Kadınların Sözü canlı yayınında konuğumuz olan KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy 1 Mayıs’ta kadınların taleplerini bir kez daha dillendirerek 2020 1 Mayıs’ının yeni bir mücadelenin başlangıç günü olduğunu vurguladı.
OHAL, KHK, ekonomik kriz ve pandemi gündemleriyle birlikte kadın emeğine dönük saldırıların arttığı üst üste süreçlerde bir yandan da kadın hareketlerinin örgütlülüğü tüm dünyada yükselmekte. Neoliberal politikaların beslenme kaynağı olarak kendine hedef seçtiği kadın emeği bu politikalara karşı güçlü bir direnişle 1 Mayıs’ı karşılıyor. Kadınların Sözü canlı yayınında bu hafta KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy ile emek alanındaki kadın mücadelesini ve 1 Mayıs’ta kadınların taleplerini konuştuk.
Türkiye giderek derinleşen bir ekonomik krizin içerisinde. Krizin yakın dönemde genişleyen ve yayılan eğilimini de göz önünde bulundurursak hem çalışan hem de ev emekçisi kadınları neler bekliyor?
2020 1 Mayıs’ını, kapitalizmin vahşi sömürüsünün gün geçtikçe arttığı ve kendi çelişkisinin yarattığı krizlerle insanlığa hiçbir şey vadetmediğinin bir kez daha ortaya çıktığı tarihi bir süreçte karşılıyoruz. Bu bizde ‘Yeni Yaşam’ ümidini arttırırken emekçilere, kadınlara, gençlere, sistemin getirmiş olduklarına itiraz eden bütün kesimlere bir sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluğun bilinciyle 2020 için 1 Mayıs’ı bir gün değil mücadelenin başlangıç günü olarak görmek gerekiyor.
Sizin de bahsettiğiniz üzere Türkiye’de uzun süredir ekonomik kriz var. Bu kriz bir yandan siyasal bir kriz. AKP iktidarının neoliberal, tekçi, militarist politikaları sonucu katmerli olarak deneyimlediğimiz bir kriz. Ancak otoriter baskılardan kaynaklı kriz demenin bile yasaklandığı bu süreçte yeni bir krizle karşılaştık. Dünya üzerindeki milyonlarca insanı ölümle tehdit eden ve çok hızlı yayılan bir salgınla karşı karşıyayız. Salgının etkilerini düşündüğümüzde ekonomik krizin çok daha tahribatlı sonuçlar yaratacağı ortada. Kriz değerlendirmeleri yapılırken daha çok makro ekonomik değerlendirmeler, klasik iktisatçı yaklaşımlar duyurulduğu için verisel anlamda kadın boyutunu ortaya çıkarma olanağı olamıyordu. Son zamanlarda feminist iktisatçıların çalışmalarıyla, kadın hareketinin emek içerisindeki örgütlenmesinin artmasıyla, sendikalardaki toplumsal cinsiyet birimlerinin ve kadın birimlerinin yoğun çalışması üzerine artık kadınlar açısından da değerlendirebiliyoruz.
Kriz dönemleri dışında da kadınlar için sürekli bir kriz hali var. Var olan ekonomik sistem kadın emeğini sömüren bir sistem. Neoliberal politikaların artmasıyla birlikte kadınların yoksullaştığı, işsizliğin arttığı bir süreç zaten vardı. Ancak kriz süreçleri kadınların bunu daha yoğun yaşamalarına neden oluyor.
Krizin Üç Temel Sonucu
Krizde işten çıkarmalar yapılacaksa, ataerkil sistemin etkileriyle, aileyi asıl geçindirmesi gereken kişi erkekmiş gibi düşünülerek kadınların işten çıkarılması tercih ediliyor. Bu aynı zamanda kadınların eve kapanması anlamına geliyor. Evde kalmak şiddete maruz kalmakla eşdeğer oluyor. Ülkemizde kriz daha çok hizmet sektörünü etkilediği için ve kadınların yoğun olarak çalıştığı bir alan olduğu için kadınların işten çıkarılma oranlarının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Yani sektörel krizler açısından, eğer o sektörde kadın yoğunluklu bir çalışma varsa, işsizlik buralarda daha çok kadınları etkiliyor.
