Halkların Demokratik Kongresi (HDK), 31 Ekim’de "Kapitalizmin krizine karşı halkların ortak mücadelesi" hamlesinin startını verdi. Hamlenin amacı ve hedeflerini değerlendiren HDK Eş Sözcüsü İdil Uğurlu, hamlenin halklara yeni bir alternatifin mümkün olduğunu göstermek için başlatıldığını söyledi. Dünya ölçeğinde kapitalist sistemin çoklu bir kriz içinde olduğunu ifade eden Uğurlu, kapitalist sistemin yaşadığı krizden çıkış yolunu savaşlar, dünya pazarlarının yenide paylaşımı ve sermaye yatırımlarının büyümesi yöntemleriyle aradığını ancak bu yöntemlerin krizi daha da derinleştirdiğini belirtti.
İLK BASKI KADINLARA
Kapitalist sistemin kendisini inşa ederken baskı ve sömürü politikalarını yoğunlaştırdığını dile getiren Uğurlu, uygulanan baskı politikalarını ilk olarak kadınlar üzerinde yoğunlaştığına dikkat çekti. Gelir dağılımında kadın-erkek eşitsizliğinin tesadüf olmadığına değinen Uğurlu, “Kadınlar toplumsal yaşamın en temel unsur ve gerekliliklerini üretmelerine rağmen, emekleri görünmez ve değersiz kılınmış, bu sayede yoğun bir sömürüye maruz kalmıştır. Erkek egemen emek teorilerinde yeri ve karşılığı olmayan bıktırıcı ev işleri, çocuk yetiştirme, yaşlı, hasta ve engelli bakımı tamamen kadınların üzerine yıkılmıştır. Kriz süreci kapitalizmin geçmişindeki bütün kötülük türlerini yeniden sahneye çıkartıyor, sömürgeci yönelişleri, sağ popülizmi, faşizmi, ırkçılığı, her türlü ayrımcılığı, kadına karşı şiddeti, tacizi, tecavüzü, katletmeyi ve savaş politikalarını tetikliyor” dedi.
EN BÜYÜK TEHDİT: SAVAŞLAR
Dünya üzerinde en büyük tehditlerden birinin de “savaşlar” olduğunu ifade eden Uğurlu, “İç savaşlar, işgaller, dış destekli askeri darbeler ve vesayet savaşları dünyanın her yanında yaşanıyor. Doğu Akdeniz'de, Ege'de, Libya'da, Karadeniz'de, Basra Körfezi'nde savaş tehdidi zaman zaman zayıflıyor görünse de daima gündemde kalıyor. Güney Kafkasya'da, Irak'ta, Suriye'de devam eden savaşlar var. Afrika'nın büyük bölümünde eski sömürgeler üzerindeki nüfuz mücadeleleri sıklıkla askeri gerilimlere, iç savaşlara, sınır çatışmalarına ve müdahalelere yol açıyor. Savaşın her çeşidi, kadınları, çocukları, yaşlıları aç, barınaktan yoksun, tecavüz ve ölüm dahil her türlü tehdide açık hale getiriyor. Milyonlarca insan doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalıyor. Ancak ülkesini terk edenler, ulaşabildikleri ara ve nihai ülkelerde de ağır yoksunluklar yaşıyor, ırkçı, ayrımcı politikaların, uygulamaların ve nefretin hedefi haline geliyor. Mültecilik içinden geçmekte olduğumuz dönemin en büyük trajedisi halini aldı” diye belirtti.
KRİZİN NEDENLERİ
Türkiye’nin uzun süredir adım adım derinleşen çok katmanlı bir krizin içinde debelendiğini belirten Uğurlu, “1980’li yıllardan başlayan ve 1990’larda yükselen Kürt özgürlük mücadelesine karşı geliştirilen özel ve kirli savaş, siyasal sistemin hukuk dışılığa, suça ve yozlaşmaya eğilimini güçlendirdi. Ekonomi, krizden krize yuvarlanan bir sürece girdi. AKP'nin başını çektiği iktidar bloku tarafından adım adım inşa edilen otoriter-faşist rejim, Kürt sorununda 1990'ları aratır bir özel savaş konsepti benimsedi. Savaş politikalarını finanse etmek için kamunun iç borçlanması ve bu yüzden faizlerin aşırı yükselmesi sonucu, reel sektörün üretimden kopması, sağ iktidarların parasal konulardaki geleneksel ahlaki çürümüşlüğü, karşılıksız para basma kolaycılığı krizleri yaratan temel dinamiklerden bir kaçıdır” diye konuştu.
