Yüz yıllık Cumhuriyet tarihinin utanç sayfalarından biridir 6-7 Eylül 1955 pogromu
Kuruluştan sonra hayata geçirilen tekçiliğe dayalı sistem kendini sol, sağ, muhafazakar, milliyetçi ve ümmetçi olarak tanımlayan tüm iktidarlarca satır satır okunarak hayata geçirilmeye çalışıldı. Ama bitmedi tekçilik kitabı, okunmaya devam ediyor. Gerek içerde, gerek komşuda, gerek denizaşırı topraklarda.
Anlaşmalarla korunmaya altına alınmıştı Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşların hakları. Korunamadı / korunmadı. NATO’ya girişi sağlayan, Seferberlik Tetkik Kurulunu oluşturan hükümetin bilgisi ve himayesinde gerçekleştirildi 6-7 Eylül 1955 olayları. Hepsi övünçle ifade edilen bir özel harp eylemiydi. Bazı sorumlular sembolik olarak yargılandı ama sonuç değişmedi; eylem amacına ulaşmıştı. Etnik arındırma ve mallara el koyma büyük oranda gerçekleşti.
Şimdi uygulamanın muhatapları gayrimüslimler kalmadığı için diğer halklara çevrilmiş durumda. Şark Islahat Planlarının güncellenmiş hali “Çöktürme Planları”, mülteci yerleştirme planları ile devam etmektedir.
1955 yılında Kıbrıs'ta yaşanan gerginlikler ve bunu takiben başta Hürriyet olmak üzere iktidarın güdümündeki gazeteler İstanbul'da yaşayan Rumlara karşı bir kışkırtma kampanyası başlattı. Bu kampanyanın arka planında doğrudan Menderes iktidarı bulunmaktaydı.
Türk kontra-gerillası tarafından tertiplenen Atatürk'ün doğduğu evin kundaklanması girişimi “Atatürk’ün Selanik’teki evini Rumlar kundakladı” yalan haberleri gazete manşetlerine taşındı. Rum karşıtlığı üzerinden yürütülen propaganda ile harekete geçirilen milliyetçi- ırkçı çevreler insanlık dışı bir yağma ve katliam gerçekleştirdi. Bu katliam ile hedeflenen tekçilik politikasında somutlaşan farklı ulusal kimliklerin ortadan kaldırılmak ve devlet idealinin son aşamasını da tamamlamaktır.
Olayların gerçekleştiği sırada Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan ve daha sonra generalliğe yükseltilen Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül pogromu hakkında “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi ve amacına ulaştı" demesi de bu tespiti doğrular niteliktedir.
Her zaman Bir utanç tablosu olarak hatırlanacak olan 6-7 Eylül'de aslında bugün uygulanan Türkiye’nin başka halklara ve kimliklere yönelik politikası inşa edilmiştir. Rum, Ermeni, Yahudi ve Müslüman olmayan halklara yönelik gerçekleşen bu katliam aynı zamanda ilmek ilmek örülen ortak tarihe, ortak kültüre, ortak değerlere dönük bir saldırıdır.
Başta İstanbul Adalar ilçesi dahil Rumların yaşadığı bütün ilçelerde olmak üzere İzmir, İskenderun, Çanakkale’de Rumlara karşı 6 Eylül’de başlayan ve 7 Eylül’de sürdürülen saldırı ve yağma harekâtında, resmi kaynaklara göre Rum, Ermeni ve Yahudi 12 kişi katledildi, yüzlerce insan yaralandı, yaklaşık 400 kadına tecavüz edildi. 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğradı.
Bu saldırıdan sonra can güvenliği kalmayan Rum yurttaşlar büyük ölçüde göç etti ve Türkiye’de sadece ‘bir avuç’ Rum kaldı. Bu tertiple bir yandan etnik temizlik gerçekleştirilirken bir yandan da Müslüman olmayan ahalinin mal ve servetlerine el konularak “milli ekonomi” için birikim yaratılıyordu.
Maalesef aynı politika ve uygulamalar hala yürürlükte. O zaman örgütlü kesimlerin katılımı ile yaşanan olaylar şimdi sistemin tüm yönlendirme ve politikalarıyla “sıradan faşizim” halleri olmaktadır.
Halkların Demokratik Kongresi Halklar ve İnançlar Meclisi olarak, 6-7 Eylül utancını bir kez daha hatırlatırken, tüm dillerden, kimlik ve inançlardan halklarımıza çağrımız şudur: Egemen aklın bitmeyen savaş çağrılarına karşı, eşitlik ve özgürlük mücadelesini yükselterek halkların kalıcı barışını ve kardeşliğini inşa edelim.
HDK Halklar ve İnançlar Meclisi