KORONAVİRÜS (COVID-19) salgını yeryüzünde kitlesel ölümlere yol açarak ve derin ekonomik, toplumsal ve siyasi krizleri tetikleyerek yayılmasını sürdürüyor. Salgının ülkemizdeki yayılması ise AKP-MHP iktidarının politikaları yüzünden her geçen gün hız kazanıyor.
Hükümet, İran sınırını kapattığını 25 Şubat’ta açıkladığı halde; Van Valiliği sınırın 26 Mart’tan itibaren kapatılacağını hükümet açıklamasından bir hafta sonra duyurdu. Sınırın kapanıp kapanmadığı hala belirsiz. Salgın Çin Halk Cumhuriyeti’nde ve komşumuz İran’da başladıktan günler sonra 21 binden fazla insan Umreye götürüldü ve bu insanların sadece son kafilesi karantina altına alındı. Bu kişilere turizm şirketi tarafından ülkeye dönüş yolculuğunda ateş düşürücü parasetamol verildiği ve böylece karantinadan kaçırıldıkları ortaya çıktı.
İtalya’da salgın binlerce can aldığı halde İtalya limanlarından İzmir’e Ro-Ro seferleri hala durmuş değil. ABD’de salgının merkezi konumundaki New York’tan İstanbul’a direk uçuşlar 25 Mart’ta durduruldu. Keza diğer yurtdışı uçuşların tamamen durdurulması ve iç hatlarda ciddi bir daralma kararı da ancak 25 Mart’ta verilebildi.
Camilerde Cuma namazlarına ve cemaatle namaz kılmaya, salgın başladıktan çok sonra, 16 Mart’ta son verildi.
Salgınla ilgili bilgiler açık ve şeffaf biçimde paylaşılmalıdır.
11 Mart’ta Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen COVID-19’un vahametinin kavranmadığı, ortaya koyulan yaklaşımlar ve salgına karşı yeterince önlem alınmaması ile apaçık görüldü.
Devletin, salgının yayılmasını önlemek için alması gereken önlemlerin başında, en başından hastalığın ülke içine girişini engelleyecek sıkı tedbirler olmalıydı. Seyahatler ile ilgili sınırlamalar ülkelerin mevcut salgın durumu göz önüne alınarak peyderpey uygulandı ve yurt dışı seyahatlere yeterince sınırlama getirilmedi. İlk importe olgular ise hızla tespit edilmeliydi ve gerekli izolasyon önlemleri alınmalıydı. Pandemi öngörülmeli, hastaneler gerek tıbbı malzemeler gerekse yoğun bakım ve yatak ihtiyacı göz önüne alınarak hazırlıklı hale getirilmeli, sağlık personelinin kaygı duymadan çalışmasını kolaylaştıracak kişisel koruyucu donanımlar sağlanmalıydı. Hastalığın ülkemiz içinde yayılmaya başlaması itibari ile TTB ve diğer emek-meslek örgütleri ile beraber süreç şeffaf olarak yürütülmeli, tanı testleri yaygınlaştırılarak vakalar tespit edilmeli ve sıkı izolasyon önlemleri alınmalıydı.
Bu çerçevede sağlık, su, enerji, iletişim, temizlik, gıda tedarik zinciri gibi sektörler dışındaki üretim faaliyetinin durdurulması gibi köklü ve akılcı kararlar alınmalı, toplum hareketliliği sınırlandırılmalı idi. Toplumun yaşam için gereksinimleri karşılanmalı ve dayanışma ağlarıyla toplumsal bir mücadele başlatılmalıydı. AKP-MHP iktidarı ise “herkes kendi olağanüstü halini kendisi uygulasın” gibi ciddiyetsiz açıklamalarla sorunu hafife almaya devam etti. Çünkü bu yönde bir karar alınması halinde evinde kalacak milyonlarca emekçinin yaşamını sürdürmesi için gerekenlerin sorumluluğunun devlet tarafından üstlenilmesi ve bu ailelere doğrudan gelir transferi sağlanması yükümlülüğünden kaçınmayı tercih ettiler. Üstelik böylece salgının durdurulamamasının sorumluluğu da halkın omuzlarına yüklenmiş oldu.
