İnsan, kendi tarihinden ve pratiğinden süzdüğü emek bilinciyle insan oldu. Emeğin insanı metaya dönüştüren, insanlıktan çıkaran biçimine ise mücadele ve dayanışma iradesiyle ördüğü sınıf bilinciyle direnç geliştirdi. Bu bilinçle, baskı ve sömürünün en ağırının dayatıldığı koşullarda yüzbinlerce işçinin ortak mücadele gerçekliğini açığa çıkaran eylemler gerçekleştirdi. Sömürü sisteminin intikam almaya dönük geliştirdiği en ağır yönelimlere rağmen, geri çekilmek şöyle dursun, tüm yeryüzü proleteryasını kapsayacak genişliğe sınır tanımadan ulaşma yeteneğini gösterdi. Yer ve mekana dair sınırları yıktığı gibi, zamana dair sınırları da ortadan kaldıran sembolleri oluşturarak, ezilenlerin özgürlük ve eşit bir dünya için verdiği çabayı besleyen mücadele gelenekleri yarattı. 1 Mayıs 1886’da ABD ve Kanada’da zirvesine ulaşan hak arama mücadelesi ve 1889’da Paris’te kuruluşunu ilan eden 2. Enternasyonal ile burjuva hükümetin hareketi boğmaya dönük saldırılarını adeta ateşi gürleştirip hızlı bir şekilde etrafa yayan bir rüzgara dönüştürdü. Ve 1 Mayıs, “kurtuluş olacaksa tüm insanlığın kurtuluşuyla birlikte olacak” şiarını düstur edinmiş devrimci işçi hareketinin bayrağı olarak, proleteryayla birlikte sömürge halkları, ezilen köylüyü, özgürlük adına yürütülen davaların tamamında ve her daim en ön saflarında yer alan kadını ve gençliği birleştirdi.
132 yıllık bir mücadele geleneği olarak 1 Mayıs’ı 2021 yılında da pandemi koşulları altında karşılıyoruz. Kapitalizmin, etik ya da rasyonel bakımdan savunulacak hiçbir tarafının olmadığını tüm netliğiyle ortaya koyan pandemi gerçekliği, işçi sınıfı, ezilenler ve tüm özgürlük güçlerinin örgütlü mücadelesinin önemini her geçen gün daha belirgin olarak görünür kılmaktadır şüphesiz. Devletli sistem, hiç olmadığı kadar yaşamın tüm alanlarını yok edecek noktaya ulaşmış bulunmaktayken, 1 Mayıs da sermayeye ve sömürü sistemine karşı kadından ekolojiye, sömürge halklardan gençliğe, göçmenlerden işsizlere kadar uzanan geniş cephe için ortak bir mücadele değeri olarak güncellenmektedir. Sermaye, bir yandan “taşeron işçi” sistemiyle işçi için örgütlenme hakkı başta olmak üzere sahip olduğu hakların tamamını ortadan kaldırmayı hedeflerken, diğer yandan doğaya dönük saldırılarını azgınlaştırarak, gelecek kuşaklara ve tüm canlılara yaşam alanı bırakmamacasına yeryüzünü talan ediyor. Rize’de İşkencedere Vadisi, Cengiz İnşaat gibi, saray rejiminin kollarında büyüyen lümpen rantçı burjuvazinin saldırısına maruz bırakılırken, Soma ve Ermenek maden işçilerinin maaş ve tazminatları işçilerin canıyla kasasını dolduran patronlarca gaspediliyor. Savaşa, vurgunculuğa ve kayırmacılığa dayalı bir hal alan devlet sistemi ile neoliberalizmin çıkar ortaklığı çerçevesinde yürürlüğe giren özelleştirme politikaları, sermaye ve rant şebekelerinin saldırısına karşı toplumun direnme gücünü hedef alıyor. Kadına dönük eril baskı ve şiddet, iş alanlarında sermayenin emek üzerindeki tahakkümüyle birleşerek kadın için tam bir işkence sistemine dönüşüyor. Halkın seçimlerde iradesiyle belirlediği belediyelerden, bilim ve özgür düşünce yuvası diye sunulan üniversitelere kadar, tek adam rejiminin işgal memurları olarak toplumu ve gençliği kontrol altına almak için görevlendirilen kayyumlar, rejimden aldıkları açık çeke dayanarak işçi ve öğrenci örgütlülüğünün önünü almak için ihraçları, işten çıkarmayı, okuldan atmayı, iktidarın polisine işçi ve öğrencileri ispiyonlamayı bir silah olarak pervasızca kullanıyor. Pandemide ‘fedakarlığı’ işçiden, emekçiden, yoksul halktan bekleyen sermaye ve hükümeti, hastalık riskine rağmen canını alırcasına çalıştırdığı işçiyi tazminat ve işsizlik ödeneğinden mahrum bırakmak adına Kod29 garabetine dört elle sarılırken, tüm bu haksızlıkların toplumda biriktirdiği öfkeyi başka odaklara kanalize etmek adına savaş mağduru göçmenlerden LGBTİ+‘lara kadar geniş bir kesimi nefret diliyle hedef haline getirmeye