35 canımızın,
2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin insanlık değerlerinden yoksun güruh
tarafından ateşe verilmesi sonucunda yaşamını yitirdiği Sivas katliamının 26. yılındayız.
26 yıldır katliama giden aşamaların “ısrarla” gölgede bırakılması, katliam
sürecinde rol alanların cezasız kalması, davanın zamanaşımı gerekçesiyle
kapatılması, katliamın bir plan çerçevesinde yapıldığının göstergesidir. Dönemin
iktidar dinamiklerinin katliam karşısında ortaya koydukları yaklaşım, süreci
açık etmektedir.
Hatırlayalım; Turgut Özal'ın
ölümünden sonra cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel'in yerine DYP Genel
Başkanlığı koltuğuna oturan ve Başbakan olan Tansu Çiller görevi devralalı
henüz bir hafta olmuştu.
Çiller'in Madımak Oteli'nde
yaşananların ardından söylediği sözler tartışma yaratacaktı: "Çok şükür,
otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir."
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel ise olayın münferit olduğunu ve "Alevi-Sünni çatışmasına
dönüşmediğini" vurguluyordu:
"Olay münferittir. Ağır
tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş... Güvenlik kuvvetleri
ellerinden geleni yapmışlardır... Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur.
Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır."
Devlet sorumluluğundan, ciddiyetinden yoksun, yurttaş ilişkisini önemsemeyen, hamaset ve inkâr/asimilasyona başvurmaktan çekinmeyen bu iktidar klikleri, yıllar boyunca halklara karşı ahlaki olmayan bir tavır ortaya koymuşlardır.
Nitekim aynı yaklaşım, katliamdan yaklaşık 20 yıl sonra, davanın zamanaşımı gerekçesi ile düşürülmesi sürecinde de karşımıza çıkmıştır. 13 Mart 2012’de dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, düşürülen dava hakkında, ''Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar... Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemiyorum tabii onlar da var...'' diyebilmiştir.
Türkiye devlet dinamiği, yurttaş bağını yasa
üzerinden Türk-İslam-Hanefi olarak belirlediği için, ayakta kalma ya da yönetme
biçimini de bu karşıtlık ilişkisi üzerinden yürütülen bir devlet politikasına
dönüştürmüştür. Halkların kültürel kavramlarını almış (Çerkes tavuğu, Tatar
böreği, Kürt böreği, Kafkas oyunları) kendini değerleriyle ifade etmesine ise
fırsat vermemiştir. Teklikler üzerinden inşa edilen bu devlet politikası,
Anadolu ve Mezopotamya gibi halklar mozaiği bir coğrafyada kadük, işleyemez
haldedir ve sürekli katliam/kırım yöntemleriyle ayakta kalmaya çalışmaktadır. Koşullar
halklar için bir kriz ortamı doğururken etnik, inançsal, kültürel, sosyal
değerlerinden koparılmıştır. Yapay teklik ideolojisi, gerçek ve uygulanması mecburmuş
gibi gösterilerek, sınırları devlet ve iktidar aygıtının ihtiyaçlarına göre
belirlenmiş, tek tip devşirme bir nüfus yaratılmaya çalışılmaktadır. Lakin
katliam dönemi “kadrolarına” bakıldığında Anadolu halk ve inanç dinamiklerinin
ahlaki-toplumsal değerlerinden ne kadar da yoksun profiller olduğu
görülecektir.
Sivas katliamını Malatya, Maraş, Çorum
katliamlarının bir devamı olarak değerlendiriyoruz. İktidar ve devşirme
bürokratik oluşumlar; darbe dinamikleri ile ayakta kalmaya çalışmış, inancı
iktidar aracı yaparak inancın ve etnik kimliğin ahlaki-toplumsal dokusundan
sapmış tekçilik-ırkçılık ikilisi ile suç bagajı oluşturan bir tarihi bugün
Türkiye halklarının sırtında ağır bir yüke dönüştürmüştür. Türkiye halklarını
kendi suçuna ortak etmek amacıyla da karşıtlık üzerinden yeni yeni krizler
yaratmaktan geri durmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın tek
karşılığının “Türk olmak” türünden bir baskıya dönüşmesi, ülkenin demokratik
olgunluk sürecini zayıflatmakta, halkları davası görülmeyen suçlarla baş başa
bırakmaktadır. Bu durum iç ve dış siyasi-diplomatik tüm ilişkilerde çatışan,
kasılan, örtülü, samimiyetten yoksun, korunmacı, esnekliği olmayan politika ve
yönetim biçimini dayatmaktadır.
Halkların Demokratik Kongresi Halklar ve İnançlar
Komisyonu olarak Sivas Madımak Oteli’nde yaşamını yitiren 35 can şahsında katliamlarda
yaşamını yitiren canları saygı ve minnetle anıyoruz. Katliamda yaşamını
yitirenler arasında, kültürel dokumuzu kuvvetle ören aydınlar, edebiyat
eleştirmenleri, şairler, ozanlar da yer almakta idi. Yokluklarının yarattığı
uğultu asla dinmeyecek. Halkların birlikte yaşam kültürlerini yok sayarak savaş
ve katliam doğuran devlet ve yönetim yaklaşımlarının son bulması için; Türkiye
halkları olarak varlığın doğduğu toprakta yaşam hakkını kutsal sayıyor; ortak
yaşamın, tüm renklerin birbirini anladığı ve ifade ettiği, barış içerisinde
ortak vatanlara dönüşebileceğine olan inancımızı yeniliyoruz.
Halkların Demokratik
Kongresi
Halklar ve İnançlar
Komisyonu