Salgına karşı Batı’da gösteriliyor gibi yapılan hassasiyet, Kürdistan’da bu boyutlarda bile söz konusu değil. Toplumun salgın önlemleri noktasında beklentileri bir yana, alışılagelmiş politikalar hız kesmeden devam ediyor, hatta salgın fırsata çevrilerek HDP belediyelerine kayyımlar atanıyor, operasyonlar yapılmaya devam ediyor. Tüm dünyada salgının vahameti çarpıcı bir boyutta sergilenip çözüm arayışları söz konusu iken, AKP-MHP iktidarı Kürtler açısından değişen bir şey yok algısı oluşturuyor ve saldırılarına devam ediyor. AKP-MHP iktidarı, Kürt halkının bir de salgına maruz kalarak insani bir trajedi yaşamasının koşullarını muhafaza ediyor.
Salgının hızı, boyutları, sonuçları ve ülkenin hangi yörelerinde görüldüğüne dair bilgiler, halklarımızın çok iyi tanıdığı bir devlet refleksiyle gizli tutuldu. Salgın nedeniyle hastanelere giden yurttaşlara test yapılmadı, hastalıklarına ve gerçekleşen ölümlere başka teşhisler konuldu. Var denilen sağlık malzemelerinin olmadığı; temin edildi denilenlerin temin edilmediği görüldü. Aynı gün Sağlık Bakanı’nın verdiği hasta sayısı ile Erdoğan’ın verdiği sayı arasında üç kat farklılık mevcuttu.
Bütün bu tutumlar, devlet kurumlarının paylaştığı resmi bilgilendirmeye güven olmayacağı konusunda halkların kadim deneyimini bir kez daha doğruladı. Demokratik muhalefetin doğru ve gerçek bilgi kaynağı olacak bir odak yaratması derin bir ihtiyaç olarak görünür oldu.
İktidar, salgını, rant ve irade gaspı için bir fırsat olarak görüyor.
AKP-MHP Hükümeti’nin salgına karşı açıkladığı “destek paketi” ise, kime hizmet edildiğini ve kimin gözden çıkarıldığını gösterdi. 100 milyar lira olduğu ilan edilen paketten, desteğe muhtaç emekçi aileleri için ayrılan kısım paketin sadece %2’sini oluşturdu. Bu destekten faydalandırılacak 1,8 milyon aileye, bir yıl boyunca ödenecek yardım miktarı sadece 1.100 TL idi. Pakette bu rakama en düşük emekli maaşının 1.500 TL’ye çıkarılması gibi küçük bir ek yapılmıştı.
Buna karşılık, konut kredilerinin oranının yükseltilmesi; işçilerini ücretsiz izne çıkaran veya düpedüz işten atan patronların yerine, asgari ücretin %60’ı kadar desteği devletin karşılaması, patronlara sicil affı getirilmesi, böylece kredi kullanabilir hale gelmeleri, kamu bankalarının kredi musluklarını bir kere daha açması gibi önlemler, başta iktidara en yakın 5 müteahhit firma olmak üzere, sermayeye hizmet paketinin asıl gövdesini oluşturuyordu.
Öte yandan İçişleri Bakanlığı salgın hakkında bilgi paylaşan binlerce kişiyi operasyonlar düzenleyerek gözaltına alıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı her gece, salgın nedeniyle dini törenle gömülmeyen cenazeleri bahane ederek, bütün camilerin minarelerinden olabildiğince yüksek sesle konuşmalar, ilahiler ve salalarla topluma tehditkâr mesajlar veriyor.
Aynı tarafgir politika, kapasitesinin üzerinde tutuklu bulunan ve bu nedenle salgın koşullarında büyük bir tehlike altında bulunan cezaevlerini kısmen boşaltmak üzere hazırlanan “infaz yasası” değişiklik teklifinde ortaya kondu.
