Türkiye eskiden 10 yılda bir ekonomik kriz yaşardı.
Türk lirasının değeri bir gecede yarıya düşer, arkasından askeri darbe yapılır, hükümetler devrilir, sıkıyönetim ilan edilirdi. Pek fazla demokrasimiz yoktu. Ama olduğu kadarı da askıya alınır, devrimciler, ilerici aydınlar, Kürtler askeri cezaevlerine toplanır, işkenceler, idamlar, sokak infazları, hayat pahalılığı, karaborsa hayatımızı yıkar geçerdi.
Gel zaman git zaman ekonomik krizler sıklaştı, daha şiddetli, daha yıkıcı oldu. Yetmedi, ekonomik ve siyasi krizler sistem krizine dönüştü.
Şu anda tarihimizin en şiddetli, en yıkıcı ekonomik krizinin içindeyiz. Kitlesel işsizlik, kitlesel yoksullaşma, açlık, uluslararası ilişkilerde sıkışmışlık ve bunlarla birlikte korona salgını karşısında çaresizlik yaşıyoruz.
Türkiye geleceğe dair umudunu kaybediyor.
Peki krizler kaderimiz mi; alın yazımız böyle yazıldığı için mi çekiyoruz bunca acıyı, sıkıntıyı?.
Anadolu Kavimler Kapısı'dır. Bir çok kavim, tarih boyunca bu kapıdan doğuya, batıya geçti durdu. Geçerken yerleşenler, buraları yurt edinenler oldu. Bu topraklar zaten boş değildi. Böylece dünyanın pek az yerinde görülecek çeşitlilikte bir toplum ortaya çıktı. Türkler, Rumlar, Araplar, Ermeniler, Kürtler, Çerkesler, Boşnaklar, Lazlar.. Sünni müslümanlar, Aleviler, Ortodoks, Gregorien, Protestan, Katolik hristiyanlar, Süryaniler, Ezidiler.
Bu insani çeşitliliği zenginlik görerek, farklı olanı koruyarak; hep birlikte eşit, özgür ve çoğulcu bir toplum inşa edebilirdik.
"Sünni-Türkler olarak çoğunluk bizde, ötekilerle neden eşit olalım ki.." anlayışıyla hareket eden hakim sınıf siyaseti, milli ve sınıfsal ayrıcalıklarını korumayı başa koydu. Eşit yurttaşlık isteyeni de, sınıfsal/toplumsal eşitlik isteyeni de düşman gördü ve korktu.
Korkuları yüzünden iki yakası zaten bir araya gelmeyen Türkiye'nin kıt kaynaklarını bir güvenlik ve savaş rejimi inşa etmek için kullandılar. Uluslararası ilişkilerde karşılıklı saygı ve eşitlik temelinde barışçıl ilişkiler kurmak yerine; iktidarlarını ve ayrıcalıklarını korumak için emperyalist devletlere, bloklara sığındılar. İngilizci, Almancı, Amerikancı, Rusyacı oldular.
Emperyalistler kimseyi bedavaya korumaz.
Halklarımızın ürettiği, yarattığı değerleri birlikte talan ettiler. Ülkeyi emperyalizmin bölgesel savaşlarında koçbaşı haline getirdiler; sınıf eksenli toplumsal mücadelelerini, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerini şiddetle bastırmak için yürüttükleri savaşlarda, onların iznini ve desteğini almaya çalıştılar. Siyasi rüşvet olarak, kullanamayacakları pahalı silah sistemlerine milyarlarca dolar para harcadılar. Bütçe imkanlarını polisi, MİT'i güçlendirmek, TSK'yı sürekli savaş halinde tutmak için sonuna kadar kullandılar.
Türkiye toplumunu, yönetici elitin korkularını, yolsuzluklarını, lüks ve şatafatlarını finanse edecek sömürge halkı konumuna yerleştiren akıl ve insanlık dışı sistemin sürekli kriz üretmesi kaçınılmazdır. Bu yıkıcı, kanlı ve karanlık yönelişten dönmeden kriz sarmalından çıkmak da mümkün değildir.
