Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; Bakanı dikkatle dinledim. Bugüne kadar ki pek çok basında yer alan açıklamaları da dikkatle izlemiştim. Fakat, hâlâ anlamış değilim. Bu silah sistemleri, hangi somut ve yakın tehdide karşılık kullanılmaktadır? Her şeyden önce şunu bilelim: Türkiye, Suriye ile savaşta mıdır, değil midir? Bu konuya net cevap istiyorum; bu cevap, bulanık bir biçimde ortada duruyor. Suriye ile bizim aramızda askerî bir husumet var mı, yok mu? Benim bildiğime göre Türkiye, Suriye’ye karşı bir husumet gösteriyor ama Suriye, Türkiye’ye karşı bir savaş ilan etmiş, Türkiye ile savaşa girişmiş, Türkiye’yi askerî bir tehdit altına almış değildir; bu yönde herhangi bir açıklaması, herhangi bir faaliyeti yoktur.
Şimdi, eğer öyleyse, bu silah sistemlerinin Türkiye’de kuruluşuna dair Bakanın verdiği askerî gerekçe şudur: “Balistik füze yetenekleri ve kimyasal silah stoku mevcut. Ülkemiz topraklarına bazı patlayıcılar düşüyor yani havan ve top. Bir de Suriye tarafından bir uçağımız düşürüldü.” Hâlâ bu uçağın Suriye hava sahasında ne aradığına dair derli toplu, tutarlı, askerî ve siyasi bir açıklama yapılmadı. Çankaya’da dinledik Hükûmet ve Genelkurmay yetkililerini. O tarihte, hâlâ bu uçağın kim tarafından ve nasıl düşürüldüğüne dair askerî bir bilgi elde yoktu, yorumlar vardı. Bugün dahi bu uçağın akıbetini bilmiyoruz. Yani bu bir hasmane saldırı sonucunda mı yoksa Türkiye’nin Suriye hava sahasını hasmane bir biçimde ihlal etmesi yüzünden mi yani doğru olmayan bir dış siyasetin sonucu olarak mı düşürülmüştür bilmiyoruz.
Şimdi, bu kimyasal silah stoku masallarına gelince, ben bunun hakikaten bir masal olduğunu düşünüyorum. Çünkü, 1’inci ve 2’nci Körfez savaşları söz konusu olduğunda, bütün Batı basını, özellikle Pentagon tarafından manipüle edilen basın, sistematik bir biçimde kitle imha silahlarından Irak’ta söz etti. Savaş bitti, Irak mahvoldu fakat bir tane kitle imha silahı deposu bulunamadı. Suriye’nin elindeki kimyasal silah depoları da aynen böyle bir rivayettir. Bunun hakikati hakkında, bunun doğruluğu hakkında kamuoyunu aydınlatan, siyasi partileri ya da Meclisi aydınlatan bir tane açık, net askerî bilgi burada ortaya konmuş değildir. Rivayet… Rivayet… Rivayet…
Şimdi, sonunda, bu Patriot füze sistemleri Türkiye’ye geldi. Bakıyoruz, Türkiye’nin esenliği için -Türkiye eğer bu silahları almazsa mahvolur- onun için Türkiye’ye geldiği söylenen bu silahların komutası NATO Müttefik Kuvvetler Komutanlığında. Türkiye’nin, bu komutanlıktaki payı kadar bu silahları kullanmak hakkı ve yetkisi. O zaman Türkiye’nin savunmasıyla NATO’nun savunması aynı şey midir? Yoksa Türkiye NATO’dan koruma istemiş ve bunun karşılığında önceliği elde mi tutmuştur? Benim gördüğüm kadarıyla böyle değildir.
Şimdi, bu ikna edici olmayan gerekçelerin dışında bir ikna edici gerekçe var mıdır? Evet, vardır. Avrupa diplomasi ve askeriye çevreleri, aslında bu Patriot füzelerinin Türkiye’ye konuşlandırılmasının, Türkiye’nin Suriye’de kendi başına hareket etmesine bir sınır getirmek, NATO kapsamı içerisinde bütün askerî faaliyetin sürdürülmesi için Türkiye’yi bir nevi denetim altına almak için getirildiği konusunu da açık açık konuşmaktadırlar. Nitekim, Patriot savunma sistemi denilen sistemler Türkiye’de kurulduğundan beri Türkiye’nin Suriye’deki isyancı unsurlarla ilişkisinde bir değişiklik olmuştur. Her şeyden önce El Kaide unsurlarıyla ilişkisini kesmiştir; Suriye Ulusal Konseyine Kürtlerin, PYD’nin katılmasını kabul etmiştir.
