeyi geleceğe havale ederek, sözle bastırmak isteyebilirler ama ben şunu söylüyorum: Ne zaman ki işçiler grev yapmakta tereddüt etmiyorlardı, ne zaman işçiler bugüne göre çok daha fazla sendikalılardı -çok uzak bir geçmişi söylemiyorum, 1980 öncesi- 1980 öncesinde hem işçilerin gerçek ücretleri ortalama ücrete göre, bugüne kıyasla çok daha yüksekti hem iş yeri kazalarında kayıplar çok daha azdı hem de işçi ölümleri çok daha azdı. Bugün bunların çoğalmasının biricik nedeni var; kârın, kâr güdüsünün, kâr motifinin, bütün endüstrinin tepeden tırnağa bütün sektörlerini ele geçirmiş olması ve bu zihniyetin devlet tedbirleriyle güçlendiriliyor olması. O nedenle, devletten başlayarak, taşeron çalışmanın sınırlanması, taşeron çalışanların sendikalaşmalarının önüne konulan engellerin ortadan kaldırılması yönünde tedbirler bugünden alınmadıkça, Meclis, hem taşeron çalışmadan doğan hak kayıplarının hem de taşeron çalışmadan doğan ölümlerin ortağı olacaktır.
Ölüme ortak olan bir Meclis olmak istemediğinizi düşünüyorum ve işçi sınıfımızı kendi hakları için ayağa kalkmaya davet ediyorum.