HDP SAĞLIKLI OLMAYI ÖNCELİKLER ve SAĞLIĞI TOPLUMSAL BİR HAK OLARAK GÖRÜR
HDP;
Toplumun sağlığının geliştirilmesini ve sağlığının korunmasını önceleyen bir yaklaşımı benimser. Bu nedenle, bireyin sağlığını ihmal etmeden toplumsal sağlığını öne çıkartır.
Toplumun ya da bireyin sağlıklı olması sadece sağlık hizmetleri ile sınırlı değildir. Hatta toplumun sağlık olabilmesi için öncelikle barışa, sömürünün olmadığı bir toplumsal yaşantının belirleyiciliğinde, toplumun gereksinimi olduğu kadar sağlıklı ve güvenli çalışma yaşamına, sağlıklı ve güvenli konutta barınmaya, yeterli-dengeli beslenmeye, yeterli ve yerinde enerji kullanımına, ekolojik kentlere-yaşam ortamlarına, kendini gerçekleştirme ve geliştirme olanaklarına vb. ihtiyaç olduğunu kabul eder.
İnsanı doğanın bir parçası olarak görür. Yapılan tüm çalışmalarda olduğu gibi, sağlıkla ilgili çalışmalarda da doğa ve insanı bir bütün olarak görür.
Sağlık hizmetinin hem bir iktidar alanı olmasına hem de birey ve toplum üzerinde hegemonya kurarken bir iktidar aracı olarak kullanılmasına karşı çıkar. Bu nedenle, “toplumun sağlığını kapitalizmin ve iktidarın insafına bırakılamaz“ şiarını benimser.
Kapitalist üretim ilişkilerini, erkek ve devlet iktidarını sağlığımızı en önemli tehdit edici toplumsal faktörler olarak görür. Sağlık hizmetlerinin kapitalist üretim ilişkilerinin ve bu ilişkilerin tekrar tekrar ürettiği erkek egemenliğine ve devletin baskı aracı olarak kullanılmasına karşı çıkar.
“Yeni yaşam” çağrısı, aynı zamanda siyasal sağlığın önemine dikkat çeker. Toplumun “sağlığı ile ilgili söz söyleyebilmesini ve özgür yaşam hakkını savunabilmesini” siyasal sağlık için vazgeçilmez görür.
Sağlıklı olmayı toplumsal bir hak olarak görür. Sağlık hizmetlerinin parasız, kamusal, basamaklı, toplum gereksinimi odaklı, sağlığın geliştirilmesini ve korunmasını önceleyen, hizmeti toplumun ayağına götüren, ağız-diş sağlığı, ilaç-eczacılık, bakım, tedavi, rehabilitasyon hizmetlerini ayrılmaz bir bütün olarak, sağlık hizmetlerin üretiminden, sağlık emekçilerinin dağılımlarına kadar, eşit, ulaşılabilir, anadilinde ve cinsiyetçi olmayan, sağlık emekçilerinin kolektif dayanışmasıyla her aşamasında toplumda her bireyinin “katılımını” esas alan ve insanın yaşadığı her yere sağlık kurum ve kuruluşunu inşa eden bir anlayışla sürdürülmesini hedefler.
HDP SAĞLIKSIZ OLMAYI YARATAN KOŞULLLARI ORTADAN KALDIRMAYI HEDEFLER…
Hastalık üreten, sürekli insan sağlığını bozan bir toplumsal yapıda sağlıklı olma haline kavuşamayacağımız bir gerçektir.
HDP, toplumu ve bireyi sağlıksız kılan sorunları sadece bireysel risk faktörleriyle ya da onların sonuçlarıyla açıklamaz. Çünkü bunlar sorunun gerçek nedenleri değil, tersine, yüzeyel nedenleridir. HDP, toplumu ve bireyi sağlıksız kılan toplumsal sorunların birbirinden bağımsız olmadığını bilir. Toplumsal sağlık sorunların kökeninde kâr için üretim anlayışının hâkim olduğu kapitalist üretim ilişkileri; kapitalizmin daha önceki sınıflı toplumsal yapılardan devraldığı ve daha da güçlendirdiği iktidar ilişkileri; erkek egemen, otoriter, hiyerarşik ve muhafazakar kapitalist devlet ve insan merkezli doğa yaklaşımının olduğunu bilir. Böylesi ilişkilerle;
- Savaş
- İşsizlik
- Yoksulluk
- Göç
- Hava, toprak, su gibi çevre kirliliği…
- Su için para öder hale gelme ve şişelenmiş suya mahkum edilme
- Ekolojik tahribat
- Sömürü ilişkilerinin hakim olduğu çalışma yaşamı (uzun süreli ve aşırı yoğun çalışma, güvencesiz istihdam, taşeronlaşma, sağlığı ve güvenliği tehdit eden çalışma koşulları)
- Barınma (evsizler, niteliksiz barınma koşulları, kira için ödenen yüksek bedeller, ısınamama, apartmanlara sıkıştırılmış yaşam, kültüre ve doğaya yabancı yaşam alanları )
- Tekçi, inkâr edici, asimile edici politikalar (etnik, inanç, yaşama tarzı, tercihler)
- Sosyal güvencesizlik
- Çocuk işçiler
- Beslenme sorunları (yeterli ve nitelikli gıdaya erişeme; GDO’lu ürünler, katkı maddeleri)
- Tüketim çılgınlığı
- Yaşanmaz kılınan kentlerimiz, köylerimiz gibi yaşam alanlarımız
- Bireyselleşmiş yaşamlarımız, bireysel yalnızlıklarımız, gerileyen toplumsallığımız
- Emeğimize, kendimize, ailemize, akrabalarımıza ve topluma; birlikte yaşadığımız hayvanlara; doğaya yabancılaşan yaşamlarımız
- Uyuşturucuya yönlendirilmiş çocuklarımız, gençlerimiz
- Gelecek kaygılarımız, geleceksizliğimiz
… sayısız sorunlar ortaya çıkar, ya da bu sorunlar derinleşir. Hepsi sağlıksız olmayı ve belirleyene ve etkileyen faktörlerdir. HDP, sağlıksızlığa yol açan toplumsal faktörleri ortadan kaldırmayı hedefler.
KAPİTALİZM SAĞLIĞA ZARARLIDIR!
Kâr artışını en üst düzeyde tutma esas alan dizginlenemez bir üretim sarmalına dönüşen, her geçen gün daha, daha fazla üreten ve daha, daha fazla tükettirerek yaşamlarımızı ve doğayı tahrip eden kapitalist üretim ilişkileri sağlık için en büyük tehdittir. Kapitalizm sadece daha fazla üretme ve tükettirme ile sınırlı kalmaz, aynı zamanda insanları tamamen nesneleştirerek, özgür hareket etmesini engelleyerek disipline eden bir anlayışı da pekiştirir. Kapitalist iktidar yaşamın her alanını, üretimi, kültürü ve ilişkilerimizi disipline etmek kontrol altında tutarak sağlıksızlık yaratır. Kapitalizm aynı zamanda basitleştirme, standardize etme, homojenleştirme ve değersizleştirme kültürü ile de sağlımıza tehdittir.
Günümüzde kapitalizm neoliberal politikalar ile daha da vahşileşmiş, sağlık, eğitim, doğa gibi yaşamın her alanını kâr getiren yatırımlara dönüştürmeye girişmiştir. Belirli sayıdaki sermaye sınıfının çıkarını ön plana çıkararak, doğaya, kültüre, bedenimize, toplumsallığımıza saldırmış ve emek sürecinde sömürüyü derinleştirmiştir.