Krizlerin sermaye tarafından bir fırsata çevrilmesi söz konusu. Kapitalizm, krizlerini kendini organize ederek, güçlendirerek, sömürüyü artırarak yeni bir sürece evirmeye çalışır. Bu durumlarda da eğer kadınlar için kısmi bir istihdam artışı söz konusuysa daha düşük ücretlerle kadınların istihdama çekildiğini görebiliyoruz. Genel ifadeyle ekonomik krizler üç temel sonuç doğuruyor. Birincisi kadınların işsizleşmesi, ikincisi daha fazla erkek şiddetine maruz kalması, üçüncüsü de güvencesiz ve düşük ücretle çalışmaya mahkum edilmesi.
2002 yılından bu yana, yerel yönetimlerden merkezi yönetime kadar, AKP iktidarının kadınları esnek, güvencesiz, yarı zamanlı, ucuz işçiliğe mahkum eden uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP hükümetini Türkiye’de gelmiş geçmiş iktidarlar içerisinde neoliberal politikaları en hızlı ve en yaygın uygulayan iktidar olarak değerlendirmek mümkün. Dünyada 70’ler sonrası ortaya çıksa da Türkiye’de 1980 sonrası Özal dönemiyle başlayan neoliberal politikalar söz konusu. Kapitalizmin neoliberalizm aşamasıyla birlikte çok yaygın bir özelleştirme furyası başladı. Özelleştirmelerle birlikte bir de kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması söz konusu. Yani kamusal olarak ücretsiz verilmesi gereken bütün hizmetler, sağlık ve eğitim başta olmak üzere, piyasalaştırıldı. Bunun yanında da esnek ve güvencesiz çalışma biçimi temel istihdam haline getirildi.
Bu aşamaya kadar kamu alanı kısmen daha korunaklı görünmüş olsa da bundan sonrası için öyle olmadığı çok net. Çünkü kamudaki özelleştirme ve piyasalaştırma süreci neredeyse bitmek üzere. Özel sektörde tamamen bir güvencesizleştirme söz konusu ve esnek çalışma biçimiyle bu güvencesizlik yaygın hale getirilmek isteniyor. Neoliberalizmin bu anlamda en çok kendini beslediği alan da kadın emeği. Sermaye tarafından kadın emeği esnek çalışmaya en uygun olan emek profili olarak görülüyor.
Hükümet sözcüleri ve şu anki Cumhurbaşkanı tarafından yıllarca kadınların evde oturup çocuk doğurmaları için en az üç çocuk talimatı verildi. Bunu yaparken de ucuz iş gücü yetiştiren bir sorumluluk yüklemeye çalıştılar kadınlara. Neoliberalizmin yaslandığı muhafazakar politikalarla bir yandan kadınların daha fazla çocuk doğurması için eve kapanmasına zemin hazırlayan yasal hazırlıklar yapıldı, bir yandan da daha fazla sömürülen bir emek potansiyeli oluşturdu.
Kayıt Dışı İstihdam
AB’ye uyum yasaları sürecinde başlayan ulusal istihdam stratejileri açıklandı hükümet tarafından. Ulusal istihdam stratejilerinin dönemsel programları oluşturuldu. Kadın istihdamını %30’un üzerine çıkarması gibi çeşitli hedefler kondu. Şu ana kadar onlarca program uygulanmış olsa bile bahsedilen hedefe ulaşamadıkları ortada. Kısmi bir istihdam artışı olmuş olsa bile bu istihdamın biçimine bakmak gerekiyor. Çünkü dönem dönem değişen çeşitli yasal paketler hazırlandı ve kadın hareketinin, kadın emekçilerin tepkileriyle birlikte geri çekilmek zorunda bırakıldı. Güvencesiz çalışma biçimini dayatan, kadın emeği sömürüsünü arttıran paketler olduğu için kadın muhalefetiyle karşılandı. Bu paketlerin içerisindeki çeşitli yasaları dağıtarak, farklı farklı torba yasalarla geçirmeye çalıştılar. Yarı zamanlı çalışma da bu torba yasalardan biriyle çıkmış oldu.
Ulusal istihdam stratejileriyle hedeflenenlerden bir tanesi de kayıt dışı istihdamı azaltmaktı ama bu tamamen ellerinde kaldı. Türkiye’de kayıt dışı istihdam daha çok tarım alanında oluyor ve bu alan daha çok kadınların çalıştığı bir alan. Şu ana kadar verilere göre tarım alanındaki kayıt dışı oranı %95’lere dayanıyor. Çok büyük bir emek sömürüsünden bahsediyoruz. Son savaş politikalarından kaynaklı çok fazla göçmen kadın emeğinin sömürüldüğünü biliyoruz.
