Taksim Gezi direnişinde polis şiddeti hakkında...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA

Türkiye tarihinde önemli bir yeri olan Taksim Gezi Parkı direnişinde polis şiddetinin araştırılması ve orantısız güç kullananların açığa çıkarılması, direniş esnasında yaşanan tüm ölüm, yaralanma ve gözaltı durumlarının rakamsal ve oluş biçimi olarak ortaya çıkarılması, polisin orantısız güç kullanması yönünde emir veren kişilerin ortaya çıkarılması, olaylar esnasında milliyetçi, cinsiyetçi ve militarist söylemlerle kışkırtma yapan grupların tespit edilmesi, meydanların halkın her türlü protesto hakkını kullanabileceği alanlar haline getirilmesi ve halkın demokratik tepkisini gösterebileceği ve en temel hakları kullanabileceği demokratik bir zeminin oluşturulması için yasal ve fiili önerilerin çıkarılarak Hükümete sunulması amacıyla Anayasanın 98’inci, İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ederiz. 05.06.2013


Sebahat TUNCEL
İstanbul Milletvekili          
          


GEREKÇE

İstanbul Taksim’de Gezi Parkı’nın yıkılarak yerine AVM inşa edilmesine karşı başlayan protestolar, talebin daha fazla ses getirmesiyle İstanbul’da kitleleşirken, Türkiye’nin pek çok yerinde de yankı uyandırmıştır. 28 Mayıs 2013 tarihinde başlayan eylemler devam ederek kitlelerin Taksim meydanına akmasıyla giderek daha da genişlemiştir ve tüm kamuoyunun da gündemine oturmuştur. Ancak AKP iktidarının anti demokratik yaklaşımı burada da kendini göstermiş, barışçıl bir şekilde kendi yaşam alanlarına sahip çıkan ve buna destek veren eylemcilere polis tarafından orantısız güç uygulanmıştır. Polisin saldırıları o kadar yüksek düzeye gelmiştir ki giderek artan itiraz polisin şiddeti ile daha da yükselmiştir.

Kendi yaşam alanlarının ellerinden alınmaması için başlatılan eylem esasında iktidarın tekçi, anti-demokratik ve toplumsal yaşama müdahale projelerine dair bir itiraza dönüşmüştür. AKP iktidarı tek başına iktidarda olmanın verdiği bir özgüvenle halkı yok sayarak sayısız ekolojiyi, yaşam alanlarını yok eden projelere imza atmaktadır. Yapılan HES’ler, Taksim yayalaştırma projesi, Galataport projesi adı altında sahillerin insansızlaştırılması, kentsel dönüşüm projeleri, 3. Köprü projesi gibi pek çok proje ile somut olarak bu zihniyetini göstermiştir. Halkın düşüncesi alınmadan, katılımı sağlanmadan, tepeden yapılan bu uygulamalara karşı da bir itiraz haline dönüşmüştür. Olayların yaşandığı zamanlarda sokaklarda yüzlerce kişinin yaralandığı, binlerce kişinin gözaltına alındığı bildirilmektedir. Biri İstanbul’da biri de Hatay’da olmak üzere iki genç hayatını kaybetmiştir. Ulusal medyanın tüm sansürlemesine ve olayları görmezden gelmesine rağmen sosyal medya ve vatandaşların aldığı görüntülerle polis şiddeti gözler önüne serilmiştir. Türkiye’de ana akım medya polisin şiddetini göstermezken yabancı basın olayları büyük bir ilgi ile takip ederek Türkiye’de yaşayanları dünya kamuoyuna anlatmıştır. Bu süre içerisinde Başbakan’ın yıkımda kararlı olduklarını hatta AKM’yi de yıkacaklarına yönelik açıklaması açıkça olayların devam etmesi için bir provokasyon olmuştur. Olayların en yoğun olarak yaşandığı günlerde Hükümet’ten sağduyulu açıklamalar ve halkın taleplerine karşı yanıt verebilecekleri yönünde adımlar gelmesi gerekirken aksine kışkırtıcı açıklamalar yapılmıştır. Başbakan kendisine oy veren insanları sokaklara dökmemek için zorlandıklarına yönelik açıklaması açıkça halkların, insanların birbirine karşı kışkırtılması yönünde bir tehdit içermektedir.

Olayların ilerlemesiyle gerek İdare Mahkemesinin kararı gerekse de hükümet sözcülerinin açıklamalarından hareketle protestoların amacına ulaşmasında güçlü bir kamuoyu duyarlılığı oluşmuşken, eylemlerin başladığı andaki içeriğinde dönüşüm yaratacak bazı yaklaşımlar gelişmiştir. Gösterilerde cinsiyetçi, ırkçı ve militarist bir dille farkı bir yöne evrilmesine yönelik bazı kişilerin müdahalesi olmaktadır. Direnişin bu yöne evrilmesinde ve bundan sonra yaşanabileceklerin tüm sorumluluğu olayları kışkırtan ve buna destek veren Hükümetin ve medyanındır. İnsanların kendi kentleri hakkında karar alabileceği bir yönetim şeklinin oluşturulması ve bir an önce baskıcı, anti-demokratik uygulamalardan vaz geçilmelidir. Polisi sınırsız yetkilerle donatan Polis ve Salahiyetler Kanunu’nun bir önce değiştirilmesi ve toplumsal muhalefeti tamamen bastırmaya yönelik hazırlanmış Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun demokratik bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Türkiye tarihinde önemli bir yeri olan bu direnişte özellikle polis şiddetinin araştırılması ve orantısız güç kullananların açığa çıkarılması, direniş esnasında yaşanan tüm ölüm, yaralanma ve gözaltı durumlarının rakamsal ve oluş biçimi olarak ortaya çıkarılması, polisin orantısız güç kullanması yönünde emir veren kişilerin ortaya çıkarılması, olaylar esnasında milliyetçi, cinsiyetçi ve militarist söylemlerle kışkırtma yapan grupların tespit edilmesi ve halkın demokratik tepkisini gösterebileceği ve en temel hakları kullanabileceği demokratik bir zeminin oluşturulması için yasal ve fiili önerilerin çıkarılarak Hükümete sunulması amacıyla bir araştırma komisyonunun kurulmasını önermekteyiz.