Kapitalizm doğayı sömürmeyi, tahrip etmeyi derinleştirmiştir…
Yapısal krizini aşmak adına gereksinim duyduğu yeni enerji ve hammadde kaynağı yaratmak için ülkenin dört bir yanındaki dereler, esinti olan dağlar, güneşten daha fazla yararlanan topraklar, kömür bulunan tüm bölgeler, tüm kıyılarımız enerji adına istila edilmiş bir grup sermaye sınıfının günlük çıkarı için büyük çaplı ekolojik tahribata girişilmiştir. Kentsel dönüşüm adına tüm ülkeyi yıkıp yeniden yapmaya soyunmuş, tarihimiz, kültürel zenginliklerimiz ve kamusal alanlarımız yok edilmeye girişilmiş, doğaya olan tahribat devasa boyutlara ulaşmıştır. Yetmemiş su kaynaklarımıza göz dikilerek, su şişelenerek ticari bir mala dönüşmüştür. Su ile ilgili yatırımın yapılan tüm bölgelerimizde yoksul köylülerimiz daha da yoksullaşmış, topraklarımız çoraklaşmıştır. Yıllarca bölgelerine yetecek sular derin sondajlarla tüketilmenin eşiğine gelmiştir. Musluktan su içmeye ilkellik çarpıtması yapılmış, nüfusun üçte birinden fazlası şişelenmiş su içer hale getirilmiştir. Dahası su şişelerinin doğada yok edilmesinin zor olması nedeniyle, bu durum ekolojik tahribata katkı sunmuştur. Kışkırtılmış tüketim ile kısa süre kullanılan, sık sık değiştirilen eşyalar, endüstrinin aşırı enerji kullanımına bağlı karbon salınımı gibi kar için üretimi esas alan pek çok üretim ekolojik tahribatı büyütmüştür. Özetle kapitalizm, neoliberal ekonomik-politikalarla doğayı yok etmeye girişmiştir. Doğanın yok edildiği ortamda toplumun ve insanın sağlığından söz edilemez. Artan kanser hastaları, iş kazaları, meslek hastalıkları, mental sağlık sorunu yaşayanlar bunun en büyük kanıtıdır…
Çalışırken hastalanıyoruz. Çalışırken Ölüyoruz…
Kapitalizmin neoliberal politikaları, emek sürecini ‘yeniden’ yapılandıran esnek üretim uygulamalarıyla, çalışma ortamında sağlığı tehdit eden unsurları daha da artırmıştır. Taşeronlaştırma yaygınlaştırılmış, üretim tamamen parçalanmış, her işçinin çalışma süresi ve iş yoğunluğu artmış, makinalara daha bağımlı hale gelinmiştir. İşçilerin istihdam, gelir, mekân, çalışma koşulları, çalışma saatleri, dinlenme ve tatil süreleri, sosyal haklarını kullanma, örgütlenme ve işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri güvencesizleştirilmiş, işçiler derin sömürü koşullarına terk edilmiştir. Zorla yerinden edilen Kürtler ve Suriyeliler ile emek rejimi daha da vahşileşmiş, güvencesiz istihdam ve çalışma koşulları ile emek yağması dönemine geçilmiştir. Mülteciler, yedek işgücü bağlamında sistemin ekonomik ve siyasal rehineleri haline getirilmiştir. Görüntüde çocuk işçiliği engellenmeye çalışılsa da, kapitalist için çocuk emeği sömürüsü vazgeçilmez olup, sistematik bir şekilde, hem de çocuk emeğinin en kötü biçimleri artış eğilimindedir. Ulusal İstihdam Stratejisi adı altında işçiyi koruyan her türlü mevzuat değiştirilmeye devam etmektedir: Özel istihdam büroları-kiralık işçilik, kıdem tazminatının kaldırılması, iş mahkemeleri yerine arabululucuk mekanizmasının teşvik edilmesi gibi. Dahası işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri adıyla piyasalaştırılmış, işveren sorumlulukları görünmez kılınmış, tüm sorumluluk işçiye kaydırılmıştır. Bu çalışma rejiminde sağlıktan, işçi sağlığından bahsedilmesi mümkün değildir… Keza meslek hastalıkları ve iş(çi) cinayetleri, toplu katliamlara dönüşmüştür: Tuzla, Soma, Torunlar, Ermenek, Şirvan... Silikozis (kot kumlamacılarının akciğer hastalığı), işçi intiharları, vb. meslek hastalıkları salgınları… Yalvaç’ta yaşanan mevsimlik kadın işçi katliamı da hem kırsal hem de kadın boyutuyla sömürü ilişkilerinin bir başka boyutunu ortaya koymuştur.
Kapitalizm mülksüzleştirerek, güvencesizleştirerek sağlığı bozmaya devam ediyor…
Kapitalizm sadece kâr için üretimi hedeflemesinin yanında paranın belli ellerde birikmesi, tüm yurttaşların ücretli hale gelmesi ile de tanınır. Toplumsal üretimin eşit paylaşımı söz konusu değildir. Ülkenin ekonomik olarak büyümesi, sadece azınlıkta olan sermaye gruplarının büyümesi ile eşdeğerdir. Bir başka ifadeyle, toplumun çoğunluğunun toplumsal üretimden aldığı payın her geçen gün azalmasıdır. Gelir eşitsizliğidir, yoksulluktur. Asgari ücreti sürekli en alt sınırda tutma ve asgari ücretle geçinen kişi sayısının her geçen gün artması sermaye sınıflarının kârını büyütme garantisidir. Asgari ücret ile de toplumda gelir eşitsizliği de derinleşir. Dahası kapitalistleşen tarım ve neoliberal tarım politikaları ile küçük köylünün ücretli hale getirilmesi, kadınların ve çocukların üretim alanına çekilmesi tüm yurttaşların ücretli hale getirilmesi kapitalizmin fıtratı nedeniyle karşımıza çıkar. Kendi emeği ile geçinen, patronu olmayan yurttaş sayısı her geçen gün azalır. Bu sürece yoksulluk da eklenir. Günümüzde memleketin her yanında yaşanan köylerin boşalması, kentlerin azgınca büyümesi ücretlilerin artması neoliberal politikaların eseridir. Mülksüzleştirmeyi ülkemiz için özgün kılan savaş nedeniyle köyleri yakılan ve boşaltılan milyonlarca Kürt köylüsünün kısa sürede kentlere göç etmesi, neoliberal politikaların yaşam bulduğu vahşi çalışma koşullarına mahkûm olmasıdır. Tuzla, Silikozis, Şırnak, inşaat sektöründeki iş cinayetleri bu yönüyle de ele alınmalıdır. Sermayenin tahakkümü altında ‘çılgın’ projelerle kentler talan edilerek sağlıksız kentler inşa edilirken, her bir talan merkezi aynı zamanda mülksüzleştirilmiş Kürt işçi sınıfının sağlığı için doğrudan tehdit haline gelmiştir. Derin sömürü koşullarının hüküm sürdüğü, sadece kâr için yapılan üretimin esas alındığı ve gelirin bir avuç patronda toplandığı üretim rejimi ile sağlıktan bahsetmek mümkün değildir.
Gıda üretimi artmasına karşın gıdaya erişemediğimiz için, sağlıksız gıdalarla beslendiğimiz için hastalanıyoruz, ölüyoruz…
Beslenme temel bir sorunlardan birisi olmaya devam etmektedir. Bir yandan gıda fiyatlarındaki yükseklik nedeniyle temel besinlere erişememe söz konusu iken, endüstrileşen tarım, hayvancılık ve gıda üretimi ile sağlıksız üretimler sağlık açısından tehdit eder hale gelmiştir. Doğal tarım ve hayvancılıktan hızla uzaklaşılmaktadır. GDO’lar, gıda katkı maddeleri, mısır şurubu, nişasta bazlı olmayan şeker, hormon, kimyasal, antibiyotik, pestisid ve insektisidlerin yaygın kullanımı ve hatta tarım teşvik programlarında GDO'lu hibrit tohum kullanımının zorunlu hale getirilmesi besinlerin sağlıksızlıklarını arttırmaktadır. Bu tarz sağlıksız beslenmeyle ciddi anlamda ve yaygın biçimde kronik hastalıklar ve diğer sağlık sorunlarını oluşmaktadır. Sağlıksız, GDO’lu ve hazır besinlerle yapılan beslenme başta şeker hastalığı olmak üzere, birçok ölümcül, kronik ve sistemik hastalığa yol açmaktadır. Sadece kâr amacı güden sağlıksız gıda üretim politikaları, bu hastalıkların başlıca sebepleri arasındadır. Bu sağlıksız metaların kullanımı her geçen gün artmaktadır, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde… Bu artışın arkasında düşük üretim maliyetleri, uzun raf ömrü ve yüksek perakende değeri nedenleriyle kârlarına kâr katan devasa uluslarüstü şirketler, tekeller vardır. Sağlıksız yiyecek ve içecek ürünleri üreten ve pazarlayan uluslarüstü şirketler, bulaşıcı olmayan hastalık risklerinin küresel yayılımının önde gelen nedenleri arasında olduğu Birleşmiş Milletler raporlarında bile yer almaktadır. Bu ürünlere yönelik kamusal denetim ortadan kalkmış, kontrol bireysel sorumluluğa bırakılmıştır. Ne yazık ki reklamlar ile medyanın gücü sağlıksızlığın asıl müsebbibi bu şirketlere hizmet etmektedir. Son günlerde gündeme getirilen şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ile sağlıksız gıdalarla ile kronik hastalıklar arasındaki ilişki ülkemizde de tüm toplum tarafından görünür hale gelmiştir. Sağlıksız pompalayan bu uluslararası şirketler ile hesaplaşmadan, sağlıklı bir beslenme ortamı ve koşulları sağlanamadan, insanlar sağlıklı beslenemez ve sağlıklı bir hayat süremezler.
