Taksim Gezisi’ne sahip çıkan ve dalga dalga Türkiye’nin bütün illerine yayılan direniş ve protesto eylemleri, AKP’nin otoriter yönetim zihniyetine, ‘ben yaptım oldu’ uygulamalarına, emniyet güçlerinin halka karşı her fırsatta güç kullanmasına ve terörüne karşı halkın tepkisi ve özgürlük isyanıdır.
İstanbul Taksim Meydanı'nda kalan son yeşil alanın Topçu Kışlası adı altında Alış Veriş Merkezi ve rezidans yapılmasını önlemek isteyenlere yönelik polisin saldırısı direnişin fitilini ateşlemiştir. Başbakan Erdoğan’ın iddialarının aksine, Taksim düzenlemesi konusunda daha ilk duyulduğu günden bu yana toplumun farklı kesimlerinden itirazlar yükselmiş, bir çok kurum bu düzenlemenin yanlışlarına işaret etmiştir. Ancak bu itirazlar karşısında merkezi iktidarın ve yerel yöneticilerin kulakları tıkalı kalmıştır.
Kentlerin kullanımına ve özellikle köklü kentsel projelere dair kararlara o yerelde yaşayan insanların katılımını sağlamak demokrasinin en temel gereğidir. Taksim Gezisi konusunda merkezi ve yerel iktidarın tutumu ise bunun tam tersi, yukardan buyuran ve belirleyen biçimde olmuştur. Toplumsal hak taleplerine karşı hoyrat ve otoriter bir yönetim zihniyetiyle yaklaşan, bu kibirli ve hak tanımaz tutum artık tahammül edilemez bir noktaya ulaşmıştır.
Katılımcılık, demokrasi, halkın yaşam ve kent alanları üzerinde söz ve karar hakkını görmezden gelen, ‘ben ne yaparsam doğrudur’ zihniyetiyle davranan bir yönetim anlayışı karşısında insanlar taleplerini daha yüksek sesle, sokaklarda ve en meşru biçimde dile getirmişlerdir.
Göstericilerin sığındığı camiye gaz atılması, göstericilerin tedavilerinin yapıldığı yerlerin basılması ve gazlanması öldürmeye teşebbüstür. İnsanları dinlemek yerine gaz sıkarak susturmayı seçmek ise çözüm üretmek değildir. Başbakan’ın ‘Tencere tava, hep aynı hava’ diyerek halkın demokratik tepkilerini küçümsemesi, evinde oturan yüzde 50 seçmen tehdidini kullanması çözüm değil, felaket senaryosudur. Bu tutum sürdürülemez.
Türkiye’nin her tarafına yayılan eylemler sadece bir toplumsal öfkeyi göstermiyor. Aynı zamanda Türkiye toplumunun demokrasi arzusuna da işaret ediyor. Bu talepleri ve söylenen sözleri karşılamanın yolu, Türkiye’de hızla demokratikleşme yönünde bir iradeyi egemen kılmaktır.
Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorununda çözüm sürecine girdiğini iddia eden bir hükümetin halen adım atmaması, Türkiye’de demokrasiden ve barıştan yana olan güçlerin dikkatinden kaçmamıştır. 1 Mayıs kutlamalarına, havayolu grevi ve diğer toplumsal mücadelelere yönelik zorbalıklar, Reyhanlı katliamındaki siyasi sorumluluğu gizleme çabası vb., güven artırmak yerine eksilten bu tutumlar demokrasi mücadelesinin ne kadar elzem olduğunu bir kez daha göstermiştir. Türkiye’yi Kürt sorununda çözümün eşiğinden geri döndüren bir süreci yaşamak istemiyoruz. O nedenle de Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinin tüm aşamalarında yer almış insanlar olarak, toplumsal hak taleplerinin zorla, gazla bastırılmasına ‘hayır’ diyoruz. Bugün hükümetin hızla atması gereken adımlar bellidir:
- Bugüne kadar iki ölüme ve bini aşkın yaralanmaya yol açan polis şiddetine son verilmeli, tüm illerde eylemcilere yönelik saldırılar durdurulmalı, gözaltına alınan herkes hiçbir adli kovuşturma açılmaksızın serbest bırakılmalıdır.
