İmralı Tecridini Görmek Oyunları Boşa Çıkarır!

Eş Sözcümüz Cengiz Çiçek, Erdoğan’ın İmralı çıkışını, muhalefetin tutumunu ve gündemdeki gelişmelere dair Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtladı.

Muhalefetin İmralı’daki “tecrit ve işkence sistemini” görmesi gerektiğini belirten HDK Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek, “Öcalan’ın sesinin kısıldığı bir ortamda, her tartışma tecrit ve işkence sistemine hizmet ediyor" dedi.

İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde 23 yıldır ağır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan, 25 Mart 2021’den bu yana haber alınamıyor. Öcalan’dan 10 aydır haber alınamaması nedeniyle toplumsal kaygılar artarken, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, partisinin 12 Ocak’taki grup toplantısında “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek” açıklaması yaptı. Günler süren tartışmanın ardından Erdoğan, 26 Ocak’ta bu kez katıldığı bir televizyon programında gazetecilerin sorusuna “Öcalan’a sormalı” yanıtı verdi. Muhalefet partileri, Erdoğan’ın bu çıkışını olası bir seçime bağlarken, hiç kimse 10 aydır hukuksuz bir şekilde aile ve avukat görüşü engellenen Öcalan’ın durumuna değinmedi.

İmralı’dan başlayalım. İktidardan muhalefete günlerdir herkes PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı konuşuyor, tartışıyor. İmralı tartışmalarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan’ın son açıklamaları bizler açısından yeni bir durum değil. Ama bize tekrardan şunu hatırlattı; burada kendisini Osmanlı’nın devamı olarak gören, bu yönüyle sarayını, saltanatını kurmuş bir şahsın Osmanlı’ya dair vurgularını görüyoruz. Gerçekten de siyaset tarzına baktığımızda, tam da Osmanlı’daki ayak oyunu gibi. Belki de Erdoğan’ı kendisinden önceki iktidarlardan farklı kılan durum da budur. Erdoğan her şeyi iktidar oyunlarının aleti haline getirmeye çalışıyor. Ama şunu vurgulamak gerekiyor ki Sayın Öcalan birinden rahatsızlık duyuyorsa, o da Erdoğan’ın kendisidir. Sayın Öcalan’ın en çok rahatsız olduğu anlayışın sahibi Erdoğan’dır. Yani Sayın Öcalan, Erdoğan’ın siyasal zihniyetinden, diktatörlük heveslerinden rahatsızdır. Sayın Öcalan, Erdoğan’ın kendi hegemonyasını kurma girişimlerine set çektiği için, bu oyunlara gelmediği için, Erdoğan’ın diktatörlük hevesini kursağında bıraktığı için, bunun önüne geçtiği için, bugün tarihin görüp görebileceği en büyük tecrit ve işkence sistemi altındadır. Güncel söylemiyle Öcalan birinden rahatsızsa, Erdoğan’dan, onun zihniyetinden, iktidarı için halkları kölelik koşullarında tutan, ülkeyi soyup soğana çeviren, ulusal ve uluslararası sermaye tekellerine peşkeş çeken, sadece kendini ayakta tutmak için bütün değerleri iğdiş eden anlayıştan nefret ediyor.

Sayın Öcalan’ın İmralı’da 23 yıllık direnişinin ana motivasyonunun ne olduğu çok açık. Bunu en çok Erdoğan biliyor. 24 saat kameralarla gözetlendiği bir ortamda Öcalan’ın en çok kime öfke duyduğunu, en çok kime karşı mücadele yürüttüğünü Erdoğan’ın kendisi hepimizden çok iyi biliyor. Bugün AK-Saray rejiminin en büyük gayri ahlaki, gayri hukuki politikaları İmralı’da dışa vuruluyorsa, bu İmralı’daki düşünceden, ferasetten, politik yoğunlaşmadan en çok korkan kişinin Erdoğan’ın kendisi olduğu için böyledir. Zaten Sayın Öcalan yıllar Önce Erdoğan’ı uyarmıştı.

