HDK Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek, Politika Haber sitesinin sorularını yanıtladı.
Newroz alanlarına, HDK’nin yükselen halk hareketi içindeki rolüne ve seçim tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Çiçek ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi olduğu haliyle paylaşıyoruz.
Newroz coşkusu, hele de Amed newrozu 2013 newrozun tekrarı bir nitelikle gerçekleşti. İktidarın her türlü siyasi baskı, tutuklama, öldürme siyasetine rağmen newroz meydanları doldu taştı… Siz katılımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu tablo nasıl okunmalı?
Evet başta Amed Newrozu olmak üzere onlarca merkezde alanlara akan milyonlar, esasında AKP-MHP iktidarının faşizan politikalarına karşı tavrını en yalın, en doğrudan ifade biçimiyle ortaya koydular. Bu yönüyle Newroz meydanları, adeta Antik Yunan’daki Agora’lardı. Halkların aracısız, vekaletsiz, doğrudan kendi gündemini, öz sorunlarını kendisinin dile getirdiği ve çözüm yollarını da kendisinin gösterdiği bir zemin olarak oldukça kıymetliydi. Bu içeriğiyle doğrudan demokrasi şöleni olarak da değerlendirilebilir Newroz mitingleri. Kapitalist sistemin dünya halklarına dayattığı, toplumu kendi öz sorunlarına yabancılaştıran ve karşıtlıklar üzerinden sermaye ve iktidar üretimleri sağlayan liberal siyaset anlayışı hepimizin malumu. İşte 2022 Newroz fotoğrafını, kapitalist, emperyalist ve ulus devletçilik karşısında zihni, ideolojik, politik ve toplumsal olarak bir özgürlük duruşu olarak de değerlendirmek elbette mümkün. Hak ve özgürlükler mücadelesinde gerçek öncülüğün öznelliğine de işaret etmesi itibariyle demokratik, sosyalist, toplumsal mücadele iddiası taşıyan çevrelere dönük de tarihsel mesajlarla yüklüydü Newroz alanları. Buradan hareketle denilebilir ki son Newroz, 21. yüzyıl dünya sisteminin emperyalist savaşları karşısında halkların barışının; erkek egemen aklın üretimiyle ortaya çıkan sömürü düzeni karşısında kadın doğasının eşitlik, adalet ve barış değerlerinin Newrozu oldu.
Diğer yönüyle Newroz alanlarındaki nitel ve nicel duruş, Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle Türkiye halklarının demokrasi mücadelesinin her geçen gün daha fazla iç içe geçtiği bir tarihsel durağa da işaret etti. Kürt halkı rejimin fiziksel, siyasal ve kültürel tasfiye yönelimleri karşısında kendi öz mücadele değerlerine bir kez daha sıkı sıkıya bağlı olduğunu ifade etti. Sayın Öcalan üzerindeki tecrite, hasta tutsaklara, Kürt Kültürüne ve Kürt barışına dair yapılan güçlü vurgular, esasında on yıllar boyunca binbir emekle inşa edilmiş Kürt halk gerçekliğinin ulaştığı bilinç ve kararlılık düzeyini göstermesi açısından da önemliydi. Yanısıra Türkiyeli demokrasi güçlerinin Newrozu sahiplenme düzeyleri de Kürt halkının toplumsal barış ve özgürlük mücadelesine önemli ittifak zeminlerinin inşa edildiğine de işaret etti. Özetle bu tablo, yüz yıl boyunca halklara kendisini vazgeçilmez seçenek olarak sunmaya çalışan geleneksel egemenlikçi, kutuplaştırıcı ve çatışmacı siyasal anlayışların dışında, demokratik direnişçi ve demokratik kurucu bir halk mücadelesinin bütün zorluklara rağmen daha fazla büyüdüğünü gösterdi. Bu büyüme, ezilenlerin tarihsel mücadelesinin başarısının daha yakıcı ve kaçınılmaz olduğu gerçeğiyle bizleri daha fazla yüzleştiriyor.
Türkiye’de egemen güçlerin siyasi temsilcileri Cumhur ve Millet İttifakı’nı kara kara düşündüren en temel konu HDP’nin kırılamayan siyasi ve örgütsel gücü… 1990’lı yılları aşan bir siyasi kırım sürecine rağmen tablo ortada. Bütün analizlerde HDP’nin kilit parti olduğu söylenip yazılıyor ama aslında newroz alanları HDP’nin normal koşullarda değil yüzde 10-15, çok daha üstünde bir potansiyeli olduğunu gösterdi. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?