Netice olarak, Türkiye, Suriye’de kendi başına giriştiği maceradan çıkabilmek için NATO’nun uzattığı ipe tutunmuştur, bu iple beraber Suriye macerasını dengelemek yolundadır. Bu sistemlerin Türkiye’ye gelişinin biricik anlamı budur.
Bu silah sistemleri Körfez savaşlarında denendi. Suudi Arabistan’da yüzde 70, İsrail’de yüzde 40 oranında başarılı oldu. Yani buraya Irak’ın yolladığı scud füzelerinin her 100 tanesinden 30 tanesi Suudi Arabistan’ın ortasında patladı, İsrail’de de her 100 füzeden 60 tanesi İsrail’in ortasında patladı.
Şimdi, kimyasal silah taşıyan füze sistemlerini bunların havada yakalaması, imha etmesi ve bu sistemleri devreden çıkartmasının bu bakımdan askerî olarak da anlamlı bir sonuca yol açmayacağını bütün bu verilerden, bu maddi hakikatlerden görüyoruz. Kaldı ki Suriye’den kimyasal silahları Türkiye’ye karşı kullanacağına dair hiçbir işaret gelmedi. BBC, NBC gibi İngiltere’nin, Amerika Birleşik Devletlerinin merkezî askerî siyasetlerine yandaş yayın yapan yayın organlarında bu konuda bazı hareketlerden söz edildi, onları izledik. Deniliyor ki: “Silahlar depolardan çıkartılıyor başka depolara konuluyor fakat bunu niye yaptıklarını bilmiyoruz. O yüzden bunları bize atabilirler.” Böyle mi düşüneceğiz? Türkiye askerî siyasetine böyle mi karar veriyor? Böyle karar verebilir mi?
Bana sorarsanız, burada, Türkiye’nin özellikle Suriye’deki uluslararası emperyalist müdahaleye eklemlenmek bakımından kendi başına buyrukluğuna son veren, onu NATO düzleminde hizaya çeken bir operasyona Türkiye tabi olmuştur. Ama bununla birlikte son derece riskli bir başka durum ortaya çıktı. Türkiye’ye bu Patriot füzelerinin konuşlandırılmasına Rusya ve İran, Türkiye’nin iki yakın komşusu, son derece büyük bir güçle karşı çıktılar ve çıkmaya devam ediyorlar. Bunları kendilerine yönelik birer tehdit olarak görüyorlar. Şundan ötürü: Bunların elbette savunma sistemleri olduğun biliyoruz. Patriot füzesi atıp Moskova’ya bir şey yapamazsınız, Patriot füzesi atıp Tahran’a bir şey yapamazsınız ama onların kendi askerî faaliyetlerini sürdürmeleri bakımından daha önceki güç dengesini onların aleyhine değiştirmiş olduğunuz için ister istemez onların husumetini üzerinize çekersiniz.
Biz, komşularımızla gereksiz çatışmaya bizi sokabilecek uluslararası basınçlara göğüs gerebiliriz, buna meyletmek zorunda değiliz.
Daha dün Rusya’yla bir dizi anlaşma imzaladınız ama arka kapıdan buraya füzeleri soktunuz. Şimdi, siz, niçin dünyanın en büyük güçlerinden biriyle dostça geçinmek mümkünken, onlar sizin çıkarlarınıza halel getirmiyorken Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarı bunu gerektiriyor diye onların peşine takılıyorsunuz? Sabahtan akşama kadar konuşuyorsunuz: “Batı, Batı, Batı… Batı bize şöyle yapıyor…” “Batı” dediğiniz şeyin özü Pentagon ve NATO’dur. Siz, Pentagon ve NATO’nun doğrultusuna oturmuşsanız Batı ne diyorsa onu yapıyorsunuz. Ben de şimdi size soruyorum: “Amerika’nın dediğini yapmak zorunda mıyız? Mecbur muyuz Amerika Birleşik Devletleri’nin kuyruğunda, dümen suyunda hareket etmeye?
Mecbur muyuz Suudi Arabistan, Amerika ekseninde Orta Doğu’da yaşamaya? Orta Doğu’daki bütün halklarla, bütün inançlarla, bütün kültürlerle, bütün toplumlarla bir arada kardeşçe yaşamak varken Amerika Birleşik Devletleri’nin çektiği Sünni eksenin üzerine oturup İran’ı, Lübnan’ı, Suriye’yi düşman etmek makul mudur?
Türkiye’de kırk yıldır Amerika Birleşik Devletleri’nin hâkimiyetine karşı bir mücadeleden ve onun mirasından konuşuyoruz.