Türkiye’de derinleştirilen ırkçılık ve ayrımcılığa karşı mücadeleyi büyütelim

22.03.2022

Göç ve Mülteciler Meclisimiz ile HDP Göçmen ve Mülteciler Komisyonu ortak açıklaması:

21 Mart 1960 tarihinde Güney Afrika’da ırk ayrımcılığını öngören yasaları protesto edenlere polis tarafından açılan ateş sonucunda 69 insan katledildi, 180 kişi yaralandı. “Sharpeville Katliamı” olarak adlandırılan bu katliamdan altı yıl sonra 21 Mart “Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü” ilan edildi.

Halkların eşit ve özgür yaşamını simgeleyen Newroz’u kutladığımız 21 Mart'ta aynı zamanda Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadele Gününü kutluyor ve nefret suçları, ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığına karşı da mücadelemizi sürdürüyoruz.  

Ne yazık ki başta Kürtler ve Suriyeliler olmak üzere çeşitli halklar ve inançlardan olan kişi ve topluluklara ve bu coğrafyanın kadim halklarının ibadethanelerine (sinagog ve kiliselere) yönelik ırkçı söylem, uygulama ve saldırılarda endişe verici bir artış gözlenmektedir. Evlerin işaretlenmesi; mal, hane ve işyerlerine zarar verilmesi, hatta vücut bütünlüğünü ve yaşam hakkını tehdit ve ihlal edecek saldırılara, katliamlara varan suçların işlenmesi bu ülkede toplumsallaşan ve kurumsallaşan ırkçılığın kanıtıdır.

Çoğu zaman AKP-MHP iktidarı tarafından yol verilen, desteklenen ve CHP-İyi Partili siyasetçiler tarafından da teşvik edilen, köpürtülen nefret söylemi-ırkçılık; kolluk kuvvetlerinin etkili soruşturma ve kovuşturma yürütmemesi, ilgili kamu kurumlarının önlemler almaması, nefret saikiyle işlenen suçların “münferit” olarak değerlendirilmesi ile cezasız bırakılmaktadır. Bu cezasızlık politikası, ırkçı saldırıların yeniden yaşanması için gerekli zemini hazırlamakta, ortaya çıkan ırkçı saldırılar döngüsü ise ülke içinde ve diplomaside siyasi ve ekonomik amaçlarla kullanılmaktadır. Türkiye her türlü ayrımcılığı yasaklayan ve 1 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek-12 numaralı protokolü onaylamadığı gibi ayrımcılıkla mücadelede kapsamlı ve yeterli bir yasaya da sahip değildir. Öte yandan, ırkçı saldırılara karşı ifade özgürlüğünü ve protesto, toplantı ve gösteri hakkını kullanmak isteyen demokrasi güçleri de polis şiddetinden nasibini almaktadır.

Irkçı saldırılar veya nefret suçları, sadece ırkçılığa maruz bırakılanları değil tüm halkları ve düşünceleri baskılıyor, toplumu ayırıyor, belli halk ve inançları ötekileştiriyor, mülksüzleştiriyor. Bu anlamda bir iktidar ilişkileri kümesi, ayrımcılıktan yararlananlar ve ayrıcalıklılar ile işbirlikçiler şiddeti yaratarak ülkedeki toplumsal barışı tehdit ediyor.

Mültecilerin hem ülke içinde seçmen konsolidasyonu vb. sebeplerle hem de dış ilişkilerde ekonomik ve siyasi güç kazanma amacıyla araçsallaştırılması ahlaki değildir. Cenevre Sözleşmesi’nin garanti altına aldığı geri göndermeme yasağına rağmen iktidar tarafından “geri göndereceğiz- geri göndermeyeceğiz” söylemine sıkıştırılan mülteciler, iradeleri olan, gitme ve kalma kararını verebilen özneler değil de birtakım edilgen varlıklar, nesneler olarak kamuoyuna lanse edilmektedir. Emperyalist devletlerin sömürgeci siyasetleri ve askeri müdahaleleri sonucu ülkeleri yaşanmayacak hale getirilen bu insanlar, daha iyi bir yaşam için her şeyi göze alarak kendilerini bu hale getirenlerin ülkelerine gitmeye çalışmakta, ancak gittikleri devletlerde yine ayrımcılığa ve saldırıya uğramakta ve hatta katledilmektedir.

Uluslararası Irk Ayrımcılığı ile Mücadele Gününün ilanının 56’ıncı yılında, Türkiye ve dünyada ırkçı ve şoven dalga ne yazık ki artarak yayılıyor. Irkçılığa karşı birlikte ve eşit-özgür yaşam için ortak mücadele sürdürme kararlılığımızı bir kez daha vurguluyoruz. Halkların Uluslararası Irk Ayrımcılığı ile Mücadele Gününü ve Newroz Bayramını kutluyoruz.  

HDK Göç ve Mülteciler Meclisi
HDP Göçmen ve Mülteciler Komisyonu