Beslenme, gıda ile ilgili önemli bir sorunda toprak ve su kirliliğidir. Ergene, Dilovası, Kumluca’da yapılan çalışmalar kontrolsüz endüstrinin atıklarının ve endüstriyel tarımın/tarım ilaçlarının sularımızı, toprağımızı ve gıdalarımızı ağır metallerlerle kirlettiğini, yine gıdalardaki yüksek pestisit kalıntılarınının insan sağlığı için ciddi tehdit olduğunu gözler önüne serdi. Tehdit sadece insan sağlığı ile sınırlı değildir, doğa da tahrip edilmektedir.
İKTİDAR SAĞLIĞA ZARARLIDIR…
ERKEK İKTİDARI SAĞLIĞA ZARARLIDIR…
DEVLET VE ULUS DEVLET İKTİDARI SAĞLIĞA ZARARLIDIR…
Kapitalizm geçmiş toplumsal düzenlerin en önemli unsuru olan iktidar ilişkisini azaltmamış, aksine, daha da kökleştirmiştir ve güçlendirmiştir. İktidarı yaşamın her yanına ve her anına yaygınlaştırmıştır. Devlet ve erkek hegomanyası giderek derinleşmiştir. Sistem kadına söz, yetki, karar şansı tanımayan, kadını ve kadın bedenini sürekli denetlemeye çalışan, kadın düşmanlığını kışkırtan; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ayrımcılığı sürdüren bir anlayışla devam etmektedir.
Kadınları çalışma ve toplumsal-kamusal alanlardan dışlayan; kadını sadece erkeğe hizmet ve biat için yaratılmış bir varlık olarak gören; doğurganlığı ve ev işlerine adanmış yaşamı dayatan ve kutsallaştıran erkek egemen anlayışın egemen olduğu aile, toplumsal kurumlar ve devlet ile sağlıklı olma hali mümkün değildir…
Kapitalizm devlet egemenliğini daha da güçlendirmiş, ulus devletle birlikte tekçi zihniyetleri daha derin bir biçimde devreye sokmuştur. Tek dil, tek millet, tek din ve tek mezhep anlayışına sahip zihniyetlerin bize bıraktığı tarih acılarla doludur, acılar devam etmekte ve yeni acılarla karşımıza gelmektedir. Sadece tek bir etnik kimliğe gören anlayışlar farklı etnisiteye sahip toplulukları yok saymış, asimile etmiş ve aşağılamıştır. Benzer durum dini anlayışlar içinde geçerlidir. Bu toprakların kültürel zenginlikleri olan Kürtler, Lazlar, Araplar, Çerkezler, Gürcüler, Romanlar, Pomaklar, Keldaniler, Ermeniler, Rumlar, Ezidiler ve adını saymadığımız onlarca topluluk; Aleviler, Hristiyanlar, Süryaniler, Museviler, vb. değişik dini ve mezhepsel anlayışa sahip toplulukların inançları yok sayılmış ve aşağılanmıştır. Herhangi bir dini inanışa sahip olmayan Atesitler de çoğu zaman iktidarlar ve devletlerin hedefi haline gelmişlerdir. Ulus devleti ele geçiren iktidar odakları tarafından çoğulcu kimlik ve çoğulcu din anlayışı kabul görmemiştir. Neye inanacağımıza ulus devleti ele geçiren iktidar odakları şekillendirmiştir. Tekçi ulus devlet ile sağlıktan bahsetmek mümkün değildir…
Toplum korkutularak özgürlükler yok edilmiştir. Korkunun temel söylemi her zaman “bölünürüz” olmuştur. Egemen kimlik dışındaki tüm diğer etnik ve mezhepler zulme maruz bırakılmış, ayrımcılığa uğramış, aşağılayıcı yalanlar ve nefret suçlarına ders kitaplarında yer verilerek insanlar küçük yaştan itibaren sistematik olarak tekçi devlet aklıyla zehirlenmiştir. Irkçı, mezhepçi, tekçi devlet anlayışından toplum eşitlik, adalet, sevgi ve saygınlık görmemiştir. İktidarcı devlet, iktidarcı ulus anlayışı demokratikleştirilmeden sağlık, toplumsal sağlık mümkün değildir…
Kürt meselesinde yeniden şiddet politikalarına dönen hükümet, özelikle 1 Kasım seçimleri sonrası olmak üzere ve 15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek halkın iradesi olan siyasetçiler rehine olarak cezavinde tutsak alınmış ve belediye başkanları tutuklanmıştır. Belediyelere kayyumlar atanmış, belediyenin kültürel değerlere sahip çıkmaya yönelik açmış olduğu eğitim evleri, anaokul-kreş, tiyatrolar, kültür merkezleri vb. her türlü oluşum kapatılmıştır. OHAL-KHK’larla onbinlerce insan ihraç edilmiş, güvenlik soruşturmalarından geçirilmiş, ataması yapılmamış, “güvenlik” gerekçesi ile metropollerde bile her sokak başında kimlik kontrolüne maruz bırakılmış, yaşam hakkına kadar her türlü temel hakkı devletin bekası, güvenlik iddiasıyla askıya alınabilmiş, her türlü kendinini ifade etiiğimiz mekanlar -Sur, Yüksel Caddesi, Taksim Meydanı gibi- işgal edilmiş, demokrasi rafa kaldırılmıştır. OHAL-KHK’lar ile otoriterleşen militarist geleneksel tekçi zihniyet inkar, imha ve asimilasyon politikaları devam ettirilmiştir. Dahası militarizmin dili ve gündemi topluma dayatılmış, milliyetçilik ve şovenizm okullara, medyaya, çalışma yaşamına, insan ilişkilerine, gündelik yaşama sirayet etmiştir. OHAL’in bizzat kendisi bir halk sağlığı sorunu olmuştur.
Eril iktidar anlayışı yaşamın her bir alanına sirayet etmiş, dinamik nüfus politikası adıyla kadınların daha fazla doğum yapmalarını özendiren maddi teşvikler, yine ev içi üretim ve bakım yönlü uygulamaların teşvik edilmesi ile eve mahkum edilmeye, kamusal Alana çıkmaları engellenmeye çalışılmıştır. Tüm bun olumsuz eğilimelre karşı kadınların itirazları ve özgürleşme arayışları taciz, tecavüz, kadın cinayetlerine varan sorunlarla gündemi işgal etmiştir. Eril anlayış artık saklanamaz olan ensest, çocuk istismarı ile de görünür hale gelmiştir.
Tekçi anlayışlar yaşam tarzı ve cinsel yönelimlere de yansımış, toplum mühendisliği dayatılmıştır. İktidarı ele geçiren her güç anlayışı kendini topluma dayatmış, toplumu reddetmiştir. Şapka, kravat, takım elbise dayatması, günümüzde türban, cüppeye evrilmiştir. Dün modernist, bugün muhafazakar dayatma toplumun sağlığını bozmuştur. Nasıl yaşayacağımıza, tekçi ulus devleti ele alan iktidar odağı karar vermiştir.
Tekçi zihniyet cinsel yönelimler ve cinsiyet kimliğine de yansımıştır. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği sebebiyle öldürülen, baskı gören, dışlanan LGBTİQ bireyler tekçi zihniyetler tarafından bilinçli olarak görmezden gelinmiş, suçlu ve hasta olarak görülmüştür. Bu durum ayrımcılığı ve nefret suçlarını beslemiştir.
SAVAŞ SAĞLIK İÇİN EN BÜYÜK TEHDİTTİR
Savaşlar yol açtığı doğa ve insani tahribatlar nedeniyle, ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Sadece mevcut kuşağı etkilemekle kalmaz, aynı zamanda gelecek kuşaklarımızın sağlığında da kalıcı olumsuz etkiler. Sayılarla ifade ederek yabancılaştırdığımız ölümler, sakatlıklar, hastalıklar, rahatsızlıklar hem yakınları olarak bizler için hem de tüm toplum için olağan koşullarla kıyaslanmayacak kadar katlanılmaz boyuttadır. Doğrudan silahlara bağlı yaralanmaların ve ölümlerin yanı sıra, savaş ortamının yarattığı barınma, beslenme, temiz su ve atıklar gibi çevre koşulları, toplu yaşam, ulaşım, insan onuruna yakışmayan baskılar vb. olumsuzluklar ile dolaylı olarak sağlığımız üzerindeki tehdit kendini devam ettirir.