Hangi konuda, nasıl bir uyarı…

Sayın Öcalan, Erdoğan’a “Diktatörlük peşinde koşarsan, hegemonya peşinde koşarsan, en başta karşında beni bulursun. Ama Kürt sorununun demokratik, toplumsal çözümüne ‘evet’ dersen, sende kazanırsın, ülke de kazanır. Bütün halklar kazanır” uyarısında bulunmuştu. Hatta “Kürt meselesinin çözümü o kadar zor bir mesele ki güçlü durmak zorundasın. Ama Kürt meselesini kendinden önceki iktidarlar gibi siyasal hegemonyanı büyütmenin aracı haline getirmeye çalışırsan, kendinden önceki iktidarlar gibi devrilirsin” diye de uyarmıştı. Bugün hep birlikte görüyoruz. Şu anda Erdoğan’ın yaşadığı süreç devrilme sürecidir. O yüzden şunun vurgusunu iyi yapmak lazım; İmralı’da Sayın Öcalan’ın demokratik, özgürlükçü çizgisiyle Erdoğan’ın temsil ettiği köleleştirici, sömürgeci zihniyetin savaşı vardır. Aslında Erdoğan bunu dolaylı yoldan itiraf etmektedir.

İmralı kapılarının bu nedenle mi kapalı tutulduğunu söylüyorsunuz?

Elbette. Yoksa İmralı kapılarının kapalı olması bütün toplum açısından ölümcül bir sonuç doğurduğu herkesçe görülüyor. Ama Erdoğan kendi iktidarını korumak için tecridi olabildiğince derinleştiriyor. Erdoğan diyor ya “Öcalan hesap soracak”. Madem Sayın Öcalan bazı anlayışlardan rahatsız hesap soracak o zaman İmralı’nın kapılarını açın kendisi bunu ifade etsin. Böyle bir karadelik ortamında, tecrit ortamında biz neye güveneceğiz? Bu durum seçimler yaklaşırken Erdoğan’ın başvuracağı yolların neler olacağını bize gösteriyor. Geçmişte de bunu yaptılar. O zaman da tutmadı, şimdide tutmayacak.

Muhalefet, Erdoğan’ın açıklamalarını seçime indirgedi. Ancak Öcalan’a yönelik aile ve avukat görüş engeline hiç değinilmedi. Öcalan’dan bunca zamandır haber alınamadığı bir ortamda, tartışmaların bu yöne evrilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Erdoğan sürekli olarak Kürt halkının, Kürt seçmeninin politik ve ideolojik olarak kafasını karıştıracak, bölecek, parçalayacak adımlar atmak istiyor. Kürt halkının bilinciyle, birliğiyle oynarsa, Türkiye’deki sosyalistlerin, emekçilerin, köylülerin, kadınların aslında direnen bütün grupların politik birliğini, bilincini parçalayacağını ve bu açıdan işinin çok daha kolay olacağını biliyor. Bu politik bilincin ve birliğin parçalanacağı yegane alanlardan birisi de Sayın Öcalan üzerindeki özel savaş oyunlarıdır. Dikkat ederseniz Erdoğan yıllardır bu ipe sarılıyor. Sayın Öcalan’la ilgili spekülasyonlar geliştirerek, tecrit ortamının o karanlığından faydalanarak, kimi psikolojik söylemlere, özel savaş söylemlerine yönelerek Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye’deki bütün direnen halkların kafasını karıştırmaya çalışıyor.

Muhalefetin anlamadığı temel meselelerden birisi de budur. İşte birileri çıkıp “Kürt sorununu çözeceğim. Bu ülkeye demokrasi getireceğim” diyor. Ama İmralı’da hukuk katliamına dur demediğiniz sürece demokrat olamazsınız. İmralı’yı bir ölüm koridoru olmaktan çıkaramazsanız, özgürlükçü olamazsınız. Kürt meselesini çözmek istiyorsanız, İmralı gerçeğini, hakikatini kabul etmek zorundasınız. Aslında bugünkü sistem içi muhalefetinde saray rejimiyle ortaklaştığı nokta budur. Bu ülkede demokrasinin, özgürlüğün, demokratlığın ölçüsü Kürt sorunudur ve Kürt sorununa yaklaşımdır. Onunda en belirleyici noktalarından birisi de Sayın Öcalan’a yaklaşımdır. Kürt halkının iradesini, temsiliyetini, bilincini ve düşüncesini kabul etmeyen hiçbir yaklaşımı biz demokratik bir yaklaşım ve zihniyet olarak kabul etmeyeceğiz. Bu yaklaşım olsa olsa Erdoğan’dan sonraki rejimin ulus devletçi inşacısı olur.

Bu konuda muhalefete nasıl bir sorumluluk düşüyor?