Az önce de bahsettiğimiz gibi kendisini iki egemenlikçi güç dışında konumlandıran üçüncü yol mücadelesinin tarihsel okumalarının, güncel tablo itibariyle doğrulanmasıdır yaşananlar. Üçüncü yolu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne resmi devlet aklının zihinsel, kültürel, sosyal, siyasal, sınıfsal, inançsal ve ideolojik olarak ötekileştirdiği, yok etmeye çalıştığı ve dışarda bıraktığı bütün kimliklerin tarihsel politik ittifakı olarak değerlendiriyoruz. Tanımı buradan yaptığımızda elbette ki HDK/HDP fikriyatının can suyu olan üçüncü kutup mücadelesi, önemli gelişmeler kaydetse de varolan potansiyele istenilen düzeyde ulaşamadı. Adı üzerinde bu potansiyel olarak yurdun dört bir yanında kendisini canlı tutuyor. Örneğin Alevilerin eşit yurttaşlık talebi halen orta yerde muhatapsız duruyor; tekelci sermayenin saldırılarını en fazla yoğunlaştırdığı Karadeniz’de doğa ve halklar adeta can çekişiyor; işsizlik ve yoksulluğun derinleşmesiyle geleceksiz bırakılan gençler yol arıyor… Bu örnekler çoğaltılabilir. İşte gerek tarihsel olarak ulus devletçi tekçiliğin haksızlığa uğrattığı gerekse güncel olarak gasp, talan rejiminin dezavantajlı kıldığı bütün topluluklar, gruplar üçüncü yol mücadelesinin temel ittifak güçleridir. Bu sistem zulüm, sömürü, ayrımcılık ürettikçe üçüncü yol da eşitlikçi, adil, barışçıl ve özgürlükçü ilkeleriyle yeni ittifak ve güçbirliği hedefleri belirleyecektir. Bu yönüyle 2022 Newrozu, önemli bir toplumsal ittifak zemini biriktirdiğimizi göstermesi itibariyle bizleri kıvançlı kılan; olası gelişim potansiyeline işaret etmesi itibariyle de sorumlu kılan bir tablo sundu. Bu tablonun pratik mücadele tercümesinin de şu olduğunu düşünüyorum: potansiyelimiz mevcudumuza; toplumsal dinamikler de örgütlü kapasitemize aşkındır. O halde rejimin bizi özellikle tamamen hapsetmeye çalıştığı takvimsel işlerin ve örgütsel ittifakların dışında, günlük devinim halinde olan toplumsal işçilik ve toplumsal ittifaklara daha fazla odaklanmak da “bir Newroz ödevidir” diyebiliriz.
Oluşan bu toplumsal potansiyelin örgütlülük düzeyinin arttırılması her zamankinden daha önemli olacak. Bu da aslında HDK’nin üzerine düşen sorumluluğu arttıran bir durum. Bu çerçevede HDK’nin önündeki somut görev ve hedefler nedir?
Bahsettiğiniz toplumsal potansiyelin kuvveden fiile dönüştürülmesi önümüzdeki mücadele döneminin en önemli ve öncelikli başlıklarımızdan birisi. Bismil’de beş yaşındaki ikiz kardeşin ulusal kıyafet giydikleri gerekçesiyle gözaltına alınması ve Urfa’da Kürt genci Muharrem Aksan’ın öldürülmesinin yarattığı toplumsal duygu ve öfke, işte bu potansiyeli hem canlı hem de fiile dönüştürmeyi nesnel olarak zorunlu kılıyor. Diğer taraftan intihara eden işçiler, KHK’liler de benzer bir dinamiği ve eylemi kaçınılmaz kılıyor. Özetle sorumluluğumuzu arttıran bu ve benzeri gelişmelerdir. Böylesi bir toplumsal potansiyelin, demokratik toplumsal muhalefete ya da örgütlülüğe dönüşmesi için de mevcut örgütsel formlarımızın, tarzımızın ve tempomuzun da irdelenmesi gerekliliğini beraberinde getiriyor. Bu konuda elimizde sihirli bir değnek ya da bir matematik formülü yok elbette. Ama tecrübeyle, deneyimle sabit düşüncelerimiz var. Bunlardan öncelikli olanlardan birisi de doğru fikirlerin, okumaların, teorilerin doğru örgütlerini oluşturmak; güç, olanak ve mevzilenmeleri bu tespitler paralelinde yapabilmek. Ortak mücadele zeminlerimizin belki de en öncelikli tartışma ve çalışmalarından birisinin bu olması gerektiğini düşünüyoruz. Söylediklerimizden “bunlara takılalım, önce bunu sonra diğerlerini hallederiz” anlamı da çıkarılmamalı tabi ki. Sonuçta toplumsal yaşamın ve doğanın diyalektiğinin, akışının da kendi hakikati var. Örgütsel çalışmalarımızı, hayatın hakikatine en uygun, en uyumlu, en yakın ve en tamamlayıcı bir şekilde nasıl şekillendireceğimize dairdir tartışması yapılan. HDK olarak bir süredir bu tartışma ve çalışmaların sabırlı bir şekilde içindeyiz ve izini sürüyoruz. Kongremizin partisi HDP’nin ambleminden yola çıkarak yeni dönem hedeflerimizi daha da somutlayabiliriz: HDP bir ağaçsa HDK, o ağacı besleyen güneş, su ve topraktır. Dolayısıyla gerek kapatma davası gerekse halkımıza dönük özel savaş söylemleri karşısında en doğru özsavunma, HDK fikriyatını olanaklarımızı, güçlerimizi birleştirerek toplumsal örgütlülüğümüzü hayatın her anı ve mekanında sürekli ve güçlü kılmaktır. Dönem hedeflerimiz itibariyle başarı ölçütümüz, çalışmalarımızın ne düzeyde politik ve toplumsal örgütlülüğe dönüştüğüdür. Verilen emeklerin toplumsal vücut bulmuş demokratik örgütlenmelere dönüşmediği pratikler, bırakalım hayatlarımızı özgürleştirmeyi; ertelenen görevler, sahipsiz kılınmış işler olarak sömürü ve zulüm çarklarının her geçen gün daha fazla hayatlarımızın içine girdiği bir karşı süreci örgütleyecektir. Bu perspektif ışığında daha somut ve etkili mücadele mekanizmaları olarak gördüğümüz meclislerde ve komünlerde ısrar etmek, hem faşizmin nihai yenilgisini hem de Demokratik Cumhuriyetin nihai zaferini sağlayacaktır.
Via/ POLİTİKA HABER