Askeri vesayet dönemi Türkiye’sinin sorunları görmezden gelen dış politika anlayışının yerine, Osmanlı güzellemeleriyle kurgulanmış, bir bölgesel güç olma hevesinin yarattığı Ortadoğu’da savaşı körükleyen bir AKP tutumu ile karşı karşıyayız. Ortadoğu’da emperyalizmin doğrudan çıkarlarının körüklediği savaşlar, aynı zamanda tek din, tek mezhep, tek dil anlayışının Ortadoğu topraklarını, Gazze’yi, Rojova’yı, Irak ve Suriye’yi nasıl bir cehenneme çevirdiğini acı içinde izliyoruz. 7 Haziran seçimleri sonrası artan ve 1 Kasım seçimleri sonrası en üst düzeye çıkan sokağa çıkma yasakları ve şiddet ortamı yeniden alevlenmiştir. JÖH, PÖH ve her türlü şiddet araçlarıyla başta Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak olmak üzere neredeyse tüm Kürt coğrafyası harabeye çevrilmiştir. Abluka altındaki bu bölgelerde halkın barınma, beslenme, su, sağlık gibi temel yaşam gereksinimleri ellerinden alınmıştır. Dahası Kürt halkınının tüm kültürel değerlerine saldırılmış, yok edilmeye çalışılmış, halk topraklarını terke zorlanmıştır. Abluka sonrası kentsel dönüşüm adı ile Kürt halkının tarihi ve kültürel değerleri yok edilmeye girişilmiştir. En son AKP hükümetinin Afrin işgalinde sivil halkın üzerine bombalar yağdırılmış, şehirler harabeye çevrilmiş ve binlerce Afrin'li göç etmek zorunda bırakılmıştır. Cihadçı çetelerin göç ettirilen halkın yerine bölgeye yerleştirilmesiyle bölgenin kültürel yapısı da değiştirilmeye çalışılmıştır.
Savaş sonrası yaşanan göç de sağlık açısından ciddi sorunlara neden olmaktadır. Son kırk yılda yaşanan zorla yerinden edilmeye bağlı 3,5-4 milyonluk iç göç rakamlarına, son abluka dönemi sonrası 500 bine yakın kişinin zorla yerinden edildiği saptanmıştır. Buna Suriye savaşı ile birlikte üç milyonu geçen mülteciyi de dahil ettiğimizde zorla yerinden edilenlerin yaşam, iş, barınma, beslenme koşulları, kültürel sorunlar sağlık için ciddi tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Topraklarından koparılan bu nüfusların tarihsel bellekleri yok edilmeye çalışılmakta, güncel yaşadıkları sorunların yanında gelecekleri konusunda da belirsizlik önemli sağlık sorunu olarak önümüzde durmaktadır.
Göç ettirilen nüfusun aldığı sağlık hizmetleri de oldukça yetersiz, yaşanan savaş gerçeğini yok sayar niteliktedir. Suriyeli göçmenler de benzer sorunları daha da katmerleşmiş yaşamaktadır. Göçmen olma gerçeği her geçen gün yüzlerine vurulmakta ve ciddi ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Savaşın ve göçmenliğin en temelde insanların ruhunda onulmaz yaralar açtığı unutulmamalıdır ve savaşın açtığı ruhsal yaraları iyileştirebilmek için bireysel tedavilerden çok daha fazlası gerekmektedir.
Son yüzyıl dünya genelinde ve son kırk yıl Türkiye’de yaşanan savaşların sağlık için ne kadar büyük tehdit içerdiğini toplum çok iyi biliyor. Sağlık emekçileri de barış mücadelesinin, bir sağlık mücadelesi olduğunu çok daha iyi biliyor.
SAVAŞ BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR… Savaş öldürür. Bir askere karşılık 14-15 sivil açlık, susuzluk, bulaşıcı hastalık nedeniyle ölmektedir. 1990’lardan itibaren savaşta ölenlerin %90-5’i sivillerdir. Savaş sakat bırakır. Savaşta her ölüme karşı 2-2,5 kat engellilik söz konusudur. Savaş göç ettirir. Türkiye’de savaş, yakılan ve boşaltılan köyler nedeniyle 4 milyon Kürt yerinden edilmiştir. Suriye’deki savaş nedeniyle yaklaşık 10 milyon Suriyeli yerinden edilmiştir. Suriyelilerin (Arap, Kürt, Ezidi, Nusayri, Asuri, …) iki milyonu ülkemize göç etmek zorunda kalmıştır. Savaş kıtlık ve hastalık getirir. Yiyecek üretim ve dağıtımı bozulur. Açlıklar ölümlere yol açar. Sular kirlenir, bulaşıcı hastalıklara neden olur. Savaş çocukları önceler. Savaşlar nedeniyle 1980-90 arasında iki milyon çocuk ölmüş, 4-5 milyonu sakat kalmış, 12 milyonu evsiz, 1 milyon çocuk yetim kalmış, 10 milyon çocuk psikolojik travma yaşamıştır. Savaş çocuk askerler nedeniyle de çocuklar için tehdittir. Savaşta işkence ve tecavüz artar. Savaş kitlesel psikolojik travma nedenidir. Savaş sonrası da mayınlar nedeniyle ölüm ve sakatlıklar devam eder. Halen dünyada 10 milyon patlamamış mayın bulunmaktadır. Savaş ciddi ekonomik kayıptır. Savaş harcamaları bütçelerde önemli yer tutar. Savaş sonrası savaşın tahribatlarının giderilmesi ciddi ekonomik külfet getirir. Savaş sağlık sistemini bozar. Savaş çevre felaketidir/ekolojik kıyımdır Savaş insanı ve insanlığı değersizleştirir. Sayılarla ifade edilemeyen insanların yaşadığı korku, çaresizlik, aşağılanma, acılara neden olur. |
SAĞLIK REFORMU, TÜRKİYEDEKİ 'YENİ ADI' ile SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI, KAPİTALİSTLEŞEN SAĞLIK HİZMETLERİDİR…
Kapitalizmin krizi yeniden yapılanmayı zorunlu kılmıştır. Yeniden yapılanma süreci hem üretim sürecine müdahale hem de devletin yeniden yapılanması ile sağlık hizmetlerine yansımıştır. Aynı zamanda devlet kamusal hizmetlerden adım adım çekilmeye başlamış, bu hizmetleri karşılama sorumluluğundan vazgeçmiştir. Sağlık hizmetleri de bu dönüşümle hizmetin kamusal niteliği kaybolmuş, metalaşarak bir tüketim nesnesine dönüşmüştür. Şirketleşen kamu sağlık kurumlarında ve özel sağlık sektöründe kapitalist üretim ilişkileri hâkim hale gelmiştir. Hizmetin finansmanı ve üretimin ayrılması, özel sağlık sektörünün büyümesi, kamu hizmetlerinin metalaşması, prim ve cepten ödemelerle finanse edilmesi ve sağlık emekçilerinin güvencesizleştirilmesi dönüşümün temel unsurları olmuştur. Üstelik böylesi bir dönüşüm, dünyada 1970’dan beri uygulanan “ sağlık reformu” olarak adlandırılan piyasacı, ticarileşmiş ve özetle metaya dönüştürülmüş sağlık sistemi anlayışının, ilkesinin ve programının kopyasıdır.
