İki Ayak Aynı Zihniyet, Üçüncü Ayak Şart!

15.04.2020

İdil Uğurlu: Türkiye’deki sistemin bugün iki ayakla yürüyemeyeceği hepimizin malumu.
Hakan Tahmaz: Üçüncü yol demokratik çözüm arayışıdır.

 

Hüseyin Kalkan
 
Halkın Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü İdil Uğurlu Türkiye’de sistemin iki ayakla yürümekte ısrar ettiğini belirterek, bu ısrarının topluma ve muhalif kesimlere büyük bedellere mal olduğunu vurguluyor. Uğurlu. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın masanın devrilmemesi için üçüncü ayağa ihtiyaç olduğunu söylediğini, bunun bir toplumsal uzlaşmaya bağlı olduğunu söylüyor. Uğurlu’nun yanıtları toplumsal uzlaşmanı gereğini ve önemini vurgulayan bir platform sağlıyor. İdil Uğurlu, sorularımız şöyle yanıtladı.

 
Öcalan’ın dillendirdiği Üçüncü Ayak meselesini nasıl anlamak gerek?

Üçüncü Yol veya Üçüncü Ayak meselesini nasıl anlamak gerek sorusuna öncelikle diğer iki ayak nedir ve neyi temsil ediyor sorusunu sorup cevaplayarak başlamak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin kuruluşundaki zihniyeti ve aklın İttihat ve Terakki olduğunu sürekli akılda tutmak gerekiyor. Devletin inşa edildiği döneme yolculuk yapıldığında kurulacak devletin “ulus – devlet” fikri üzerinden şekillendi ve hegemonik güçlerin bu inşayı desteklediğinin aşikar olduğunu görürüz. Kendini ulus devlet, milliyetçi laik bir hatta oturtan bu ideolojiye sahip olan bir devlet aklının tekçi, inkarcı ve soykırımcı bir karaktere sahip olması ve bu karakterinden kaynaklanan bir yönelim içinde olması gayet anlaşılabilir bir durum.

Devletin kurucu aklında Kürtlere, Ermenilere ve bu topraklarda yaşayan diğer tüm halklara, sosyalistlere ve ulus devlet kodlarına uymayan tüm kesimleri dışlama vardır. Bunun pratiği ise bu tanımlamanın dışındaki kalan her kesimi tasfiye etmek olmuştur. Kürtlere yönelik katliamlar, sosyalistlere yönelik faili meçhuller ve darbeler silsilesi bu zihniyetin toplum üzerindeki yansımalarıdır. Kendini Türklük ve laiklik (ki Türkiye’deki laiklik tartışılmaya muhtaç bir konudur) üzerinde yükselten anlayışın muhafazakarları dışlayan bir tutum içinde olması kendi içinden muhafazakar fakat gene milliyetçi diğer ayağın doğmasına ve güçlenmesine zemin hazırlamıştır. İki ayağın birbirlerinden farklı oldukları düşünülebilir fakat beslendikleri kaynağa, zihniyete ve olaylar karşısındaki reflekslerine dikkat edildiğinde farklılıklarından çok ortak yanlarının daha ağır bastığını milliyetçilik, ayrıştırıcılık, dışlayıcılık konusunda adeta birbirleri ile ağız birliği halinde olduklarını görürüz. Ulus devletin korunması, soykırımcı, tasfiyeci, Anadolu ve kadim Mezopotamya halklarına yönelimleri konusunda birbirlerini tamamlayan bir özelliğe sahipler.

Asıl uzlaşamadıkları konu iktidarın (erk) sahibi olma ve sermayenin kimin olacağı veya kimin yöneteceği konusudur. Her ne kadar milliyetçi laikler yaşam tarzlarında ısrarları olduğunu söylese de üst akıllarının aslından bunu tali bir sorun olarak gördüklerini söylemek mümkün, gittikçe otoriterleşen tek adam rejimine doğru kayan rejimi ana muhalefetin desteklemesi farklı bir bakışla açıklanamaz. Gene muhalefetin Kuzey ve Doğu Suriye ‘ye operasyona iktidarı teşvik eden tarzı toplumun ve Ortadoğu’yu yakından takip edenlerin gözünden kaçmamıştır.

