Sivas Katliamında Yaşamını Yitiren Canları Minnetle Anıyoruz

02.07.2019

35 canımızın, 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin insanlık değerlerinden yoksun güruh tarafından ateşe verilmesi sonucunda yaşamını yitirdiği Sivas katliamının 26. yılındayız. 26 yıldır katliama giden aşamaların “ısrarla” gölgede bırakılması, katliam sürecinde rol alanların cezasız kalması, davanın zamanaşımı gerekçesiyle kapatılması, katliamın bir plan çerçevesinde yapıldığının göstergesidir. Dönemin iktidar dinamiklerinin katliam karşısında ortaya koydukları yaklaşım, süreci açık etmektedir.

Hatırlayalım; Turgut Özal'ın ölümünden sonra cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel'in yerine DYP Genel Başkanlığı koltuğuna oturan ve Başbakan olan Tansu Çiller görevi devralalı henüz bir hafta olmuştu.

Çiller'in Madımak Oteli'nde yaşananların ardından söylediği sözler tartışma yaratacaktı: "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir."

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise olayın münferit olduğunu ve "Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmediğini" vurguluyordu:

"Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş... Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır... Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır."

Devlet sorumluluğundan, ciddiyetinden yoksun, yurttaş ilişkisini önemsemeyen, hamaset ve inkâr/asimilasyona başvurmaktan çekinmeyen bu iktidar klikleri, yıllar boyunca halklara karşı ahlaki olmayan bir tavır ortaya koymuşlardır.

Nitekim aynı yaklaşım, katliamdan yaklaşık 20 yıl sonra, davanın zamanaşımı gerekçesi ile düşürülmesi sürecinde de karşımıza çıkmıştır. 13 Mart 2012’de dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, düşürülen dava hakkında, ''Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar... Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemiyorum tabii onlar da var...'' diyebilmiştir.

Türkiye devlet dinamiği, yurttaş bağını yasa üzerinden Türk-İslam-Hanefi olarak belirlediği için, ayakta kalma ya da yönetme biçimini de bu karşıtlık ilişkisi üzerinden yürütülen bir devlet politikasına dönüştürmüştür. Halkların kültürel kavramlarını almış (Çerkes tavuğu, Tatar böreği, Kürt böreği, Kafkas oyunları) kendini değerleriyle ifade etmesine ise fırsat vermemiştir. Teklikler üzerinden inşa edilen bu devlet politikası, Anadolu ve Mezopotamya gibi halklar mozaiği bir coğrafyada kadük, işleyemez haldedir ve sürekli katliam/kırım yöntemleriyle ayakta kalmaya çalışmaktadır. Koşullar halklar için bir kriz ortamı doğururken etnik, inançsal, kültürel, sosyal değerlerinden koparılmıştır. Yapay teklik ideolojisi, gerçek ve uygulanması mecburmuş gibi gösterilerek, sınırları devlet ve iktidar aygıtının ihtiyaçlarına göre belirlenmiş, tek tip devşirme bir nüfus yaratılmaya çalışılmaktadır. Lakin katliam dönemi “kadrolarına” bakıldığında Anadolu halk ve inanç dinamiklerinin ahlaki-toplumsal değerlerinden ne kadar da yoksun profiller olduğu görülecektir.

Sivas katliamını Malatya, Maraş, Çorum katliamlarının bir devamı olarak değerlendiriyoruz. İktidar ve devşirme bürokratik oluşumlar; darbe dinamikleri ile ayakta kalmaya çalışmış, inancı iktidar aracı yaparak inancın ve etnik kimliğin ahlaki-toplumsal dokusundan sapmış tekçilik-ırkçılık ikilisi ile suç bagajı oluşturan bir tarihi bugün Türkiye halklarının sırtında ağır bir yüke dönüştürmüştür. Türkiye halklarını kendi suçuna ortak etmek amacıyla da karşıtlık üzerinden yeni yeni krizler yaratmaktan geri durmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın tek karşılığının “Türk olmak” türünden bir baskıya dönüşmesi, ülkenin demokratik olgunluk sürecini zayıflatmakta, halkları davası görülmeyen suçlarla baş başa bırakmaktadır. Bu durum iç ve dış siyasi-diplomatik tüm ilişkilerde çatışan, kasılan, örtülü, samimiyetten yoksun, korunmacı, esnekliği olmayan politika ve yönetim biçimini dayatmaktadır.

Halkların Demokratik Kongresi Halklar ve İnançlar Komisyonu olarak Sivas Madımak Oteli’nde yaşamını yitiren 35 can şahsında katliamlarda yaşamını yitiren canları saygı ve minnetle anıyoruz. Katliamda yaşamını yitirenler arasında, kültürel dokumuzu kuvvetle ören aydınlar, edebiyat eleştirmenleri, şairler, ozanlar da yer almakta idi. Yokluklarının yarattığı uğultu asla dinmeyecek. Halkların birlikte yaşam kültürlerini yok sayarak savaş ve katliam doğuran devlet ve yönetim yaklaşımlarının son bulması için; Türkiye halkları olarak varlığın doğduğu toprakta yaşam hakkını kutsal sayıyor; ortak yaşamın, tüm renklerin birbirini anladığı ve ifade ettiği, barış içerisinde ortak vatanlara dönüşebileceğine olan inancımızı yeniliyoruz.

 

Halkların Demokratik Kongresi

Halklar ve İnançlar Komisyonu