Türkiye’de hazırlığına 90’lardaki hükümetler tarafından başlanan 2002’den itibaren ise AKP hükümetleri aracılığıyla ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ adı altında tam anlamıyla yaşama geçirilen program ile sağlık politikaları liberalleştirilirken, sağlık bir tüketim ilişkisine indirgenerek piyasaya açılmış ve kârın yüksek olduğu bir yatırım alanına dönüştürülmüştür. Sayıları 550’yi geçen özel hastaneler, özel hastaneler zincirleri tekel haliene gelmeye başlamıştır. Sermaye açılan yeni bir alanda şehir hastaneleri olmuştur. Kamu Özel Ortaklığı modeli olarak tanıtılan bu uygulama ile devlet ve sermaye devasa bir bir işbirliğine girmiştir. Kentsel rant, inşaat, tıbbi donanım, bilişim ve hastane mekanındaki tüm ticari alanlar sermayeye için iştah kabartmıştır. Doluluk garantili destek ve tıbbi destek hizmetleri 25-49 yıllığına şirkete devredilmiştir. Ticari sır denilerek, şirketlerle yapılan sözleşmeler toplumdan, sağlık emekçilerinden kaçırılmıştır. Mahkemelere yansıyan rakamlara göre maliyetinin 3-5 katına, hatta 7 katına topluma mal olacaktır. Kentsel planlama tamamen gözardı edilerek, kentin ücra köşelerinde tüm hastanelerin taşınması ve toplumdan uzaklaşmasına yol açmıştır. Devasa büyüklükteki bu hantal hastanelerde ölçek büyütülmüş, yalın sağlık uygulamaları ile sağlık emekçilerinin her dakikasından artı değer sızdırmayı hedefleyen sağlıkta fabrika düzenine geçilmiştir. Mega-proje bu şehir hastanelerinden tıbbi hizmetler tamamen mekanikleşmesi, sağlık emekçilerinin hastalara ve mesleklerine yabancılaşmalarının yolları döşenmiştir. Dahası beş yıldızlı otel konforu ve ileri tıbbi teknoloji ile sağlık sorunlarının çözümünün yeni kıbleleri olarak gösterilerek toplumun sağlık algısı tamamen tıbbileştirilmiştir. Sağlıksızlığa göz diken, sağlıklı olduğunu kanıtlamak için bile hastaneye gitmeyi teşvik eden bir modele geçilmektedir. Sağlıksızlık yaratan ekonomik, toplumsal, siyasal, ekolojik sorunlar unutturulmaya sağlık hizmet üretiminden artıdeğer sızdırmanın temel hedef olduğu bir hizmet üretim modeline hızla geçilmektedir.
Sağlık piyasalaştıkça birim maliyetler düşmesine rağmen, sağlık harcamaları artmış, etkin, erişilebilir ve mali açıdan sürdürülebilir bir sağlık sistemi kurulamamış, halk cepten ödemelere, özel sağlık sigortacılığına mecbur bırakılmıştır.
Neoliberal sağlık hizmetleri ile vatandaş hastaya, tüketiciye ve en açık tabiri ile müşteriye dönüştürülmüştür. Aynı zamanda toplum sağlık konusunda bilgisiz kılınmış, çarpıtılmış bilgi ile kuşatılmış, kışkırtılmış bir halde sağlık hizmetini tüketir hale getirilmiştir. Ne yazık ki kışkırtılan talep sağlık sorunlarını çözmemiş içinden çıkılmaz hale dönüştürmüştür. Vatandaşlar zamanlarının büyük kısmını sağlık kurumlarında geçirir hale gelmiştir.
Sağlık politikalarının kâr odaklı olması, kamu ve özel sağlık kuruluşlarını en yüksek kârlılıkla çalışmaya ve rekabete itmiştir. Bu yönelim az kârlı ya da yüksek maliyetli nitelendirilen sağlık hizmetlerinin üretilmesini azaltılmasına, engellenmesine yol açmıştır. Sağlık kuruluşları tıbbi malzeme ve işçilik maliyetlerinin nispeten düşük veya rekabet ortamında düşürülebilecek poliklinik hizmetlerine yönelmiştir. Bu durum toplum için gerekli olan birçok sağlık sorununun ihmal edilmesine yol açmıştır. Aynı zamanda sağlık alanındaki kapitalist üretim ilişkileri teknoloji alanına olan yatırımların artmasına, tıp endüstrisine ve çok uluslu şirketlere bağımlılığı da getirmiştir. Sağlık alanında dışa bağımlılığı azaltacak ilaç, tıbbi malzeme ve tıbbi teknoloji üretimine yönelik yatırımlara önem verilmemiştir.
Birinci Basamak Sosyal Rolünü Kaybetmiştir… Tedavi öncelikli hale gelmiştir…
Aile hekimliği uygulaması ile birinci basamak sağlık hizmetlerinde kişi ve çevreye yönelik koruyucu hizmetler birbirinden ayrılmış, tedavi edici bir anlayış egemen kılınmış, hizmet paralı hale getirilmiş ve yaşanılan ortamdan koparılmıştır. Toplumsal bir kurum olma özelliği olan birinci basamak hastanelere dönmüş, hizmetlerin büyük kısmı tıbbileştirilmiştir. Toplumla olan sosyal bağ koparılmış, toplumun yaşam alanından polikliniklere çekilen bir sağlık hizmeti anlayışı egemen olmuştur. Aile hekimi başına düşen günlük poliklinik sayısı altmışlı rakamları bulmuştur.
Taşeronlaştırma birinci basamakta da yaygınlaşmıştır. Birinci basamakta dayanışma ilişkisi kaybolmuş, ekip parçalanmış ve sağlık emekçileri arasında zaten var olan hiyerarşik ilişkiler daha da artmıştır. Ebe, hemşire, sağlık memuru, acil tıp teknisyeni bir aile sağlığı elemanına ikâme edilerek, aynı görevlerle yetkilendirilerek, birbiri ile eşdeğer tutulmuştur. Bir başka ifadeyle, acil tıp teknisyeni ön lisans eğitiminde hiç eğitimini almadığı ev ziyareti, bebek izlemi, gebe izlemi gibi insan hayatı için son derece önemli görevlerden sorumlu tutulmuştur.
Dahası aile sağlığı merkezleri sınıflandırılarak vatandaşlar da sınıflandırılmıştır. Toplumun gereksinimlerine göre sağlık emekçisi planlama, hizmete gereksinimi olan bölgelerde sağlık emekçisi sayısını ve çeşitliliğini artırma yerine arz-talep anlayışına dayalı, bağlı olan hasta sayısını en üst düzeye çıkarma hedefli bir planlama anlayışı egemen hale gelmiştir.
Aile hekimlerine sağlığa yatırım yapan sermaye grupları için pazar oluşturma rolü yüklenmiştir. Kronik hastaların saptanması ve işletmeye dönen hastanelere göndermeleri istenmektedir.
Mevsimlik işçiler, göç nüfuslara yürütülen hizmetler çok yetersiz hale gelmiştir. Aşı kampanyaları, bulaşıcı hastalıkların salgınların kontrolü ve aile planlaması hizmetleri açısından ciddi sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Benzer gelir düzeyine sahip ülkelere göre bebek ölüm hızı artmış, kızamık, sıtma gibi hastalıklar yeniden salgın yapar hale gelmiştir.
Koruyucu hizmetler konusundan toplumsal/kamusal sorumluluk bireye devredilmiş, bireysel sorumluluk hatta bireysel tercihe dönüştürülmüştür. Yılların birikimi toplumsal/kamusal sorumluluklar her geçen gün erimiş, bireyler sınırlı, asimetrik, çarpıtılmış bilgileri ile koruyucu önlemleri kendileri alır hale getirilmek istenmiştir. Bu durum tedavi edici hizmetlerde kışkırtılmış talebe dönerken, koruyucu hizmetlerde ekonomik, sosyal ve kültürel nedenlerle farklı görünümlerde karşımıza çıkmıştır. Örneğin gıdalar konusunda kamunun azalan denetimi ve sektörün medya aracılığıyla yaptığı reklamalar nedeniyle sağlıksız olduğu ayan-beyan olan gıdların tüketimi çok çok artmıştır. Bununla birlikte aşı gibi aslen toplumsal koruma olan koruyucu hizmette vatandaşın kafası karıştırılmış, aşı ile ilgili hükümet yetkilerinin farklı tutumlar alması ve aşı konusunun bireysel tercih olarak kabul edilmesi gerektiği yönlü söylemleri, muhafazakar telkinlerle birlikte aşı redleri olarak gündeme gelmiş, bulaşıcı hastalık salgınlarının yeniden ortaya çıkma potansiyeli doğurmuştur. Neoliberal ideolojinin dayattığı dayattığı kafa karışıklığı, belirsizlik, bireycilik aşının toplumsal koruma olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıştır. Aslında her çocuğun aşıyı sadece kenisini için değil tüm çocuklar için olduğu, sadece bireysel olarak o çocuğu korumadığı, yayılımı da azalttığı için diğer çocuklara da hastalığın bulaştırılmasının engellendiği, bu nedenler bireysel bir anlayışla değil toplumsal bir anlayışa yapılması gerektiği unutturulmuştur. Unutturulan toplumsallığımızdır.