Cumhuriyetin demokratikleştirilememesinin temel nedenlerinden birisi Kürt sorunudur. Siz güncel olarak Kürt sorununa hakikat ve gerçek temelde yaklaşmıyorsanız, sadece oy uğruna Sayın Öcalan gerçekliğini, İmralı gerçekliğini ve oradaki hukuk korsanlığını, işkence sistemini göz ardı ediyorsanız, adeta üç maymunu oynuyorsanız, yarın öbür gün kendi çıkarlarınız için demokratikleştirme çabalarında da üç maymunu oynayacaksınız. Geçmişte üç maymunu oynamasaydınız, Türkiye’nin halklar, emekçiler, kültürler gerçeğine gözünüzü, kulağınızı kapatmasaydınız, tekçilikte ısrar etmeseydiniz, bugün Erdoğan zaten sizin yarattığınız dalgayla sörf yapamazdı. Bu kadar net bizim açımızdan. İmralı meselesi demokratik kriterlerin test edildiği bir alandır. O yüzden herkes kendisini buradan ele alsın, buradan ölçüp biçsin. Yoksa onun dışında Kürt halkının, özgürlükçü güçlerin ifade edildiği gibi bir gündemi yoktur. Bizler açısından Sayın Öcalan’ın içerisinde bulunduğu durumda nettir, politik durumu da örgütsel temsiliyeti de toplumsal temsiliyeti de nettir.

Ne yapmalı muhalefet? Bu haliyle Türkiye demokrasisine yansıması ne olur?

İmralı meselesi ve Öcalan’ın durumu bir turnusol kağıdı gibidir. 21’inci yüzyılda yaşıyoruz ama Sayın Öcalan’ın avukatları, bazı konjonktürel durumlar dışında 11 yıldır kendisiyle görüşemiyor. İnsan haklarından, haktan, hukuktan söz edenlere, hatta AKP-MHP rejimine karşı yürüttükleri mücadelenin demokrasi ve özgürlük mücadelesi olduğunu iddia edenlere buradan açıkça çağrı yapıyoruz. Evet, bu rejim bu ülkede çok kötülükler yaptı. Ama siz hala Erdoğan karşısında “Kürt meselesini biz çözeceğiz. Kürt meselesinin muhatabı Meclis’tir, Kürt halkıdır” diyorsanız, o zaman gidip Kürt halkına sorun. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit ve işkence sistemini Kürt halkı kabul ediyor mu, etmiyor mu? Hatta Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü istiyor mu, istemiyor mu? Gidin sorun. Kürt sorununu nasıl çözeceksiniz?

Muhalefet, Erdoğan’ın oyunlarını boşa çıkarmak istiyorsa, İmralı’daki tecrit ve işkence sisteminin yarattığı o kapalı halden, iletişimsizlik halinden, bu halin yarattığı avantajları Erdoğan’ın elinden almak istiyorsa, Erdoğan’ın İmralı’ya dönük söylemlerinin önüne geçmek istiyorsa, bu tehlikeyi bertaraf etmek istiyorsa, iktidara yapacağı tek çağrı var: İmralı kapılarını açacaksınız. “Öcalan’ı ailesi ve avukatlarıyla görüştüreceksiniz, Öcalan yasal haklarından faydalanacak ve kendisini ifade edecek. Bir insanın kendisini ifade etme, kendisini savunma hakkını elinden alamazsınız” diyecek. Onun dışında bu ortamda yapılacak her tartışma beyhudedir, boştur, oyuna gelmektir. Bir insanın sesinin kısıldığı bir ortamda Sayın Öcalan üzerinde yapılacak her tartışma tecrit ve işkence sistemine hizmet etmek demektir. AKP’nin oyunlarına hizmet etmek demektir. Bu şekilde hareket edildiği sürece ülkeye bırakın demokrasiyi getirmeyi Erdoğan’ın yarattığı durumdan bir adım ileriye gidemezsiniz.

Muhalefet kanadından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bir ay önce “Kandil’i yerle bir edeceğiz”, bir ay sonra “Bu ülkeye demokrasi gelecekse, bunun yolu Diyarbakır’dan geçer” açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Artık ülkedeki insanları nefes aldıramaz bir durumda tutan, belki de siyasal tarihimizin gördüğü en büyük canavarla karşı karşıyayız. Bu canavar dün o lafı söylüyordu. Senin yarın aynı canavara dönüşmemen için yapman gereken tek şey var. O da tutarlı olmaktır. Gerçekten bu ülkede demokrasiyi, özgürlükleri, hayata geçirmek istiyorsanız, Kürt halkının zihniyetini de kabul etmek zorundasınız. Kürt halkının politik iradesini, politik bilincini kabul etmek zorundasınız. Bakın AKP tutarsızlığı neredeydi. İşte TRT Kurdi’yi açtı ama şu anda Kürdün nasıl düşüneceğine karışıyor. Kürdün geleceğini nasıl tayin etmesi gerektiğine, iradesine müdahale ediyor. Sizler de gerçeği göz ardı edip Kürdün nasıl konuşacağına, politik tercihini, yaşamını nasıl örgütleyeceğine dair sürece karışırsanız tarihin sizi getireceği nokta faşizmdir.