Öncelikle bütün tutukluların tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması yoluna hala gidilmiş değil.
Uyuşturucu suçları, cinayet, kadınlara karşı şiddet, çocuk istismarı gibi suçlar tasarıda infaz indirimine konu olabiliyorken; muhalif siyasetçiler, basın mensupları ve düşüncelerini ifade ettikleri için cezaevlerinde bulunanlar tasarının kapsamı dışında bırakılıyor. Dahası, hükümetin niyeti tasarı yasalaştığında tahliye olacak 100 bin civarında adli suçludan boşalan yerlere de muhalifleri doldurmak gibi görünüyor.
AKP-MHP hükümeti, salgının varlığını resmen kabul etmediği esnada Yunanistan ve Bulgaristan sınırına yığdığı; sahil kasabalarında insan tacirlerinin ve denizin insafına teslim ettiği mültecileri, AB’ye bu yolla baskı yapamayacağını anladıktan sonra, zorla sınıra yığdığı gibi; gene zorla otobüslere doldurarak Anadolu şehirlerine gönderdi. Umreden dönenlerin yanı sıra, her türlü sağlık hizmetinden yoksun olarak, devlet zoruyla oradan oraya sürüklenen mülteciler de salgının hem kurbanı hem de muhtemelen taşıyıcısı oldular.
Salgın süresince, dünyada yapılan araştırmalarda kadına yönelik şiddet vakalarının ve çocuk istismarının “evde kal “çağrılarıyla eş zamanlı olarak yükseldiği konusunda bir veriyle karşı karşıyayız. Ancak şu ana kadar ülkede bu konuyla ilgili bir tedbir olmadığını görüyoruz.
Bununla beraber evde kalın çağrılarıyla toplumun en yoksul olan kesimi kadın yoksulluğunun arttığı da görülmektedir. Çünkü kadınlar olağan koşullarda bile güvencesiz bir biçimde çalışıyordu ve bu süreçte birçok kadın ücretsiz izne ayrılmak zorunda kaldı ya da işlerinden çıkarıldı. Dolayısıyla bu da kadınların ekonomik olarak kendilerine yetmeyecek durumda olmaları söz konusu olduğundan ev içi şiddet söz konusu olunca buna katlanmak zorunda kalmalarını getiriyor.
Kadın kurumlarıyla birlikte yapılan araştırmalarda, salgın süresince sığınaklara mevcut durumda yalnızca çok yüksek can güvenliği riski olan kadınların alındığı ortaya çıktı. Bu kriterler de maalesef şeffaf olmadığı için kadınlar sığınma evlerine giderken hangi koşullarda gidebileceklerini bilmiyorlar. Yine sığınma evlerine gitmek için darp raporu ve korona testi isteniyor ve bunlar polis aracılığı ile yapılıyor. Kadınlar bu yollara başvurma konusunda tedirginlik yaşıyor.
Salgının Türkiye toplumunu kasıp kavurmaya başladığı; hasta ve salgından ölen sayısının tırmanışa geçtiği günlerde; yoksul emekçilere doğrudan gelir desteği vermekten kaçınan hükümetin Kanal İstanbul ihalesi yapması ve bu proje için sadece bu yılın bütçesine 8 milyar lira ödenek koymuş olması, hükümetin niteliği ve niyeti konusunda son şüpheleri de ortadan kaldırdı.
Salgının kıyıma dönüşmemesi için zorunlu önlemler derhal alınmalıdır!
AKP-MHP iktidarının Türkiye toplumunu yalnız bıraktığı, gözden çıkardığı; halka karşı zerre sorumluluk duymadığı ortadadır. Ülkeyi sadece bir sömürü ve yağma alanı olarak gören ve sadece sermayeye; en çok da yandaş 5 müteahhit firmasına hizmet eden bu hükümetin karar vericileri “sürü bağışıklığı'ndan söz ederek toplumu salgının insafına ve kıyımına terk eden iktidarların başında gelmektedir.