Birinci basamak için olmazsa olmaz olan kadın ve üreme sağlığı, istenmeyen gebeliklerle ilgili hizmetlere erişim konusunda ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Kadınlar konu ile ilgili sağlık bilgisine ve hizmete erişimden mahrum hale getirilmiştir. Kadının doğum kontrolünde söz sahibi olması yerine, devletin ve erkeğin kararını öne çıkartan uygulamalar, ikna odaları devreye girmiş, mevzuatta değişiklik olmasa da küretaj yasaklanmıştır. Doğurganlığı teşvik eden siyasal iktidar politikaları geçici de olsa başarılı (?) olmuş, geçmiş yıllara göre toplam doğurganlık hızı, ideal çocuk sayısı gibi doğurganlık ölçütlerinde artış yaşanmıştır. Bununla birlikte bu geçici doğurganlık artışı, kadınların kendi bedebnleri hakkında karar süreçlerine daha fazla katılma iradeleri nedeniyle yeniden azalama eğilimine dönmüştür. Tüm bunlara karşın sağlık hizmetlerinde kısıtlayıcı uygulamalar istenmeyen gebelikleri, sağlıksız koşullarda yapılan düşükleri ve anne-bebek ölümlerini tetikler hale gelmiştir.
Hastaneler işletme haline dönmüştür…
Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) ile SSK ve devlet hastaneleri birleştirilmiş, piyasa temelli bir hizmet anlayışı öne çıkartılmıştır. Bu anlayış Kamu Hastane Birliği (KHB) uygulaması ile daha da perçinlenmiş, kamu hastaneleri CEO’lar tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Sağlık hizmeti ve niteliği yerine işletmenin maliyet etkinliği, yani para kazanması esas hale getirilmiştir. Döner sermaye uygulaması ve performansa dayalı ücretlendirme anlayışı etik değerlere zarar veren, istismarı teşvik eden, hastayı para kazandırma malzemesine dönüştüren bir hizmet üretimine neden olmuştur.
Devasa yatırımlarla teknolojik olarak yenilenen, modern (güler yüzlü) işletmecilik anlayışı ile tıbbi hizmetler hasta yararı öncelikle gören anlayıştan uzaklaşmıştır. Bu ara güler yüzlülük dayatılan sağlık emekçilerinin de taşerona bağlı en vahşi çalışma koşullarında (duygusal emek sömürüsü dahil) çalıştırılan tıbbi sekreterler olduğunu unutulmamalıdır.
Kamu hastaneleri ve özel hastaneler birbirine benzer hale gelmiştir. Kamu hastanesi de benzer işletmecilik anlayışına dönme eğilimindedir. Hastanelerde Toplam Kalite Yönetimi (yalın üretim) uygulamasına geçilmiş, sağlık emekçisinin çalıştığı her saniyenin gelire döndürülmesi hedeflenmiştir. Özel hastaneler daha da pervasız olmuş, hastayı sadece para olarak görür hale gelmiştir. SDP’nın ilk yıllarında özel hastanelere yönelen vatandaş, özel hastanelerin artan faturaları ile kapıdan döner hale gelmiştir.
SDP yaşama geçirilmeye başlandığı 2003 yılından beri muayene, tanısal işlem, ameliyat, kullanılan ilaç ve tıbbi malzeme sayısı her geçen gün artmıştır. Bu artış daha önce alınmayan hizmetlerin SDP verilmesi ile açıklanmıştır. Bununla birlikte, sağlık politikaları ile ilgili birçok araştırmacı bu artışın sadece gereksinime endeksli olmadığı, kışkırtılmış tüketimin söz konusu olduğu, ticari düşünüldüğü görüşünde hemfikirdir. Sağlık hizmeti üretiminin niteliği bütün alanlarda düşürülmüş, neredeyse yok edilmiştir. Gerçekten hasta olan kişilerin doğru ve uygun tedaviye ulaşması çoğu zaman imkânsız hale gelmiştir. Kışkırtılan talep ile göreceli olarak sağlığa erişimin arttığı gibi bir yanılsama yaratılmaya çalışılmıştır. Oysa gerçekten hasta olan kimseler çoğu zaman hastanelerde yatacak yatak, tetkikini erken yaptırabilme, yoğun bakıma yatabilme veya ameliyat olma şansı bulamaz hale gelmiş, hizmete zamanında erişim cepten ödeme yapmadan imkânsız hale gelmiştir. Yine artan başvurular nedeniyle, tanı ve tedavi hizmeti için çok kısa süreler ayrılır hale gelmiştir.
Son dönem hastalar arasında da tıp kurumuna olan güvenin kaybolduğu, kobay olarak kullanılma yönlü değerlendirmeler artmaktadır. Tıp kurumuna ve başta doktorlara olan güvende azalma da ödenemez hale gelen faturaların, artmış tetkik ve tedavilerin rolü büyüktür. Medya ile her şeyin çaresi var (parasını ödemek koşulu ile) söylemi hastaların beklentilerini yükseltmiş, elde edilen yarar sorgulanır hale gelmiştir.
Sağlık için harcanan para artmıştır. Harcanan paradan en büyük payı özel sektör almaya başlamıştır…
Öncelikle sağlık için vergi, genel sağlık sigortası (GSS) primi ve cepten ödemelerin tümünün kaynağının emekçiler olduğunun altı çizilmelidir. Temel bir insan hakkı olmasına karşın, insanlarımız halen parasını ödeyemedikleri için birçok sağlık hizmetini kullanmamakta ya da ertelemektedir (özellikle ağız ve diş sağlığı sorunları). Ne yazık ki sağlık hizmetlerinin finansmanında devletin topladığı vergilerin payı çok düşüktür, doğrudan sağlık için ikinci vergilendirme olan GSS ve cepten ödemeler yüzde seksenlere ulaşmıştır. Sağlık hizmetlerinin her aşamasında cepten ödemeler yaygınlaşmıştır. Aciller ve birinci basamak dahil tüm sağlık kurumlarına ilk başvuru sırasında ayak bastı parası alınmaya başlamıştır, aciller ve birinci basamak dahil. Katkı-katılım ücreti, fark ücreti, istisnai sağlık hizmeti, ilave ücret ve tamamen cepten ödenen hizmetler yaygınlaşmış ve oranları artmıştır. Özellikle özel sağlık sektörü faturaları ödenemez hale gelmiştir. Sağlık hizmetleri ile ilgili sınırlamalar yaygınlaşmıştır. Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ile teminat listesindeki hizmet sayısı her geçen gün azaltılmıştır. Sınırlanan hizmetler için vatandaşa gösterilen yol tamamlayıcı sigorta, yani sigorta olmuştur. Artık halkın ödediği vergiler ve GSS primi sağlık hizmeti için yetmez hale gelmiştir…
Sağlık emekçileri de tüm emekçilerin maruz kaldığı saldırılarla karşı karşıyadır. Güvensizleştirme çalışma yaşamının her alanına yansımıştır. İstihdam, gelir, mekân, çalışma koşulları, örgütlenme vb. koşulların tümünde emekçileri güvencesizleştirilmiştir. 2016 yılından bu yana devam eden Ohal , sağlık emekçilerinin haklarını gasp etmek için fırsata çevrilmiştir. Sağlık emekçilerinin örgütlendikleri alanlar kriminalize edilmeye çalışılıp örgütlenme çalışmaları engelllenmeye çalışılmıştır. En temel ifadelerden biri olan '' Savaş bir halk sağlığı sorunudur'' diyen TTB Merkez Konseyi üyeleri gözaltına alınmıştır. Meslek odası ve sendika üyeleri de bir çok baskıya maruz kalmıştır.Yine Akp'nin tek tipleştirme politikalarını Ohal sürecinde hayata geçirmiştir. Bu politikalar sonucunda güvenlik soruşturması adı altında yeni mezun sağlıkçılar göreve başlatılmamış, hali hazırda çalışmakta olan sağlıkçılar da hukuksuzca açığa alınmış ya da ihraç edilmiştir.
Sağlıkta kapitalist ilişkiler sağlıkçı ile vatandaş arasında güven ilişkisini zedelemiş, birbirlerine yabancılaşmalarına yol açmıştır. Bu erozyon kendini sağlık çalışanlarına şiddet ile de ortaya koymuştur. Bu olumsuz çalışma koşullarına bağlı olarak, sağlık emekçilerinde şiddet, işe bağlı intihar gibi iş kazaları, iş kaynaklı kanser, KKKA, tüberküloz, Hepatit-B gibi sayısız meslek hastalığı atmıştır.
