"İki toplum arasına gittikçe derinleşen bir duygusal uçurumun girdiğini, yüzlerce yıllık ortak yaşamdan geriye kalan hayli yıpranmış bağların da birer birer kopmakta olduğunu fark etmek için özel bir yeteneğe ihtiyaç yok. İşte barış adına çırpınıp duranların telaşı bu apaçık gerçeği görmeleridir. Bu ülkenin çok etnisiteli, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli bir toplum olduğu gerçeğini içimize sindirdiğimiz, yasal ve kurumsal yapımızı bu yönde yeniden düzenlemeye giriştiğimiz oranda çözüme yaklaşabiliriz."
Başbakan Erdoğan son olarak "önce silah bıraksınlar, operasyonlar sonra durur" dedi. Sizce çözüm buradan mı başlıyor?
"Önce silah bıraksınlar, operasyonlar sonra durur" ifadesi ilk defa kullanılmıyor. Ama sanki bu kez biraz daha kararlı bir tonda dile getirildiği izlenimini veriyor. Başbakan bu cümleyi kurarken PKK'ye dolaylı bir öneride mi bulunuyor, yoksa kamuoyuna "bakın ben barış kapısını büsbütün kapamış değilim" demek mi istiyor bilmiyoruz.
Eğer bu örtülü bir öneriyse bence karşılığı yok. Kamuoyuna olumlu bir mesaj vermek için söylenmişse de inandırıcılığı yok. Bu cümlenin arkasından "... sonra da kalıcı ve adil bir barış için müzakerelere başlarız" mealinde bir cümle gelseydi, belki karşı tarafta bir beklenti yaratabilirdi. O da olmayınca, bu ifadeden ancak PKK eylemlerinin amacının askeri operasyonları durdurmaktan ibaret olduğunu varsayarsak, anlamlı bir karşılık beklenebilirdi. Böyle bir varsayımın hiçbir gerçeğe tekabül etmediğini ise uzun boylu kanıtlamaya ihtiyaç yok herhalde.
Hiç kuşku yok ki çatışmaların son bulması, barışa doğru atılacak adımlar için çok daha müsait bir iklim yaratırdı. Ancak bütün bu yaşananlardan sonra bugün artık inandırıcı hiçbir vaatte bulunmadan PKK'den silah bırakmasını talep etmek işi yokuşa sürmekten başka bir anlam taşımıyor.
Oysa önce ortamı yumuşatabilecek ve Türk kamuoyunu rencide etmeden Kürt tarafında biraz olsun güven duygusu yaratabilecek, örneğin Abdullah Öcalan'ın infaz koşullarını normalleştirmek, avukatlarıyla yasal görüşme olanaklarını sağlamak gibi birkaç adım pekala atılabilirdi. BDP milletvekillerine karşı kullanılan dışlayıcı, rencide edici, yaralayıcı dilden uzaklaşılabilir, eleştirilerde sitem kıvamında bir serzeniş üslubu tercih edilebilirdi. Başbakan her çatışmadan sonra asker ve PKK'li kayıpların sayılarını yarıştırarak, izlediği stratejisinin başarısını kanıtlamaya çalışmak yerine, bir kez olsun ölen Kürt gençlerinin de "ana baba evladı" olduklarını anımsayabilir, birkaç insani sözcükle yanan yüreklere su serpebilirdi.
Bu adımların kendiliğinden çatışmaları sonlandıracağını asla beklemeden, çeşitli düzeylerde bir diyalog ortamının oluşturulması için, başta iktidar olmak üzere, barışı arayan siyasi aktörlerin sabır ve kararlılıkla taş üstüne taş koyarak çaba göstermeyi göze almaları gerekiyor. İşin bundan sonraki aşamaları çok sayıda uluslararası deney birikimleri ve araştırmalar ışığında adım adım ilerleyecektir. Yeter ki bu çabaları baltalamaya yönelik provokasyonlara ve yıpratıcı propagandalara teslim olunmasın.
Uluslararası örnekler bize, barış süreçlerinin daima yükselen bir başarı çizgisinde ilerlemediğini, zaman zaman her şeye sıfırdan başlanmasını zorunlu kılan geriye dönüşlerin, düş kırıklıklarının yaşanabileceğini gösteriyor. Bizdeki gibi yüz yılı aşkın kanlı bir geçmişe sahip sorunların çözümünde, bu tür iniş çıkışları kararlılıkla göğüsleyebilecek bir siyasi iradeye fazlasıyla ihtiyaç var.
Barış mücadelesini büyütmenin önündeki başlıca engeller neler?
Bence barışın önündeki en büyük engel, her düzeyde Kürtlere ve Kürt sorununa yönelik bilgisizlikler, önyargılar, paranoyalar, korkular, birikmiş kin ve intikam hislerinden oluşan toplumsal duygu dünyamızdır. Giderek yoğunlaşan bu olumsuz birikim, sadece bireyler, insan toplulukları için değil, başta yargı olmak üzere, bütün kurumlar için söz konusu. Günlük hayatın her alanında, sıradan mahalle gerilimlerinde, trafik kavgalarında, adliyede, karakolda, okulda, resmi devlet dairelerinde Kürt kimliğine sahip olmak, "olağan şüpheli" kabul edilmek için yeterlidir. Siyasilerin dillerinden düşmeyen "Kürt kardeşlerimiz" retoriğinin artık iyice panayır nakaratlarına döndüğünü görmemek mümkün değil. Kamuoyu araştırmaları Türkler arasında Kürt komşu, Kürt kiracı, Kürt ortak, Kürt eş istemeyenlerin oranı ürkütücü boyutlara çıkmış durumda.
Araştırmalar, Kürt toplumunda ortak hayat alanlarını Türklerle paylaşma konusunda henüz belirgin bir negatif tercih dikkati çekmiyor. Ancak, Güneydoğu'yu az çok tanıyan herkes, özellikle genç kuşakların duygu dünyalarında Türklere karşı derin bir güvensizlik ve öfkenin birikmekte olduğunu apaçık görüyor.
Kısaca iki toplum arasına gittikçe derinleşen bir duygusal uçurumun girdiğini, yüzlerce yıllık ortak yaşamdan geriye kalan hayli yıpranmış bağların da birer birer kopmakta olduğunu fark etmek için özel bir yeteneğe ihtiyaç yok. İşte barış adına çırpınıp duranların telaşı bu apaçık gerçeği görmeleridir.
Bu engeller nasıl aşılacak?
Çok zor ama umutsuzluğa düşecek kadar da zor değil. Gerçek bir barış ortamı sağlanırken, siyasi iktidarlar iki toplumun birbirini daha iyi tanıması için özel bir çaba gösterebilirse bir çok sorun zaman içinde aşılabilir. Çünkü sorunların önemli bir bölümü Türk toplumunun Kürtleri yeteri kadar tanımamasından kaynaklanıyor. Tersi aynı oranda geçerli değil. Kürtler bizi, bizim onları tanıdığımızdan çok daha iyi tanıyor.
Bu ülkenin çok etnisiteli, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli bir toplum olduğu gerçeğini içimize sindirdiğimiz, yasal ve kurumsal yapımızı bu yönde yeniden düzenlemeye giriştiğimiz oranda çözüme yaklaşabiliriz.