Hal böyle iken Türkiye’de sistemin bugün iki ayakla yürümedeki ısrarın ve bu ısrarı sürdürmek için kullandığı araçları tüm muhalif kesimler deneyimleyerek ve çok ağır bedeller ödeyerek gördüler. Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın iki ayakla yürünemeyeceği hepimizin malumu. Korunmaya çalışılan bu iki ayak sürekli yıkılıyor doğası gereği sürekli yıkılmaya devam edecek.

Bu yolun böyle yürünemeyeceğini bilen, buna rıza göstermeyen ve yüzyıldır buna itirazı olan bir kesim var ve bu kesim gittikçe güçleniyor, yeni bir yaşamın kodlarına sahip belli olan bir kesim var.

 Bu paradigma hangi güçleri kapsar?

Bu paradigmayı hangi güçler oluşturur, tabi ki Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze sistem dışına itilmiş, yüz yıldır var olduklarını söyleyen, bunun mücadelesini veren Kürtler, yüz yıl önce tasfiye edilmiş olan Ermeniler, Süryaniler, Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan ve bu topraklar kadar kadim olan halklar, sosyalistler, devrimciler, eril erkek zihniyet tarafından her gün katliama, tecavüze, tacize, şiddete, emek sömürüsüne maruz kalan, evlere hapsedilmek için hedefe konan ve tekleştirmeye, otoriterleşmeye itirazı olan kadınlar, gelecekleri güvencesizleştirilmiş, bu sistemle yaşanamayacağını gören gençler, işsizler, engelliler, işçiler, güvencesiz çalışanlar, her türlü ayrımcılık ve nefret söylemlerine maruz kalanlar, doğa üzerindeki tahakküme itirazı olan, ekoloji mücadelesi verenler ve bu sistemde kendini ifade edemeyen tüm kesimler Üçüncü Yolun yolcularıdır. Bunları bir araya getirecek yol tarifi de vardır. Türkiye’de üçüncü yol olarak tarif edilen Kürtler ve diğer tüm muhalif kesimlerin önünde meşakkatli ve uzun bir yol var. Bu yol siyaset alanında HDP olarak vücut bulan Türkiye parlamento tarihinde yeni fakat elli yıllık bir mücadelenin ve demokraside ısrarın sonucu şekillenen veya toplumun siyaset alanındaki sesi olan ve büyüme potansiyeline fazlasıyla sahip bir partidir.

Masanın devrilmemesi için ne yapmak gerekir?

Masanın devrilmemesi için derin bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç vardır. Üçüncü yol fikriyatına sahibi olan ve şu andaki İmralı ‘da üzerinde ağır tecrit uygulanan Sayın Abdullah Öcalan yolu çok net bir şekilde tarif etmiştir. Masanın devrilmemesi için üçüncü ayağa ihtiyaç olduğunu, derin bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç olduğunu, sorunların çözümünde kutuplaştırmadan ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakereye ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Sorunların akıl, politik ve kültürel güçle çözülebileceğine işaret etmiştir. Onurlu bir barışın ve demokratik siyasettin esas olduğunu söylemiştir. Suriye’deki sorunların Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifi ile çözüme ulaşacağını belirtmiştir. Türkler ile Kürtlerin birlikteliğinin Ortadoğu’daki sorunların çözüm gücü olabileceğine dikkat çekmiştir. Rojava hem yeni yaşam tahayyülünün hem de üçüncü yolun biricik örneğidir. Burada HDP’ye yeni çok büyük görevler düşmektedir. HDP’de ifadesini bulan demokrasi ittifakını daha da büyütmek müzakere ve çözüm odaklı olmak. Üçüncü yol tavrında ısrarcı olmak, 7 Haziran’da yakalanan enerjiyi moral ve motivasyonu yükseltmek. Ayrıca masanın devrilmemesi için Dolmabahçe Mutabakatı’na geri dönmek. Yürünecek yolun haritası Dolmabahçe Mutabakatı’nda belirtilmiştir.

