İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kabulünün 65. yılında Türkiye’de ve bölgemizdeki ihlaller utanç verici düzeydedir. Özellikle Suriye’de devam eden savaş dolayısı ile sivillerin yaşadığı dram, insanlık açısından yüz kızartıcı boyutta gerçekleşiyor. Mültecilerin daha güvenli yerlere sığınmak için gösterdikleri çaba, her gün yeni facia haberleri olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’nin insan hakları politikasından kaynaklı en önemli sorun alanı, hiç şüphesiz devam eden yaşam hakkı ihlalleridir. Son olarak Gever’de (Yüksekova), göstericilere yönelik silahlı müdahale sonucunda iki yurttaşımızın hayatını kaybetmesi, aslında geçtiğimiz yıla da damgasını vuran polis müdahale alışkanlığının son örneğidir. Gezi eylemleri boyunca ölüme sebebiyet verecek ölçüde aşırı güç kullanan polis ile ilgili etkin bir soruşturma ve yargılama sürecinin yaşanmamış olması, bu tavrın sistemli olduğunu gözler önüne seriyor.
İfade özgürlüğü insan haklarının göstergesidir. Muhalif gazetecilere yönelik baskılar yanında, gösteri ve yürüyüş hakkının fiilen engellenmesine yönelik tutum, insan hakları yaklaşımını ortaya koyuyor.
Roboski’de çoğu çocuk 34 sivilin hayatını kaybetmesinin üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen, sorumluların açığa çıkartılması ve cezalandırılmasına yönelik ciddi bir gelişmenin yaşanmamış olmasının sorumluluğu sadece yargıya havale edilemeyecek niteliktedir. Hükümetin bu konuda üzerine düşeni yerine getirmesi bir yana, konu adeta zamana yayılarak üstü örtülmeye çalışılıyor.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, iktidar temsilcilerinin, farklı inanç, kültür, kimlik ve yaşama biçimlerine yönelik aşağılayıcı, dışlayıcı, ayrımcı ve nefret suçu içeren söylemleri, güvenlik bürokrasisi ve yargının tutumunu da olumsuz yönde etkiliyor.
Türkiye’nin insan hakları sorunları teknik ve şekli iyileştirmelerle aşılamayacak düzeydedir. Bir kısmı Anayasa’dan kaynaklı olmak üzere hukuk düzenine dayanmakla birlikte, önemli bir kısmı da uygulamadaki tavırla ilgilidir. Cezaevlerinde hasta mahpuslarla ilgili yaklaşım ortadadır. Yüzlerce insanın tedavisi engelleniyor, adeta ölmeleri bekleniyor. Salıverilmeleri gerçekleştirilmiyor.
Yine seçilmiş milletvekilleri gibi, avukatların, siyasi parti yöneticilerinin, öğrencilerin, gazetecilerin, belediye başkanlarının ve meclis üyelerinin keyfi biçimde tutuklu bekletilmeleri ve adeta rehine muamelesine tabi tutulmaları kabul edilemez bir durumdur.
Seçim sisteminden kaynaklı haksızlığın giderilmesi konusunda sergilenen isteksiz tutum da, seçme ve yönetime katılma hakkını engellemekle kalmıyor, barışın inşasını imkansızlaştıran bir işlev üstleniyor.
İnsan hakları savunucularının tehdit altında olmaya devam ettiği bir ülkede, devletin kendi insan hakları örgütlenmesinin de güven verici, inandırıcı olması beklenemez.
Ayhan Bilgen
HDP Eşbaşkan Yardımcısı
10 Aralık 2013