2015 yılı Aralık ayında Paris’te yapılan 21. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda (COP21) kabul edilen ve 2016 Nisan ayında 197 taraf ülke tarafından imzalanan Paris İklim Anlaşması altı yıl sonra Türkiye tarafından da onaylandı.
Yaşadığımız ekolojik kriz ve onun bir görünümü olan iklim krizi, kapitalist-emperyalist sistemin emeğin sömürüsü ve doğanın talanına dayanan zenginleşme, büyüme hedeflerine dayanan, askeri güçle korumaya alınmış ekonomik, finansal, teknolojik ve siyasal tahakküm ilişkileri altında, öncesi bir tarafa, son 200 yılda, biyoçeşitliliğin tükenmesi, buzulların erimesi, okyanusların kirlenmesi, tatlı su varlıklarının kirlenmesi ve yok olması, kuraklık, açlık ve yoksulluk, hiç eksilmeyen iç savaşlar, bölgesel ve dünya savaşları ile bir avuç sermaye sınıfının çıkarları için dünya üzerindeki canlı yaşamın yokoluşa sürüklenmesidir.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin amacı, küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C’nin, mümkünse 1,5°C’nin altında tutulmasına yönelik küresel çabaların sürdürülmesi olarak açıklanmıştır. Fakat en başından itibaren tarihsel ve güncel olarak atmosferdeki sera gazı emisyonlarından en fazla sorumlu olan kapitalist-emperyalist ülkeler başta olmak üzere Sözleşme’ye imza veren hiçbir ülke sorumluluklarını yerine getirmediği gibi, iklim krizinin gerçek çözümü için de hâlâ bilimsel, gerçekçi ve bu krizden en önce ve en fazla etkilenecek halklar ve canlı türlerinin korunmasını esas alan politikalar da geliştirilmemiştir.
Paris Anlaşması’nın devletlerin kendi ulusal koşulları uyarınca belirleyecekleri ve bağlayıcılığı olmayan hedeflere dayalı “esnek düzen”inin gezegenin karşı karşıya olduğu iklim krizine yanıt olmayacağı aşikârdır. İklim kriziyle mücadelede piyasa mekanizmalarına öncelik verilmesi, sermayenin doğa üzerindeki tahakkümünün daha da derinleşmesi anlamına gelen “yeşil ekonomi”, “sürdürülebilirlik”, “dengeleme” politikaları, ekosistemlerin tüm süreç ve fonksiyonlarını sermaye birikim sürecinin bir parçası haline getiriyor. “Yeşil ekonomi”yle birlikte geçmişte fiyatlandırılmayan doğal süreçlerin fiyatlandırılacağı bir sistem öngörülüyor/kuruluyor. Paris Anlaşması bütünüyle iklim finansmanı olarak adlandırılan iklim krizi ile mücadele için gelişmiş ülkeler veya belli fon sağlayıcılar tarafından sağlanan fonların kullanımı, karbon vergisi, karbon ticaret mekanizmaları gibi araçlara dayanan bir finansal bağımlılık anlaşmasıdır. İklim krizini önlemek devletlerin ve şirketlerin niyetlerine bırakılamaz!
Halihazırda seller, orman yangınları, kuraklık, su varlıklarının hızla azalması, Marmara Denizi’nin ölümü olan müsilaj gibi birçok ekolojik yıkım yaşayan Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı onaylaması, Türkiye’nin karbon emisyonlarında ciddi azaltımı, ekolojik varlıkların (ormanlar, su varlıkları, ekosistemler, tarım alanları, biyoçeşitlilik) korunma ve iyileştirilmesini, iklim krizine duyarlı kent planlamalarını, endüstri, ticaret ve sanayinin dönüşümünü hedeflememektedir. Aksine mevcut karbon emisyonunu önce iki katına çıkarıp sonra da artıştan azaltım hedefini öngörmektedir. Bu nedenle iktidarın ekolojik yıkım politikalarında bir dönüşüm beklemek yerine ekoloji mücadelesinin büyütülmesi için daha fazla çaba ortaya koymak zorundayız.
HDK olarak diyoruz ki:
Kapitalizmi ve devletler düzenini aşmadıkça ekolojik kriz aşılamaz. Ekolojik yıkımın sorumlusu devletlerin iklim krizine acil ve gerçek çözümler yönünde bir tek adım atması bile halkların mücadelesinin büyütülmesine bağlıdır. İklim Anlaşması çerçevesinde verilen taahhütlerin yerine getirilmesi, iklim adaleti temelinde ve kapitalist emperyalist devletlerin tarihsel “iklim borcu” sorumluluklarını kabul etmelerini sağlanması, küresel olanakların krizden en başta ve en fazla etkilenecek dezavantajlı topluluklar, halklar için kullanılmasını talep etmek için mücadeleyi büyütmeliyiz. Ormanları, su alanlarını, tarım alanlarını ve biyoçeşitliliği yok eden politikalara karşı direnişi büyütmeliyiz. Yeni nükleer dalgaya karşı mücadeleyi büyütmeliyiz. Kömür ve termik santral yatırımlarını durdurmak, maden şirketlerini ormanlardan çıkarmak, Kanal İstanbul ve Yenişehir gibi tüm mega projeleri durdurmak için daha fazla mücadele etmeliyiz.
Sermayenin değil doğadaki tüm canlıların haklarını gözeten, demokratik, adil katılımcı bir demokrasi için mücadeleyi büyütmeliyiz.
HDK Ekoloji Meclisi