Hem ev içinde olan hem de çalışan kadınlar çok büyük sıkıntılarla karşı karışıya. Çalışma hayatı içerisinde olan ve gündelik yaşantısını ev içi emekçisi olarak sürdüren kadınlar açısından pandemi süreci kadınların hayatını nasıl etkiliyor, nasıl etkileyecek?
Pandemi süreci de aslında biraz önce bahsettiğimiz kriz süreçlerinden çok farklı etkilemiyor. Çin, karantina sürecini ilk yaşayan ülkelerden biriydi ve Çin’deki veriler kadına yönelik şiddetin arttığını, karantina sonrası da boşanma sayısının arttığını ifade ediyor. Türkiye’de de farklı bir durum yok. Açıklanan çeşitli araştırma sonuçlarına göre şiddet vakalarında %28 oranında artış olduğu ortaya çıkmış durumda.
“Yasal düzenlemelerle şiddet büyüyor”
Pandemiden kaynaklı üretimin darlaştığından, kadınların yoksullaştığından bahsedebiliriz. Pandemi sağlık sektörü, hizmet sektörü ve tekstil alanında çalışan kadınları daha fazla etkiledi. Kadınlar ücretli emek alanında bunlarla karşılaşırken ücretsiz emek alanında da zorluklarla karşılaşıyorlar. 65 yaş üzerine sokağa çıkma yasağı getirilmesi, kreş ve okulların kapanmasıyla kadınların bakım sorumluluğu arttı. Geleneksel toplumsal cinsiyet yargılarını da düşündüğümüzde ev içindeki yük de artmış oldu. Bakım sorumluluğuyla ilgili herhangi bir düzenleme yapılmaması, sığınma evlerinin kapatılması, 183 hattının yoğunluktan dolayı kadınlara özgün hizmet vermemesi gibi durumlardan kaynaklı bu hizmetlere ulaşımları da kısıtlanmış durumda. Kadınların kendilerini ifade edecekleri belli mecralar kaldı. Muhalefeti bir bütün olarak örgütlemenin koşulları da azaldığı için iktidar bunu siyasi fırsata çevirmeye çalışıyor. Son infaz değişikliği yasasıyla kadın katillerinin, tacizcilerin, tecavüzcülerin, kadına yönelik şiddet faillerinin; serbest kalarak, hiçbir önlem alınmadan eve gönderilmeleri söz konusu oldu. Nitekim henüz 9 yaşında bir kız çocuğunun hayatını kaybetmesine neden olan bir infaz yasası geçti meclisten. Yeni yasal düzenlemelerle var olan şiddet büyüyor.
Bir sektöre daha dikkat çekmek lazım. Türkiye’de yaklaşık 1 milyon kadın ücretli ev işçisi olarak çalışıyor. Karantina süreci bu 1 milyon kadının büyük oranının işsiz kalmasına neden oldu. Bunların bir kısmı da göçmen kadınlar ve onlar için hiçbir tedbir söz konusu değil. Bu kadınlar üretim darlaştığı için yeni bir iş bulma olanağından mahrum kalıyorlar. Biraz daha şanslı olup iş bulabilenler de düşük ücretlerle, korunaksız, merdiven altı diye tabir edebileceğimiz işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Kadınların çok boyutlu şekilde bu süreçten etkilendiğini söylemek mümkün.
Tüm olumsuzluklarla beraber Türkiye’de de dünyada da kadın hareketi gittikçe kitleselleşiyor, meşruiyeti ve yaptırım gücü artıyor. Kadınlar işçi direnişlerinin de ya ön saflarında ya da bir şekilde içerisindeler. Kitleselleşen kadın hareketi ile işçi sınıfı, işçi direnişleri arasındaki bağı nasıl değerlendirebiliriz?