Bu bilinçle iktidarı topluma karşı sorumluluklarının yerine getirmeye davet etmek; bunu yapmaya zorlamak, sorumlu davranmadığı ölçüde varlığının meşruiyetini sorgulanır hale getirmek doğru bir yaklaşımdır.
- Devlet özellikle gıda tedarik zincirinde bir kopma yaşanmasına karşı tedbirli olmaya zorlanmalı, zaruri ihtiyaçlar dışındaki üretim faaliyetleri durdurulmalı, toplumun fiziksel hareketliliğinin asgari düzeye indirilmesi için kamu emekçilerine, işçilere ücretli izinler verilmeli ve serbest meslek sahipleri ekonomik teşviklerle evde kalmaya özendirilmeli ve özel hastaneler dahil bütün hastanelerde salgınla ilgili sağlık hizmetleri herkes için parasız olmalıdır.
- Cezaevlerinde bulunan bütün tutuklular, tutuksuz yargılanmak üzere derhal salıverilmelidir.
- Kadınların ve çocukların ev içi şiddete ve istismara daha çok ve daha yoğun uğrayacağı göz önünde bulundurularak şiddetle mücadeleye yönelik daha etkili ve çok dilli mekanizmalar kurulmalı ve var olan mekanizmaların etkinleştirerek kadınların başvuru yapmasının önü açılmalıdır.
Toplumu, kıyıcılığı kanıtlanmış bir iktidarın vicdanına terk edemeyiz.
“Üretimin ve ihracatın devamı en önemli önceliğimiz” diyen Erdoğan rejimine karşın bize düşen görev, insan yaşamını ve toplum sağlığını öncelemenin yollarını toplumsal dayanışmayla oluşturmaktır. Bu bilinçle oluşturulan halk dayanışma ağları ve benzeri çabalar yeni bir yaşamı inşa etmenin hem deneyimleri hem de umut kaynağı olarak kendini gösterecektir.
İnsanlarımız, özellikle Kürt şehirlerinde “sokağa çıkma” yasağı ile ilgili kötü hatıralara sahiptir. “Sokağa çıkma yasağı”nı değil; sağlığımızı koruyabilmek için, çok katı izolasyon ve karantina şartlarının sağlanması gerektiğini özenle anlatmaya devam edeceğiz.
İnfaz yasasında değişikliklerde insanilik etiği, eşitlik ve adalet ilkeleri yegâne kriter olmalıdır. Muhalif siyasetçiler, basın mensupları ve düşünceyi ifade suçlamasıyla cezaevlerinde tutulanlar ve siyasi hükümlüler ayrımcılığa maruz bırakılamaz.
İktidarın, sanki salgının yayılmasının sorumlusu onlarmış gibi topluma hedef gösterdiği yaşlılar, kronik rahatsızlıkları olanlar ve mülteciler bu sinsi saldırının hedefi yapılamaz.
Biz Halkların Demokratik Kongresi olarak toplumun her kesimiyle birlikte insanlar arasında fiziki mesafeyi genişletirken bütün gücümüzle sosyal mesafeleri daraltmaya, toplumsal dayanışma ağlarını oluşturmaya ve/veya geliştirmeye; mevcutlara eklemlenerek yaygınlaştırmaya devam edeceğiz. Mümkün olduğu ölçüde hiçbir emekçiyi, yoksulu ve yardıma ihtiyaç duyan hiç kimseyi yalnız ve çaresiz bırakmayacağız. Mahallelerde kimsenin aç ve açıkta kalmaması için dayanışma ağlarını örmeyi sürdüreceğiz.
Dünyada yükselen özneleşmenin belirtilerinin, salgın vesilesiyle henüz oluşan veya var olanların geliştirildiği yerel dayanışma ağlarının gücüyle neoliberalizme ve otoriterizme karşı yükselen seslerin bir parçasıyız. Salgına karşı dayanışmayla, toplumu savunmaya devam edeceğiz.
HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ
YÜRÜTME KURULU