kalkışıyor. Mezhepçilik, Kürt düşmanlığı ve Neo-Osmanlı hülyalarıyla, hayatları mahvedilerek mültecileştirilen Suriyeli emekçiler kasaların doldurulması için sınırsız istismara tabi tutuluyor; kayıtdışı çalışma eziyetinden cinayetlere varan fiziki ve psikolojik baskıya kadar, şiddetin her türlüsünün hak görüldüğü bir kitle olarak şovenist-ırkçı saldırılara karşı savunmasız bir konumda tutuluyor. LGBTİ+’lar, siyasi iktidarın neden olduğu tüm sorunların ve yol açtığı tüm yıkımların sebebi olarak hedef gösterilirken; din ve ahlak, iktidarın suç ve günahlarının örtbas edilmesi ve sorumluluğun başka odaklara yüklenmesinde istismar edilen birer araca dönüştürülüyor. İşçi ölümlerindeki dizginlenemeyen artış, işçi cinayetlerini gizlenemez bir hale getirmişken, bu gerçekliğin çocukları (çocuk işçiliği) da kapsayacak düzeye varması; sistemin, bekası için ‘yetişkin işçi’ ve ekolojiyle sınırlı kalmadan, yaşama, doğaya ve insana dair her şeyi sınırsızca yok edecek bir imha potansiyelini her geçen gün daha belirgin bir şekilde aktifleştirdiğini gösteriyor. Emekçinin hak arama mücadelesi, halkların barış içinde bir araada yaşama istemi, kadının ve gençliğin ise adeta her adımı her geçen gün faşizmin daha net form kazandığı bir savaş politikasıyla boğulmaya çalışılırken; dolandırıcılar ve mafya-çete reisleriyle boy boy görüntü veren devlet bakanlarında ifadesini bulan iktidar, kapitalizmin ülkemizdeki izdüşümü olarak, bir çürümeyi değil, kapitalizm ve despot devlet anlayışının doğasını gösteriyor.
Dünyada olduğu kadar ülkemizde de hayatı, yükü kaldırılamaz bir cendereye çeviren kapitalizmin saldırılarına karşı direnişler de taviz vermeksizin devam ediyor. Ermenek ve Soma maden işçileri haklarını almak için tüm engellemelere rağmen Ankara’ya yürüyüp rejime hesap soruyor. Kolluk kuvvetleriyle, alay komutanlarıyla devreye konan sindirme uygulamalarına karşı gözünü budaktan sakınmazcasına, katledilen çocuğunun, kardeşinin, arkadaşının davasına ikirciksiz sahip çıkacağını ilan ediyor. İşkencedere vadisinde nehirlerini, ormanlarını, hayvanlarını iş makinalarına karşı koruyan yöre halkı Karadeniz’in coşkulu direngenliğini temsilen sermayeye karşı doğal yaşamın savunusuyla işçi sınıfına mücadele yoldaşı oluyor. Kadınlar, “8 Mart”larda gösterdiği örgütlü gücünü, emek alanında maruz bırakıldığı çoklu sömürü ve baskı mekanizmasına boyun eğmediğinde de göstererek emek-sermaye savaşında ön safları terk etmeyeceğini ilan ediyor. Kürt halkı başta olmak üzere, bu topraklarda kimliği ve varlığı hedef alınan tüm halklar, geçerliliği proleterya için bir buçuk asır önce kanıtlanmış “tüm insanlığın kurtuluşu için mücadele verme” ilkesini esas alan paradigmaya daha sıkı sarılarak, halklar arası eşitliğe dayalı barış içinde bir arada yaşamın tohumlarını ekiyor.
Halkların Demokratik Kongresi böyle geniş ve çok boyutlu bir mücadele perspektifiyle 1 Mayıs’ı alanlarda emek, demokrasi ve özgürlük güçleriyle sahiplenmeye devam edecektir. 1 Mayıs İşçi Dayanışma ve Mücadele Günü’nde birleşik ifadesini bulan değerleri, yaşamın tüm alanlarını meclislerle örgütleyerek büyütmeyi sürdürecektir. Pandemiyle gelişen koşulları meydanları işçilere ve devrimcilere kapatmak için fırsat bilen saray rejimine yanıt, 1 Mayıs’a tarihsel anlamına denk bir şekilde takvim gününde sahip çıkmakla birlikte, yaşamın her anı ‘1 Mayıs’laştırılarak verilecektir. HDK, işçinin, kadının, gençliğin, kapitalist sistemden memnuniyetsiz tüm kesimlerin bir politik özneleşme süreciyle inşa ettiği yeni yaşamın örgütlü ifadesi olarak; işçi sınıfının kazanımlarıyla büyüttüğü 1 Mayıs mücadele ve dayanışma geleneğinin taşıyıcısı olmanın getirdiği görev ve sorumlulukları, zor dönemlerde sınanarak çelikleşmiş mücadele iradesi ve başarılar kadar yenilgiler ve hatalardan da süzerek berraklaştırdığı bilinçle coşku içinde üstlenmeye devam edecektir.
Yaşasın 1 MAYIS!
Bijî 1 GÛLAN!
Halkların Demokratik Kongresi
Yürütme Kurulu