Sendikaların oluşma sürecinde, kadın emekçilerin örgütlenme sürecinde kadın hareketinin büyük katkıları var. Türkiye’de sendikal hareket içerisindeki kadınların görünürlüğünün arttığı süreçlere baktığınızda kadın hareketinin yükselişe geçtiği süreçlerle paralel gider. Aynı zamanda daha fazla kitleselleşecek bir ilişkinin istenilen düzeyde olmadığını da söyleyebiliriz. Önemli nedenlerden biri sendikalardaki erkek egemen yapının çözülemiyor oluşu. Özellikle feminist kadınların sendikalarda kendi düşünceleriyle var olma süreçleri kolay olmuyor. Dolayısıyla özgün kadın alanında mücadele etmeyi tercih ediyor kadın arkadaşlarımız. Sendikalardaki toplumsal cinsiyet yargılarınının kırılması için çok büyük bir mücadele var. KESK olarak bunu kısmen daha ileri bir noktaya taşıdığımızı söyleyebilirim. Çünkü kadınların kendi özgün yapılanmaları biraz da kurumsal bir oluşuma kavuşmuş durumda. Kadın meclislerinin özgün olması, kendi kararlarını alıyor olması, alınan kararların sendikanın genel politikalarına yansıyor olması çok önemli. Fakat genel olarak işçi sendikalarına baktığımızda bu hala çok daha zor ve sıkıntılı bir halde. Bunun sendikalardaki eril yaklaşımların çok güçlü olması gibi bir sebebi varken bir yandan da kadın emeği tartışmalarının az yapılması gibi bir özeleştiri süreci de var. Bu eleştirilerin fazlasıyla yapılması bu alanla temasın artmasına olanak sağladı.
Türkiye’de son yıllardaki OHAL süreciyle birlikte otoriter baskıların nefes aldırmayacak düzeyde uygulanması bir araya gelişleri azalttı. Kitlesel yapılanmaların, örgütlenmelerin Türkiye’de yeterince olmamasına neden oldu. Biliyorsunuz dünya kadınları son yıllarda feminist grevler, kadın grevleri örgütlemeye başladılar. Bu da aynı şekilde o teması olumlu anlamda etkileyecek bir süreçti ancak Türkiye’de bunun tartışmalarını dahi çok fazla yapamadık. Dolayısıyla örgütleme boyutuna henüz geçmiş değiliz. Fakat bu sene bunun tartışmalarını biz KESK içerisinde yapmaya başladık. Tabi farklı yaklaşım ve anlayışlar var. Bunu aşmak çok kolay değil ama bir yerden başlamak gerektiği de açık ve net.
1 Mayıs’ta Kadınların Talepleri
1 Mayıs bu sene Covid-19’un gölgesinde gerçekleşecek. Çok uzun zamandır ilk defa dünya işçi sınıfı kent meydanlarında yer alamayacak. Kadınlar açısından ve bütünlüklü olarak işçi sınıfı açısından bu 1 Mayıs’ta hangi talepler ön plana çıkacak?
Dünden bugüne işçi sınıfının genel talepleri dile getirildiği gibi bir yandan da pandemiden kaynaklı özgün talepler de öne çıkıyor. Biz kendi açıklamalarımızda bu ikisini dengelemeye çalıştık. Çünkü talepleri salgın sürecine sıkıştıran bir yaklaşım eksik kalacaktı. Genel itirazlarımızın pandemi sürecinden çok da ayrı düşmediğini söylemek lazım. Kadınların pandemi sürecinde öne çıkan taleplerini görünür kılmaya çalıştık.
Emek, meslek örgütleriyle düzenli olarak bir araya gelerek oluşturduğumuz raporlarımız var. KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’li kadınlar olarak pandemi sürecinin başından beri kadınların yaşadıkları sorunları haftalık rapor şeklinde kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyoruz. 1 Mayıs özelinde öne çıkardığımız talepler kadınların yıllardan bu yana getirdikleri ve eşitsizliklerin arttığı dönemler olan salgın dönemlerinde yeniden ifade etmeye çalışmak zorunda kaldıkları ‘eşit işe, eşit ücret’ talebi bu sene de 1 Mayıs taleplerinin içerisinde. Kamu, özel farketmeksizin bütün kadınlara iş ve gelir güvencesinin sağlanması gibi bir temel talebimiz var. İstanbul sözleşmesinin çok etkin uygulanması ve 6284 sayılı yasanın da aynı biçimde etkin olarak uygulanması, kadınlara yönelik şiddetin azaltılması için acil tedbirlerin uygulanması gibi bir talebimiz de var. İhraç ve KHK ile birlikte pandemiyi de göz önünde buldurduğumuzda kadınların var olan o kısmi iş imkanlarından da faydalanamadıklarını görüyoruz. KHK’ların iptal edilerek ihraç edilen kamu emekçilerinin ve yerel yönetimlerdeki işçi kadınların görevlerine iade edilmesini talep ediyoruz. Çok fazla sokakta olamasak da bu taleplerimizi yaygın bir şekilde dillendirmeye çalışacağız. Umarız ki bu 1 Mayıs kadınların gerçekten özne olduğu yeni bir yaşamın ve kendi örgütlülüklerini, kendi yaşamlarını, kendi elleriyle kurabilecekleri bir geleceğin başlangıcı olur.