Son bir ay içerisinde söylediği şeyleri göz önünde bulundurursak, hangisi gerçek Kılıçdaroğlu, onu anlamaya çalışıyoruz. Aslında bunu konuşmamız lazım. “Kandil’i yerle bir edeceğim” diyen mi gerçek Kılıçdaroğlu, “Demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen mi? Siz Kandil’i yerle bir edeceğim dediğiniz andan itibaren size geçmiş olsun. Siyasal dil olarak inşa ettiğiniz bu milliyetçi dil Konya Meram’da Kürt katliamına dönüşüyor. Birileri kendilerine talimat verilmiş gibi düşünüp gidip Kürt katliamı yapıyor. Sadece milliyetçi-muhafazakar oyları alacağım diye Kürt halkının onuruyla, değerleriyle oynarsanız ve yarattığınız bu siyasal toplumsal atmosferden Kürtler katlediliyorsa Kürtlerin size inanacağı bir şey yok. O yüzden bu ülkede kalıcı barışın tek yolu Kürt meselesini, Kürt halkının iradesi temelinde çözebilme ferasetini, cesaretini, yeteneğini göstermektir.

Demokrasinin yolu nerden geçer?

Yaşanan tarih bunu zaten gösterdi bize. Sayın Öcalan’ın toplumla buluştuğu, iletişim kanallarının açık olduğu dönemde, Türkiye’deki bütün politik aktörlerden ve çevrelerden farkı neydi? Sayın Öcalan en reel, en olabilir, en mümkün olan çözüm önerilerinin sahibiydi. Kendi gerçeğine bile bu reellikte, bu çıplaklıkta yaklaşan bir insandan bahsediyoruz. Biriktirdiği bir toplumsal gücün var olduğunu, kendisinin peşinden gidecek milyonların olduğunu ama aynı şekilde kendisine karşı bir milliyetçi, ırkçı toplumsallığın da inşa edildiğini bilecek kadar gözetecek, dilini, söylemini ve argümanlarını bu gerçeklik üzerinden inşa eden bir şahıstan söz ediyoruz. Türkiye’de adı ne olursa olsun, aklı ne olursa olsun, Türkiye’nin demokrasi, özgürlük, demokratik cumhuriyet bağlamında ihtiyaç olan akıl bu akıldır. Yani karşısındaki kişinin gücünü de gözeten, onu da ikna etmeye çalışan, onun da onurunu kırmamaya çalışan ama bunu yaparken de kendi onurunu da çiğnetmeyen, kendi iradesini çiğnetmeyen ilkeli bir yaklaşımdan söz ediyoruz. Diyarbakır Kürtler açısından çok önemli bir kent. Fakat Sayın Öcalan’ın da birçok defa ifade ettiği gibi, bu ülkeye demokrasi savaş kararlarının alındığı yerden başlayarak gelir. Yani Meclis’ten başlayarak bir barışı ve demokrasiyi getirebiliriz. Onun için de İmralı’nın kapılarının açılması gerekir. İmralı’nın kapıları açılmadan hiçbir yerden bir şey gelmez.

HDP’nin çağrısıyla 8 parti ve oluşumun bir araya gelişi, haftanın önemli gelişmesi oldu. Siz HDK olarak bu partilerin bir araya gelişini nasıl karşıladınız?

Bunu tabiî ki olumlu değerlendiriyoruz. Çünkü ihtiyacımız olan bir tablo, ihtiyacımız olan bir fotoğraftı. Bizlerin ilkesel buluşmaları sağlayabilmemiz gerekiyor. Nasıl ki devletçi güçler bütün olanaklarını kendi egemenliklerini sağlamak için seferber ediyorsa, kendi sınıfsal ve ideolojik çıkarı için yan yana geliyorsa, bizlerin toplumun çıkarları için, emekçilerin, ezilenlerin çıkarı için daha fazla yan yana gelmemiz gerekiyor. Daha fazla güç birliğinin, bileşik mücadelenin olanaklarını zorlamamız gerekiyor. Bu fotoğraf bu anlamıyla çok tarihidir, çok kıymetlidir. Emeği geçenlerin emeğine sağlık.

Bu bir araya geliş, ülkenin içinde bulunduğu çoklu krizlere çözüm olur mu?