EĞİTİM VE SAĞLIK ALANI
AKP iktidarının eğitim ve sağlık alanlarını birer kar kapısı haline getirdiği söyleyen Uğurlu, iktidara yakın tarikatların, sağlık ve eğitim sektörlerinde dev firmalara dönüşmesini sağlamakla kalmadığını, aynı zamanda ihtiyaç duydukları insan tipini eğitim kurumlarında yetiştirmelerinin önü açtığına dikkat çekti.
KÜRT DÜŞMANLIĞI
Çözüm sürecinin bitirilmesi sonrası “şiddet” ve “devlet terörünün” giderek arttığının belirten Uğurlu, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin savaş politikasına dönüşün merkezinde yer aldığına işaret etti. Kürt halkına karşı verilen savaşın "Terörle mücadele" adı altında güvenlikçi yöntemlerle sürdürüldüğünü ifade eden Uğurlu, “Ülke içinde Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerinin ret ve inkârıyla beraber, ırkçı bir temelde geliştirilen Kürt düşmanlığı bölgesel yayılmacılığın ideolojik hatlarından birisi haline geldi. ‘Kürtler gün yüzü görmesin’ anlayışı, bölgede her gerici rejimle ittifak ilişkileri kurulmasının temelidir. Efrin, Cerablus, El Bab ve Serêkaniyê ve Girê Spî bölgelerinden Kürt nüfusun sürülmesinden sonra, buralara cihatçı selefi çetelerin yerleştirilmesi, rejimin Kürt düşmanlığı için kimlerle ittifak kurabildiğinin bariz bir örneğidir” ifadelerini kullandı.
DEVLET POLİTİKASI
Türkiye’nin dış politikada batağa saplandığını dile getiren Uğurlu, Avrupa’da bütün ülkelerle gerginlik yaşandığını söyledi. Türkiye’nin Suriye ve Irak ile birlikte girdiği Ortadoğu’da DAİŞ, El Nusra ve diğer radikal İslamcı örgütlerin en önemli destekçisi konumunda olduğunu belirten Uğurlu, “Suriye topraklarında DAİŞ kalıntılarını Kürt halkına karşı seferber etmek; İdlib'de, El Kaide-Nusra unsurlarını Suriye-İran ve Rusya'ya karşı himaye altına almak, maaşa bağlamak, buradan devşirilmiş unsurları Libya'ya ve Ermenistan'a karşı savaştırmak üzere Azerbaycan'a taşımak devlet politikası oldu” dedi.
EKONOMİK KRİZ DERİNLEŞİYOR
Ülkedeki ekonomik krize rağmen iktidarın yolsuzluk, israf ve gösterişten vazgeçmediğini sözlerine ekleyen Uğurlu, “2012 yılından bu yana tıkanmaya başlayan ekonomi, 2016'da 15 Temmuz darbe girişiminin iktidar tarafından yeni bir rejim kurmak için fırsata dönüştürülmesiyle, geri dönüşü olmayan bir kriz sürecine girdi. Ülkenin bütün ekonomik kaynakları Erdoğan ve yakınlarının tasarrufu altına alındı. Bütün kararlar tek adam tarafından alınır oldu. 2019 yılından itibaren giderek derinleşen ve rejimin ideolojik tercihlerle aldığı ekonomi yönetimine dair kararlarla geri dönüş imkanları ortadan kalkan ekonomik kriz, artık bir çöküş aşamasına geldi. Ekonomik kriz, her zaman siyasi krizle birlikte gelişir. Bu defa kriz, ideolojik, ekolojik, ahlaki, askeri, toplumsal alanlardaki krizlerle birlikte, uluslararası ilişkilerde de ciddi bir kriz potansiyeliyle çok katmanlı bir kriz halinde derinleşiyor” değerlendirmesinde bulundu.
SALGIN VE EMEKÇİLER
Salgın koşullarında bile emekçilerin kazanılmış haklarına dönük saldırılarının durmadığını vurgulayan Uğurlu, şunları söyledi: “Bir yıldır dünyayı ve Türkiye’yi etkileyen pandemi karşısında halkı tamamen terk etmiş bulunuyor. İşçi ve emekçilerin pandemi koşullarında çalışmaya zorlanması salgının kontrol altına alınmasını güçleştiren etkenlerden biri olmuş, iktidar işçi ve emekçileri evlerinde tutmanın gerektirdiği doğrudan gelir sağlama yükümlülüğünden kaçmış ve sermayenin çarkları durmasın diye çalışanları salgının kucağına atmıştır.”