- Halka yönelik zulmün sorumluları istifa etmeli, görevden alınmalı ve yargılanmalıdır.
- Hükümet, Taksim Gezi’deki tasarrufundan vazgeçtiğine ve konuyu halkla tartışacağına dair bir açıklama yapmalı, kentlerin kültürel varlıklarının korunmasına özen göstereceğini belirtmelidir.
- Taksim başta olmak üzere kentlerin meydanları üzerindeki her türlü toplantı ve gösteri yasakları kaldırılmalıdır. İnsan sağlığına zararlı ve öldürücü özellikler taşıyan bir kimyasal silah olan gaz bombası kullanımı yasaklanmalıdır.
- Bütün bu eylem sürecinde ortaya çıkan demokratikleşme taleplerine de yanıt verecek adımlar hızla atılmalı, Kürt sorununun çözümü yönünde, Siyasal Partiler Kanunu ve seçim barajı, Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılacak değişiklikler ve yasalarda yol temizliğini içeren bir paket vakit geçirmeden ortaya konmalı; yeni anayasanın bitirilmesi konusunda adımlar atılmalıdır.
- Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’na konulan şerhlerin kaldırılması ve yerel yönetimlere gerçek yerel iktidar olma imkanı tanıyacak, onu merkezin vesayetinden kurtaracak bir Kent Yasası’nın hazırlanması sağlanmalıdır.
- Yaşam tarzları ve toplumsal inançlar üzerindeki müdahaleci tutum terk edilmelidir.
- Medyaya yönelik sansür, tehdit ve yayın yasaklarına son verilmelidir.
- Suriye’ye yönelik savaş siyasetine son verilmelidir.
Bunlar şu anda sokaklara çıkan veya evinde otursa da kalbi ve gözü sokaklarda olan milyonlarca insanın ortak talepleri ve beklentileridir.
Türkiye toplumunun demokratikleşme arzusu eski, köhnemiş siyasi geleneklerin eline teslim edilemez. Türkiye tarihinin son dönemindeki en önemli toplumsal tepkisi otoriter, milliyetçi-ulusalcı zihniyetlerin yönlendirmesine ve siyasi rant sağlamasına terk edilemez.
Halkların Demokratik Kongresi olarak, geleceğin özgür ve eşit bir anlayış üzerinde yükselmesini sağlamak için, ortaya çıkan demokratik toplumsal iradenin Türkiye’nin farklılıklarını gözetmesine, cinsiyetçi davranışlarla eşitlik ve demokrasi taleplerini gölgelememesine önem veriyoruz.
Sokağa çıkan, taleplerini haykıran, otoriter ve baskıcı anlayışlara karşı sesini yükseltenlerin, direnenlerin, tepki gösterenlerin buluşma zemini Türkiye’yi demokratikleştirecek iradeyi de geliştirecektir. Yasaklı meydanları özgürleştiren, polisin gaz bombalarına, TOMA'lardan sıkılan sulara, coplara, saldırılara göğsünü siper edenler bu buluşmanın özneleridir.
Bugün ve yarın kamu emekçilerinin, işçilerin, ücretli çalışanların, ortak talepleri savunmak ve eylemleri desteklemek için hizmeti ve üretimi durdurma eylemleri ve grevleri bu mücadeleye yeni öznelerin ve güçlerin katılması anlamına gelir. Aynı zamanda sermayenin yaşam alanlarına saldırısı karşısında kayıtsız kalınmayacağını, yaşam alanlarının korunacağını hep birlikte bir kez daha ilan etmek anlamını da taşır. Sendikaların eylemlerinin yanındayız, içindeyiz. Atılacak her yeni adım taleplerimize biraz daha yaklaşmamızı sağlayacaktır.
Direniş ve protesto eylemlerinde yaşamını yitiren Mehmet Ayvalıtaş’ın ve Abdullah Cömert’in ailelerine başsağlığı diliyoruz ve anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
HDK Yürütme Kurulu
4 Haziran 2013