Bu başlangıç açısından çok kıymetlidir. Ama yeter mi? Hayır, değil. HDK’nin tartıştığı şeylerden birisi de budur. Yani fotoğrafa giren partilerin dışındaki bütün toplumsal hareketlerin, çevrelerin ortak programlar ve ortak ilkeler etrafında yan yana gelmesini arzuluyoruz. Bunun çabasını da yürütüyoruz. HDP’nin toplantı çağrısı bazı kesimler tarafından “bir seçim ittifakıdır” şeklinde manipüle edildi. HDP seçim ittifakı derdinde olmadığını defalarca söyledi. Zaten buna ihtiyacı olmadığını ispat etmiş bir partidir. Ama bu algıları da gözeten bir perspektifle toplumsal bir ittifak, sokak ittifakı, halklar ittifakını nasıl yaratabiliriz, buna kafa yormamız lazım. Bu noktada da HDK’nin güncel ve tarihsel rolü ve misyonu söz konusu oluyor. İşte bizim gündemimizden biri de budur. O yüzden sorunuza “evet, ama yetmez” diyorum. Yani bu ittifakı bir toplumsal ittifak haline getirmediğimiz sürece, halklar ittifakı haline getirmediğimiz sürece, halkların ve kitlelerin doğrudan güncel politik mücadelelerini, demokrasi ve özgürlük mücadelesini sağlayamadığımız sürece, belki kaybetmeyiz ama kazanamayız da.

HDP’nin bu konuda önerisi nedir?

Biz HDK olarak ikili bir hat öneriyoruz. Bir taraftan seçimleri gözeten ama öbür taraftan seçimleri gözetirken seçimleri aşan bir ittifak. Yani halklar ittifakını, ezilenlerin ittifakını sağlayacak, yaşamın içerisinde, üretim alanlarında kol kola, yan yana getirecek, onun sinerjisini hem örgütler hem de halklar bağlamında açığa çıkaracak bir ittifak gerekiyor. Çünkü faşizmin de diktatörlüklerin de güncel haliyle AKP-MHP rejiminin korktuğu da budur. Erdoğan 15 Temmuz’a dair “Sokağa çıkın da görelim” dedi. Ama 15 Temmuz’da sokağa halklar çıkmadı ki. Sizin kendi ittifak ettiğiniz, iktidarı paylaşamadığınız bir güç çıktı. Onu da biz göründüğü kadarıyla söylüyoruz. Arkada ne döndü bilmiyoruz. Aslında Erdoğan’ın orada işaret ettiği şey Gezi idi. Bütün diktatörlüklerin korktuğu şeyde halkların isyanıdır, hareketidir. Pratik politikada, eylemde yan yana gelecek cesareti gösterecek, bu gücü gösterecek, bu yeteneği gösterecek akıl ve irade kazanacak. Erdoğan'ın korktuğu ve ısrarla engellemeye çalıştığı gerçek de budur.

HDP bu süreçte nasıl bir yol izleyecek?

Biz HDK olarak bundan sonraki çalışmalarımızın ana odağına Türkiye’deki bütün özgürlükçü güçlerin, sol sosyalist güçlerin, kendisini toplumsal hareket olarak değerlendiren bütün güçlerin demokrasi ittifakının toplumsal ayağını, sokak ayağını, eylem ayağını örgütleyecek bir perspektifle ele alacağız. Almak zorundayız. Bu bağlamda çalışmalarımızı da başlattık. Bütün bileşenlerimizle görüşme trafiği başlattık. Sizin aracılığınızla bütün bileşenlerimize şu çağrıda bulunmak istiyorum: Yan yana gelelim, ortak tartışalım, ortak kararlaşalım, ortak eyleme geçelim.

Artık HDK'nin bundan sonraki çalışmaların temel odaklarından biri, belki de temel odağı Demokrasi İttifakı’nın toplumsal ayağını örgütlemeye dönük bir çalışma olacak. Bu bağlamda yaklaşık bir buçuk aydır bu çalışmaları başlattık. Ama bundan sonra mevcut rutinimizi aşan bir şekilde yan yana gelmeliyiz. Sürecin yakıcılığı, sürecin hassasiyetleri üzerinden bir hamleci tarzla kendisini ele alan, daha fazla yan yana gelen ve daha fazla ortak eyleme geçen eylemde birlik propagandada serbestlik ilkesi etrafında bütün renklerimizle halklarla buluşacağımız büyük bir direniş sürecini, büyük bir hamle sürecini hazırlık yapıyoruz, yapmalıyız. Bütün bileşen örgütleri, dost güçleri de sürecin belki de en fazla ihtiyacı duyulan eylemsel birliğini, hareket birliğini sağlamanın yollarını aramaya davet ediyoruz.

 

Via/ MA / Ferhat Çelik