Bugün devletin,korona salgını karşısında halka aşı temin edecek parası yok. "Tam Kapanma" için temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan toplum kesimlerine verecek bir destek; hatta bunun için iktidarın niyeti bile yok.
Ama hakkını arayan işçiye, üniversite öğrencisine, kadınlara yönelik şiddete karşı kadın eylemlerine; ormanını, deresini, toprağını koruyan İkizdereli köylülere, iktidarı eleştiren bir inanç grubuna karşı, camiye postallarıyla dalıp ibadet edenlere biber gazı sıkmak için on binlerce polis seferber.
Bütün Kürt şehirlerinde halkın iradesine ısrarla el konuluyor. Seçilmiş yerel yönetimler görevden alınıyor, yerlerine kayyım atanıyor.
TBMM'de her HDP Milletvekili için, tamamı kürsü dokunulmazlığı kapsamındaki konuşmaları hakkında hazırlanmış fezlekeler gündeme alınıyor. Gergerlioğlu örneğinde olduğu gibi, şiddet kullanılarak gözaltına alınıp cezaevine gönderiliyor.
HDP hakkında kapatma davasına ek olarak, İŞİD'in intikam davası niteliğinde Kobanî davası açılıyor.
Bütün Kürt şehirleri sıkıyönetim şartlarından daha ağır bir işgal altında. Her köşe başında Toma, her meydanda Panzer, her yerde işkence, her yerde katliam...
Suriye topraklarında, düne kadar Kürt nüfusun yaşadığı işgal bölgelerine yerleştirilen on binlerce cihatçı selefi çete mensubuna maaş ödeniyor, bu çeteler silahlandırılıyor, lojistik ihtiyaçları karşılanıyor. TSK, daha önce aynı bölgelere 13 defa harekat düzenlediği ve ve bir sonuç alamadığı halde, 14. defa uçak ve helikopter filolarıyla, obüsleri, havanlarıyla, özel kuvvetleriyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak topraklarına işgal harekatı düzenliyor.
Türkiye Merkez Bankası Başkanı da "128 Milyar dolar nerede?" sorusuna cevap verirken bunu doğruladı: "O İHA'lar, SİHA'lar bedava uçmuyor, asker bedava yürümüyor."
Uzun zamandır önümüzde iki seçenek duruyor:
Ya krizleri, yoksulluğu, işsizliği, gençlerin bayraklara sarılı tabutlar içinde yoksul evlerine dönüşünü; kısacası savaş ve şiddeti; tıpkı bugün olduğu gibi ülkenin talan edilmesini;
Ya da barışı, çözümü, demokratikleşmeyi, krizsiz işleyen bir ekonomiyi, refahı ve bolluğu seçeceğiz...
Bu ikinci yol, demokratik siyasetin önünün açılması, basının özgürleşmesi, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün genişlemesi; halkın siyasete katılım kanallarının açılması; iktidarlar üzerinde demokratik bir denetimin kurulması anlamına da geliyor.
Kriz yaratan ve krizden beslenen talancı zihniyet; Kürt sorununun eşitlik ve özgürlük temelinde barışçı çözümünü, yıllardır TECRİT altında tutuyor. Yakın geçmişte, kısa süreliğine de olsa barışçı çözüm yoluna girildiğinde devlet de siyasi iktidar da barışçı çözüm yolunu birlikte açmak üzere Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın katkı ve katılımının önünü açmak ihtiyacı duydu. Çünkü onlar da biliyor: Abdullah Öcalan barış ve çözüm iradesidir.
Sayın Öcalan üzerindeki tecrit, adım adım, demokratik hak ve özgürlüklerin, insanca yaşama isteğimizin, ülkenin geleceğine dair umudumuzun üzerinde bir tecride dönüştü.
Barış ve çözüm iradesinin, Abdullah Öcalan'ın üzerindeki tecrit kalkmadan ve barış yolu açılmadan, krizden, yoksulluktan, devletin baskıcı politikalarından, yolsuzluk ve israfa karşı, kitlesel yoksulluk ve açlıktan çıkış yok.
Kararı halk verecek.
Halkların Demokratik Kongresi
Yürütme Kurulu