HDK İstanbul Meclisi: Yeniden Dirilişin Sembolü Mart Ayı Katliamcı Zihniyete Teslim Edilmeyecektir

13.03.2020

Halkların Demokratik Kongresi İstanbul İl Meclisi;

Baharın, umudun ve aydınlığın şafağı Mart ayının içinde bulunuyoruz. Bilinmektedir ki, zemheri kıştan sonraki bahar canlılığının ilk evresini ifade eden Mart ayı, insanlık ve toplumsal mücadeleler tarihi için de benzer tezatların alacalı tablosunu ifade etmiştir. Her türlü tahakküm ve sömürü sistemine karşı halkların zafere ulaşan direngenliğinin sembolü Newroz kadar, insanlığın eşitlik ve dayanışma ruhuyla ördüğü ortak yaşama dönük yönelimlerin de Mart ayına tarihlenmesi bu gerçeğin tezahürü olmaktadır. Bu anlamda, tarihte Mart ayı katliamları olarak anılan gerçekliği hatırlamak, bilince çıkarmak ve acıyı bal eylercesine, bu katliamların hesabını yeni yaşamı örgütleyerek ödetmek, HDK olarak önümüze koyduğumuz hedeflerimiz arasında bulunmaktadır.


Mart katliamları sadece niceliğinden ötürü önem taşımamaktadır.  Sayısı kadar, uzun vadeli bir müdahaleyi içeren planlı-sistemli bir yapıya sahip oluşu, amaçları ve günümüze etkileri nedeniyle de üzerinde durulması gerekmektedir.


Tarihe 68 Kuşağı olarak geçen devrimci yükseliş dönemi, ülkemizde de emekçi sınıflar ile gençlik arasında gelişen mücadele birliğini açığa çıkarmıştı. Bu anlamda 12 Mart 1971 tarihli muhtıradan, Denizler’in idamına ve 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir’lerin katledilmesinden 16 Mart 1978’deki Beyazıt katliamına kadar gerçekleştirilen tüm katliamlar, bu birliği NATO destekli faşizmin ağırlığıyla ortadan kaldırıp, devrimci atmosferi dağıtmaya dönük planlanmıştır. 


Kürt halkının, halk olmaktan kaynaklı sahip olduğu hakların bölge devletleri tarafından yok sayılmasının neden olduğu sorun, Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye’deki tüm anti-toplum uygulamalarında olduğu gibi katliam gerçekliğinde de önemli bir sebebi teşkil etmektedir. Bu bağlamda, Kürt halkının verdiği hak ve özgürlük mücadelesini katliam ve asimilasyon politikalarıyla tasfiye etme arayışının en can yakıcı örneklerinden birini 16 Mart 1988’de Irak Baas rejiminin gerçekleştirdiği Halepçe Katliamı oluşturmaktadır. 1986 tarihinde başlatılan Enfal Harekatı, 1988 16 Mart’ında Halepçe’de kimyasal silahlarla gerçekleştirilen soykırımla nihayete erdiğinde, sadece bu saldırının neden olduğu 5000 insanın ölümüne ve 20000 e yakın insanın da kalıcı hasarlarla yaralanmasına yol açmıştır. 