Sağlıkçı eğitimi niteliksizleşmektedir…
Her geçen yıl artan sağlık okulları ve artan kontenjanlarla sağlık alanında eğitim standardı düşme eğilimindedir. Sağlıkçıların eğitimi, gerekli olan alt yapı ve niteliklerden yoksun kurumlarda (özellikle son dönem manatar gibi bitten özel sektörde) sayısı sınırlı öğretim elemanları ile toplum için faydalı, yetkin sağlık emekçisi yetiştirilmesi giderek imkânsızlaştırılmaktadır. Dahası alanlarında yetkin olan akademisyenlerin çok sayıda akademisyen KHK’larla ihraç edilmesi sağlık eğitimi daha da niteliksiz kılınmıştır.
Sağlıkçıların eğitimi, tamamen kapitalistleşen tıbbın gereksinim duyduğu, tedaviyi esas alan, daha çok tetkik ve tıbbi girişimi esas alan mekanik bir sağlıkçı yetiştirmeye endekslenmiştir. Dahası bizzat sağlıkçı yetiştiren okullar özelleşmiş, kâr getiren kurumlar halini almıştır.
Sağlık alanında çok sayıda ara emek gücü yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu durum sağlık hizmeti üretiminde doğrudan daha ucuz sağlık emekçisi kullanımına aracılık etmektedir. Aynı zamanda işin gerektirdiği nitelikte eğitim almış bir sağlık emekçisi yerine daha alt düzey eğitim alan bir sağlık emekçisi istihdamı iş barışını bozma ve toplumun sağlığı için de ciddi bir sorun teşkil etmektedir.
Sağlıkta iktidar odakları oluşmuştur…
Sağlık kaynakları hakkında karar verme süreçleri iki düzeyde iktidar kullanımı ile ilişkilidir: Sağlık hizmeti ve toplum. Sağlık hizmeti alanında iktidar, daha çok tıp mesleği mensupları ve ilaç endüstrisinin, çok az da vatandaşların elindedir. Toplumsal düzlem için de bu gerçek geçerlidir. Neoliberal sistemin sözde demokrasilerinde çok az güç insanların, toplumun elindedir.
Aynı zamanda sağlık hizmet üretiminde erkek egemen ve uzmanlık esaslı bir yönelim söz konusudur. Sağlık hizmet üretiminde tarihsel rolü olan kadın ikincil hale getirilmiştir. Uzmanlaşma ile insanın bütünlüğü yok sayılmış, her bir organ doku düzeyine odaklanan, sağlığı sadece biyolojik olarak algılayan sağlık emekçileri yetiştirilmiştir. Mekanikleşen tıp, insanın sosyal gerçeğini yok saymış, sağlık bilgisi ve sağlık hizmetine bağımlı hale getirmiştir.
Toplumun tarihsel sağlık birikimi önce yok sayılmış, şimdilerde ise geleneksel tıp adıyla sağlıkta iktidar odaklarının tekeline alınmak ve ticari bir değere dönüştürülmek istenmektedir.
Sağlık hizmetleri muhafazakarlaşmaktadır…
Neoliberalizmin muhafazakarlaştırdığı dünyada, sağlık etkilenen temel alanlardan biri olmuştur. Muhafazakarlaşma özellikle kadın bedeni üzerinde erk kurma mekanizması olarak üreme politikaları yoluyla toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmektedir. Kürtaj fiili olarak yasaklanırken, aile planlaması hizmetlerinin parasız temin edilemez hale gelmesi, evlilik dışı cinselliğin gittikçe tabulaştırılması, hastanelerde din görevlilerinin çalıştırılmaya başlanması, geleneksel tıbbın dini referanslarla kurumsallaştırılması ve yaygınlaştırılması bu politikaların somut karşılıklardır.
Sağlık istatistikleri güvenilmez hale gelmiştir…
Sağlık yetkilerinin meclis başta olmak üzere tüm konuşma, yayınları ve resmi sitelerinde sağlık istatistikleri güvenilmez hale gelmiş, siyasallaşmıştır. Sağlık istatistiklerinin büyük kısmı ise sağlık emekçilerinden ve halktan kaçırılır hale gelmiştir. Bebek ve anne ölümleri, bulaşıcı hastalık salgınları, çevre sağlığı hizmetleri ile ilgili bilgiler gizlenmekte veya yanıltıcı şekilde topluma sunulmaktadır. Toplumsal bir gösterge olan sağlık istatistiklerindeki iktidarcı yaklaşımla sağlıkta önceliklerin belirlenmesi, hizmetin değerlendirilmesi mümkün değildir. Halktan bilgi saklayan bir sağlık bakanlığı, sağlık kurumları yaklaşımı ile sağlık mümkün değildir…
HALKLARIN DEMOKRATİK İKTİDARINDA SAĞLIK
Bir avuç patron üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutanlardır. Üretim araçlarının mülkiyetinin özel olmasını savunanlardır. Tüm yeraltı ve yer üstü zenginlikleri; mülkiyeti toplumdan alıp bir avuç kişiye devredilmesini savunanlardır. Doğaya hükmetmeyi, onu istismar etmeyi savunanlardır. Endüstriyel baronların gücüne karşı söylenmekle hiçbir şey başaramayız. Onlara gücünü veren sistemdir. Değişmesi veya değiştirilmesi gereken şey sistemdir. Bir sınıf yorumunu benimsemeden yapacağımız her analiz boşlukta kalır! Kapitalizmin, neoliberalizmin işine yarar! Mülkiyet toplumsallaşmadan halkın ve insanın sağlığı iyileştirilemez!
Yeni Yaşam çağrısı toplumun ve insanın sağlıklı olması, doğanın korunması çağrısıdır. Bireyin ve toplumun sağlığı için Toplumun gereksinimlerine göre yerinde, yeterli ve doğayla uyumlu üretimin olduğu, gelirin eşitlik anlayışı ile paylaşıldığı bir toplumsal düzen Demokratik, çoğulcu, eşitlikçi, ekolojik ve sosyal bir toplum sözleşmesi Kadınların öncülüğünde örgütlenen, yerel ve merkezi yönetimlerde, çalışma hayatında, sosyal alanlarda, kadınların eşitlikçi bir anlayışla yer aldığı bir toplumsal yaşam Farklı kimliklerin, kültürlerin, dillerin ve inançların bu ülkenin zenginliği olarak gören; farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine çoğulculuk esasına dayalı bir anlayışın egemen kılındığı bir toplumsal yaşam Din ve vicdan özgürlüğünü içselleştirmiş, dini devletin tekelinden kurtaracak ve siyasetin aracı olmaktan çıkaracak, dini inancı olan veya olmayan herkesin eşit yurttaşlık temelinde yaşayabilmesine imkan veren özgürlükçü laiklik anlayışı Bütün cinsiyet kimliklerinin eşit yurttaşlık haklarıyla, ayrımcılığa uğramadan hayatın her alanında özgürce onurlu bir var oluş Yerinden yönetim ve özyönetimin esas alınması Demokratik, laik, bilimsel, anadilinde ve kamusal eğitim Doğayı merkeze alan toplum sözleşmesi Doğanın korunması Havanın, toprağın ve suyun korunması Hayvanların haklarına saygı Ekolojik kent-ekolojik yaşam ortamı Toplumsal hakların güvence altına alınması İş ve sosyal güvence Yeterli ve sağlıklı gıdaya erişim Sağlıklı barınma ortamı Temiz suya erişim Ulaşım Isınma Elektrik Yerinde ve yeterli enerji Sömürü ilişkilerinin olmadığı çalışma ortamı ve çalışma koşulları Ülkede, Ortadoğu’da ve Dünyada Barış … OLMAZ İSE OLMAZDIR |
HALKLARIN DEMOKRATİK İKTİDARINDA SAĞLIK HİZMETLERİ
Yeni yaşam çağrısı ile sağlık hizmetlerinde, doğa ve toplum yararını öne çıkaran bir anlayış yaşama geçirilecektir.
HDP, sağlığı geliştirici hizmetlerden başlayarak, çok geniş bir perspektif ile toplumun gücünü (ve gerçek ihtiyaçlarını) tabandan sağlamayı esas alan toplum odaklı yaklaşım ile sağlık sistemini yeniden yapılandıracaktır.
SAĞLIK HİZMETLERİ DEMOKRATİKLEŞTİRECEKTİR.
Bu perspektifle sağlık hizmetleri alanında yapılacaklar şunlardır:
Sağlık hizmetlerinin planlanması, uygulanması, değerlendirilmesi ve denetlenmesi süreçlerinin tümüne halkın ve sağlık emekçilerin katılacağı demokratik bir sağlık sistemi oluşturulacaktır.
Önceliklerin belirlenmesi toplum katılımı ile gerçekleştirilecektir.
Sağlık hizmetlerinin toplumun denetimine açık hale getirilecektir.