KADIN-ERKEK EŞİTSİZLİĞİ
Salgının kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri daha da derinleştirdiğine değinen Uğurlu, şunları ekledi: “Kadınlar erkeklerle aynı işkollarında eşit ağırlıkta çalışmalarına rağmen eşit ücret alamamaktadır. Kadınların işgücü piyasasına katılımlarının düşük olması, katılım sağlandığında düşük ücretli-güvencesiz işlerde istihdam edilmeleri, kayıt dışı sektörde çalışma, fason çalışma, ücretsiz aile işçisi olma, elde edilen gelir üzerinde söz sahibi olmama gibi durumlar kadınların maruz kaldığı sorunlardan bir kısmı. Salgın döneminde kadınlar sosyal destek alamamış, sağlık hizmetlerine erişememiş ve emek yoğun işlerin yükünü daha fazla çalışarak karşılamak zorunda kalmıştır. Kadınların toplumdaki eşitsiz konumları ve cinsiyete dayalı işbölümü daha da derinleşmiş, çalışan kadın yoksulluğu ve borçlu kadın yoksulların sayısı katbekat artmıştır.”
BİRİNCİ AŞAMA: TEMSİLİ SİYASET DÜZLEMİ
Başlattıkları hamlenin iki düzlemi olduğunu kaydeden Uğurlu, ilkinin “temsili siyaset düzlemi” olduğunu söyledi. Bu düzlemde yapılması gereken çalışmaları sıralayan Uğurlu, “TBMM'de temsil edilen, yeni kurulmuş veya kuruluşu eski olsa da parlamento dışında kalmış, muhalif siyasi partilerin iktidara karşı seçimlerde veya seçimlerin öncesinde tekil konularda veya sürekli güç birlikleri geliştirmesi. Güç birliklerinin genişletilmesi. Muhalif partilerin kendi başlarına veya başka partilerle birlikte, kendi seçmenleriyle meydanlarda, kapalı mekânlarda, mümkün olan her imkânı değerlendirerek, halkın bir şekilde içinde yer alacağı politik faaliyette bulunması önemlidir. Son yerel seçimlerde HDP'nin Kürdistan'da kazanma politikası herkesin anlayacağı bir tutumdu. Ama batıda AKP'ye kaybettirme politikası stratejik sonuçlar yarattı. Bu stratejik hamlenin daha kalıcı ve etkili sonuçlar verememiş olması, temsili düzeyi aşan bir toplumsal örgütlülüğün yeterince gelişmemiş olmasındandır” diye konuştu.
İKİNCİ AŞAMA: YERELLERDE ÖRGÜTLENMEK
Hamlenin ikinci düzeyinin ise yerel ve katılımcı demokrasi düzlemi olduğunu belirten Uğurlu, geleceği ve yeni yaşamı kurmaya bugünden başlamanın, temsili siyaseti güçlendirmenin ve kazanımlarını kalıcı hale getirmenin yolu, siyasetin toplumsal düzeyi olduğunu ifade etti. Halkın yaşam ve üretim alanlarında dayanışma ilişkilerini yaratması, kendi hayatı hakkında kendisinin karar vereceği özyönetim organlarını oluşturmasının hayati bir öneme sahip olduğunun altını çizen Uğurlu, “Türkiye'de yaşanan çok katmanlı krize karşı mücadelenin de özü, krizin işçilere, emekçilere, kadınlara, ekolojiye, ezilen halklara ve inançlara çıkardığı acı faturanın detaylı bir teşhiri toplumun bütün sınıflarının önüne bir alternatifin konulmasıdır. Alternatif önermeyen mücadelenin kalıcı bir toplumsallık kazanması mümkün değildir. Daima yerele yönelen ve yerelde meclisleşmeyi önüne hedef olarak koyan bir çalışma biçimini hedefleyen, AKP-MHP iktidarına karşı hayatın her alanında direnişi örgütleme, demokrasi güçlerinin en geniş ittifakını oluşturma, tecrit politikasını kırmak için direnişi örgütleme, faşizme, ırkçılığa ve savaş politikalarına karşı devrimcilerin birleşik mücadelesini örme, krize karşı toplumsal zeminde mücadeleyi geliştirmenin yolu bunlardır” şeklinde konuştu.
'HAMLEYİ BÜYÜTECEĞİZ’
Başlattıkları hamlenin bir kampanya biçiminde olmadığını ve uzun bir döneme yayılan bir çalışma tarzıyla sürdürüleceğini söyleyen Uğurlu, bileşenleriyle birlikte hamleyi büyüteceklerini vurguladı. Demokrasi güçlerine çağrıda bulunan Uğurlu, baskıların hat safhaya ulaştığı bir dönemde birleşik mücadeleden başka bir yolun olmadığını ve AKP-MHP iktidar blokunun yenilgiye uğratmanın tek yolunun birleşik mücadeleden geçtiğini ifade etti.
Erdoğan Alayumat / MA