Kürt Sorununda demokratik çözüme kapalı, inkar ve imhaya dayalı devlet aklının yolaçtığı ve istisnasız her kesim tarafından vahşet kavramıyla beraber anılan 1990lı yıllar, Diyarbakır’da, Batman’da, Nusaybin ve Cizre’de yaratılan vahşet manzarasının, kaçınılmaz bir şekilde Türkiye metropollerine yayılmasına sahne olmuştur. Toplumsal ve siyasal her konunun Kürt halkının inkar edilmesi  ekseninde ele alındığı bu dönemde, halk dayanışmasının, hak bilincinin ve demokratik, sosyalist duruşun güçlü olduğu bölgelerin de hedef tahtasına oturtulması gecikmemiştir. 12 Mart 1995 tarihinde Gazi mahallesinde ‘kimliği belirsiz’ kişilerce 4 kahvehanenin basılıp, çoğunluğu Alevi olan sivil yurttaşların makinalı silahlarla taranmasıyla başlayan süreç, polisin teşviki ve provokasyonlarıyla katliama dönüşmüştür. 90’lı yılların kirli savaş gerçeğinin mimarlarından Tansu Çiller ve Mehmet Ağar gibi kişilikler başta olmak üzere, dönemin hükümetinin de destek verdiği bu katliam, Türkiye metropollerinde, kirli savaş gerçekliğine karşı oluşabilecek tepkiyi pasifize etmeye ve daha da önemlisi halklar arası dayanışma dinamiğini yoketmeye dönük gerçekleştirilmiştir. 15 Mart’ta katliamı protesto etmek için Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi'nde yürüyüş düzenleyen yurttaşların üzerine açılan ateş sonucu hayatını kaybeden 4 yurttaşımızla birlikte, 3 gün süren katliam ve direniş sonucunda 22 yurttaşımız hayatını kaybetmiştir. 

 
Hemen hepsinin failleri hala bulunmamış ve cezalandırılmamış olan katliamlar, açıktır ki toplumsal bilinçaltının pusuda bekleyen karabasanını ifade eder. Bugün artık hiçbir şekilde gizlenemeyen ve tüm boyutlarıyla beraber ülkeyi mahşer yerine çeviren kriz halinin en önemli kaynaklarından birini, faili aydınlatılmayan, zihniyeti mahkum edilmeyip muhafaza edilen katliamlar teşkil etmektedir. 30 Mart 1972'de Kızıldere’de, 16 Mart 1977'de Beyazıt’da, 16 Mart 1988’de Halepçe’de ve 12-15 Mart 1995’te Gazi ve 1 Mayıs mahallelerinde gerçekleştirilen katliamların lokal bir yönelim olmayıp koskoca bir coğrafyada tüm toplumu-halkları hedef alan ve nihayetinde toplumsal çölleşmeye yol açan bir kırım politikası olduğunu günümüzde açığa çıkan verilerden daha iyi anlamaktayız. En bariz ifadesini son günlerde İdlib’de yaşananlardan takip ettiğimiz gelişmelerde bulan politik, diplomatik, ekonomik ve askeri bozgun, toplum-kırımın devlet mekanizmasını dahi ayakta tutamayacak bir aşamaya vardığını göstermektedir. 


HDK, Gazi-1Mayıs mahalleleri, Halepçe, Beyazıt ve Kızıldere’de katledilen tüm canlarımızı minnetle anmakta, Mart ayında şehit düşen tüm yoldaşların anısına bağlılığın gereği olarak kendini toplum içinde örgütlemeyi esas almaktadır. Tamamı toplumu sindirmeyi ve insanları düşünemez hale getirmeyi amaçlayan katliam ve benzeri toplum-kırım politikalarının güncelde de yürütüldüğü dikkate alındığında, yitirdiğimiz canlarımızı doğru temelde sahiplenmenin ifade ettiği hayatiyet daha net anlaşılır olmaktadır. Yetkileri genişletilen bekçilerin toplumun güvenliğiyle bir ilgisinin olmadığı, tam tersine, derinleşen krizle birlikte teşhir olan AKP-MHP bloğunun toplum üzerindeki baskıyı arttırma ihtiyacının dışavurumu olduğu açıktır. Yine 27 yıl önce Sivas’ta tamamına yakını aydınlardan oluşan 35 canımızın yakılarak katledildiği Madımak katliamının faillerinden Ahmet Turan Kılıç’ın cumhurbaşkanı kararıyla tahliye edilmiş olması,  32 sene sonra da aynı yerde, Suriye’den gelip Maraş'a yerleşen insanlarımıza dönük başlatılan linç ve yağma girişimleri katliamcı geleneğin mesajları olarak okunmak durumundadır. 


HDK olarak, Mart ayı katliamlarında yitirdiğimiz yoldaşlarımız, canlarımız şahsında, zulme karşı direnirken hayatını kaybedenlerin anılarını toplumsal mücadelemizde rehber biliyoruz.