Toplumun kendi sağlığına sahip çıkmasını öne çıkartan yaklaşımının öne çıkartılacaktır. Sağlık bilgisinin toplumsallaştırılması, sağlıklı davranış ve ortam için birey ve toplumun güçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılacaktır. Sağlık hizmetlerinde yerinden, demokratik yönetim anlayışı esas olacaktır.
Toplumsal bir kurum olan sağlık alanında oluşmuş iktidarları, hegemonyayı, üst yapılar (devlet ve hekimler) geriletip, toplum sağlık alanında söz sahibi kılınacaktır.
Toplumun katılımı meclisler ile gerçekleştirilecektir.
Mahalle, kadın, gençlik ve işçi meclisleri demokratik katılımcı bir yerel yönetim anlayış ile sağlık hizmetlerinin yönetiminde söz sahibi olacaktır. Mahalle muhtarları, çeşitli alanlarda çalışma sürdüren kitle örgütü yöneticileri, sendikalar, odalar, kadınlar, gençler, aydınlar ve sanat çevreleri, akademisyenler ve bilim insanları ve çevre örgütleri temsilcilerinden oluşacak Kent Meclisleri de daha genel anlamda mekanın (kent-kır) kentin sağlığında söz sahibi olacaktır.
Sağlık Meclisleri ile sağlık kurumları arasında doğrudan entegrasyon sağlanacaktır.
SAĞLIK HİZMETİ VE SAĞLIKLI YAŞAM HERKESİN HAKKIDIR.
Ülkede yaşayan herkesin yararlanabileceği eşit, parasız, ulaşılabilir, nitelikli ve anadilinde sağlık hizmeti üretimi için şunlar yapılacaktır:
Sağlıkta Dönüşüm Programı’na son verilecektir.
Sağlık hizmetlerinden parasız yararlanılacaktır.
Her yurttaş kamu sağlık kurumlarından parasız yararlanacaktır. Bu ülkenin yurttaşı olması, nüfus cüzdanı olması sağlık hizmetinden yararlanması için yeterli olacaktır. Benzer durum göçmenler için de geçerli olacaktır.
Sağlık hizmetleri için prim uygulamasına son verilecektir.
Sağlık vergilerle finanse edilecektir. Eşitsizlikleri giderici vergi (çok kazanandan çok alan) esas alınacaktır.
Bir lütuf gibi sunulan, yoksulluğu ispata zorlanan, terbiyenin aracı olarak kullanılan, insan onurunu zedeleyen yeşil kart uygulamasına son verilecektir.
Katkı-katılım ve her türlü cepten ödemeler kaldırılacaktır.
Sağlık hizmetlerinde koruyucu hizmetler ve sağlığı geliştirici hizmetler esas alınacaktır.
Bu amaçla birinci basamak “Halk Sağlığı Birimleri” kurulacaktır. Halk Sağlığı Birimleri halkın yaşadığı her yerde (yerleşim yerleri, işyerleri, okullar vb.), geniş bir sağlık ekibi ile bölgenin sorunlarını, gereksinimlerini gözeten bir yaklaşımla, halkın katılımı ile hizmet üretecektir. Halk Sağlığı Birimleri entegre hizmet modeli, bütüncül yaklaşımı esas alacak ve bölge tabanlı olarak örgütlenecektir. Bu örgütlenme her mahallede, her köyde her okulda, her fabrikada, her hastanede yaşayan ve çalışanları kapsayacaktır. Sağlık ve hastalık arasında eşgüdüme (birinci basamak sağlık hizmetleri ile diğer sağlık hizmetlerini ilişkilendirerek) dayanacaktır. Kişilere yönelik koruyucu hizmetler yanında çevreye yönelik koruyucu hizmetleri de üretecektir. Halk Sağlığı Birimlerinde sağlığın toplumsallaşması çalışmalarına yer verilecek. Toplumun yaşam alanı içinde amatör sağlık çalışmaları yürütülecekler. Bir bütün olarak toplumsallaşma çalışmalarında olduğu gibi; sağlığın toplumsallaşmasında da kadınlar öncü olacaktır. Anti-kapitalist ve iktidar karşıtı, ötekileştirmeyen yeni bir sağlık anlayışı için kadın aklına ve iline ihtiyaç vardır.
Tüm sorumluluğun bireye yüklendiği kişisel korunma değil, kamunun devreye girdiği toplumsal korunma öncelikli olacak. Korkulmayacak, sağlık sorunlarının asıl nedenlerinin üzerine gidilecektir.
Sağlığın korunması ve geliştirilmesi hizmetleri ile ilgili belediyeler ile Halk Sağlığı Birimleri ve Amatör Sağlık Birimleri doğrudan bir entegrasyon sağlanacaktır.
Kamu hastanelerinde toplumsal yarar esaslı çalışmayı ilke edinecektir. Döner sermaye, performansa dayalı ücretlendirme, yalın üretim gibi kar odaklı uygulamalara son verilecektir. Hastaneler, toplum ve sağlık emekçileri tarafından yönetilen ve başarı kriteri olarak toplumun sağlığını esas alan kurumlar haline getirilecektir. Halkın parasını çarçur eden, kentlerin hafızasını silen, ekolojiyi yok sayan, kar etmeyi temel amaç edinen, sağlık emekçilerini hastaya ve mesleklerine yabancılaştıran, beş yıldızlı otel konforu ve sağlık sorunlarının çözümünün yeni kıbleleri olarak gösterilen devasa şehir hastaneleri projelerine son verilecek, birey ve toplum yararı için toplum ve sağlık emekçileriyle hastanelerin açılmasına ve özelliklerine karar verilecektir.
Sağlık alanında kar amaçlı kurulan tüm özel hastaneler toplumsallaştırılacaktır.
Sağlık alanında gerekli ilaç, aşı, malzeme ve teknoloji konusunda kendi kendine yetebilen bir ülke haline gelmek için çalışmalar başlatılacaktır.
Göçmenleri kendi vatandaşı olarak gören bir sağlık hizmeti anlayışı esas alınacaktır. Yaşanan savaş gerçeğini gözeten bir sağlık hizmeti yapılanmasına gidilecek ve hizmetin içeriği ve sağlık emekçisi çeşitliliği göz önünde bulundurulacaktır. Sağlığı etkileyen temel yaşam ve iş koşullarının düzeltilmesine öncelik verilecektir.
Özgün sağlık sorunlarına yönelik toplumun örgütlenerek doğrudan hizmet üretmesinin yolu açılacaktır.
HALKLARIN DEMOKRATİK İKTİDARINDA SAĞLIK EMEKÇİLERİ
Sağlık emekçileri için istihdam ve çalışma koşulları güvenceli hale getirilecektir.
Taşeron çalıştırmaya son verilecektir
Taşeron çalışılan döneme ait kıdem tazminatları ödenecektir.
Güvencesiz çalışma (4-b, 4-c, 4924, vekil) biçimlerine son verilerek tüm çalışanlar güvenceli çalışmayı esas alan bir çalışma rejimi hazırlanacaktır.
İnsanca yaşanacak, emekliliğe yansıyacak temel ve adil bir ücret sistemi yaşama geçirilecektir...
Sağlık emekçileri aldığı eğitimle uyumlu istihdam edilecek ve görevlendirilecektir.
Sağlık kurumlarını yöneticileri sağlık emekçileri tarafından seçilecektir.
Sağlık emekçilerinin sağlığı ve güvenliği için birimler kurulacak, sağlık emekçilerinin bu birimlerin çalışmalarının katılımı sağlanacaktır. Sağlık emekçilerinin iş kazası ve meslek hastalıkları tanımlacaktır. Riskli birimlerde günlük çalışma saati 6 saate indirilecektir.
Anadilinde sağlık eğitimi gerçekleşinceye kadar dil bilen kişilerin ilgili bölgelere gönderilmesi teşvik edilecektir. Sağlık emekçilerine hizmet içi eğitim kapsamında çalıştığı bölgenin dili öğretilecektir. Sağlıkçıların meslek eğitimin anadilinde yapılabilmesi için alt yapı çalışmaları, genel eğitim sistemi içinde başlatılacaktır.
Sağlık hizmetlerindeki erkek egemen ve uzmanlaşma odaklı anlayışı geriletecek çalışanlara yer verilecektir.
Sağlıkçıların yetiştirilmesinde topluma dayalı tıp eğitimi esas olacaktır. Sağlıkçı olmak isteyen vatandaşların önündeki engeller kaldırılacaktır. Sağlıkçı yetiştiren mekanlar toplumun içine taşınacaktır.