Bu yaklaşım hem Türkiye için hem de bölge halkları için önerilebilecek biricik yoldur. Bunun pratik örneği çok yakınımızda Rojava’dadır. Bu yolla Ortadoğu halkları için özgürlük, eşitlik, onurlu bir barış ve yeni bir yaşam mümkündür.

Hakan Tahmaz: Üçüncü yol demokratik çözüm arayışıdır 

Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz, Öcalan’ın Üçüncü Yol paradigmasının Kürt sorununun barışçı çözümü anlamına geldiğini söylüyor. Deyim yerinde ise işi barış olan Tahmaz’ın bu değerlendirmesi Üçüncü Yol önermesine yeni bir anlam katıyor. Ya da bu paradigmaya başka bir açıda da bakmamıza yol açıyor. Hakan Tahmaz’ın sorumuza verdiği yanıtlar, üçüncü yol ile ilgili tartışmalarımızı derinleştirecek nitelikte.

PKK Lideri Öcalan’ın üçüncü yol veya üçüncü ayak paradigmasını nasıl açıklamak gerek? 

-Bu tartışma, insanlığını ciddi tehdit eden, küresel coronavirüs krizi/saldırısı sonrasında yeni bir boyut ve içerik kazanacak. Krizin yarattığı sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve psikolojik sonuçlar hiçbir şeyin eskisi gibi devam etmesine, ele alınmasına ve tartışılmasına imkan vermeyecek gibi görünüyor. Bu açıdan, burada yapıldığı gibi yeni tartışmalarla konuyu hafızlarda canlandırmakta ve geliştirmekte yarar görüyorum. Üçüncü yol paradigması İmralı sürecinde Kürt sorununa demokratik çözüm arayışının politik çerçevesi olarak gelişti. Demokratik Modernite olarak tanımlanan politik önermenin, önemli bir açılımıdır. Üçüncü yolu, toplumun yeniden inşa paradigmasının veya mücadelesinin normları olarak algılamak gerek. Ortadoğu’da bütün rejimlerin sarsıntı geçirdiği bir süreçte, Türkiye sınırlarını aşan bir önerme ve yaklaşım. Türkiye cumhuriyetinin kurucu ideolojisinin aşılması, tekçilik yerine çoğulculuğu, etnik, inançsal , kültürel, sosyal ve siyasal farklılıkların kabulüne, meşruiyetine ve işbirliğine dayalı toplum tahayyülüdür üçüncü yol. Bu bakımından uzun süredir Türkiye’nin siyasal, sosyal, kültürel kutuplaşmasının politik ve ideolojik çerçevesi olan milliyetçi, muhafazakar, statükocu Kemalist yaklaşım ve politikaları aşmayı amaçlayan demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve pozitif ayrımcı bir alternatifi fiiliyata geçirme arayışıdır. Bunun başarısının biricik yolunun ise güncel ihtiyaçlara ve yaklaşımlar ötesinde uzun ve makro düzeyli bir program çerçevesinde siyasetinin milliyetçi, muhafazakâr, statükocu sınırları aşarak veya bu kesimlere yedeklenmeden, demokratik, evrensel normlar ile bezenmiş bir siyasal program ve duruşla sorunların çözüm perspektifidir. Demokratik Kürt siyasetine ve müttefiklerine kendi yolunun taşlarını döşeme çağrısı ve bağımsız siyasal varoluşun önemine işaret eder. PKK Lideri Abdullah Öcalan, son birkaç görüşte bu konudaki hatırlatma ve uyarıları dikkat çekiyor. Bunun birkaç nedeni olabilir. Birincisi çözüm süreci sonrası gelişmeler konunun önemini daha da artırması olabilir. İkincisi ise Kürt siyasetinin siyasal ittifak ve işbirliği politikası olabilir. Başka bir ifadeyle son sürece ilişkin siyasal savrulma kaygısı olabilir. Bunlar mikro bir çözüme değil, makro bir çözüm politikalarına odaklanması çağrısı anlamına da geliyor. Özellikle de bugünün Türkiye’sinde Ergenekoncu, milliyetçi, muhafazakâr, statükocu güçlerin beka siyaseti ve bölgesel Kürt karşıtlığında ortaklaşmanın toplumsal ve siyasal yaygınlığı dikkate aldığımızda bu hatırlatma ve uyarılar daha bir anlam kazanmaktadır.

-Bu paradigma barışın yolunu açar mı? 

Çözüm süreci bu soruya verilecek en iyi yanıttır. Üçüncü yol paradigması, çözüm süreci fırsatının belirmesine yol açmıştır. Ancak bu fırsatın yeteri kadar değerlendirilmemesi sürecin akamete uğramasına ve yeni ağır savaş, yıkıma ve siyasal kırıma yol açtı. Bugün Kürt sorunu ve barış arayışları bağlamında birçok şey değişti. En önemlisi Kürt sorunu ve barış arayışları Türkiye sınırlarını aştı, çok taraflı bir soruna dönüştü. Bu bakımda çözüm sürecinin çerçevesi de değişti. Öcalan’ın 3 Ocak 2020 tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede ifade ettiklerini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu görüşmede Öcalan, Suriye merkezli müzakere masasında “Kürtlerin olmadığına ve her şey sizin mücadelenize bağlı” sözleriyle bir kez daha üçüncü yola ve Kürt siyasetinin demokratik müttefiklerinin dışındaki siyasal güçlerden bir beklenti içine girmemesine dikkat çekerek, barışın yolu açacak olanın demokratik ittifak olduğuna işaret ediyor. Her koşulda, barışın/çözümün yolunu, mevcut tekçi cumhuriyetin devamı noktasında ortaklaşabilen siyasal güç ve çevrelere rağmen geliştirilecek toplumsal talep ve mücadele açar. Bu noktada son birkaç yıldır iktidarın yarattığı korku cumhuriyeti nedeniyle önce demokrasi, hukuk sonra barış yaklaşımı çok yanlış ve tehlikeli bir yaklaşım. Çünkü barış/ Kürt sorununun çözümü demokrasinin, adaletin, hukukun tam merkezinde yer almakta, ana eksenini

-Üçüncü yolunun birleşenleri hangi kuvvetlerdir. (STÖ ve Siyasi güç olarak) 

Son yerel seçimler sonrasında Türk siyaseti çoğulculaşma eğilimine girdi. AKP ayrılanların kurduğu yeni partiler, CHP’nin yerel seçimlerle birlikte girdiği “yeni yol arayışları” gibi. Bunlar siyasetin tıkanıklığına, krizin birer sonucu. Ancak şimdiden nasıl sonuçlanacağını söylemek kolay değil. Coronavirüs krizi de önümüzdeki dönemde siyaseti yenide şekillenmesini dayatacağa benziyor. Toplumsal değişime ve dönüşüme önayak olacak, birikmiş sorunlara toplumsal beklentileri karşılayacak çözüm önerilerine sahip siyasal, sosyal ve toplumsal özneneler üçüncü yolun bileşeni olabilir. Buna aday bir dizi siyasi ve sivil toplum kurumu mevcut. Ancak bunların kendi rollerini oynayabilmeleri veya misyonlarını yerine getirebilmeleri yakın geçmişten çıkaracakları derslere ve bu kendilerini bu doğrultuda konumlandırma becerilerine bağlı. Son birkaç yıldır çözüm süreci muhasebesini yapan ve çok derin, kapsamlı sonuçlar çıkaranlar mutlak üçüncü yolun bileşenidirler. Bu sorumluluğu hangi partiler ve sivil toplum örgütleri yerine getiremez diye sorulduğunda, yıkımın ve siyasal kırımın yürütücüleri ve geçmişten hiç bir ders çıkarmayanlar, sorumluluklarının idrakinde olmayanlar diyebiliriz. Bir de sivil toplum örgütü görünümlü siyasetin arka bahçesi olanlar.