HDK 12. Genel Kurul Sonuç Bildirgesi

30.01.2023

Halkların Demokratik Kongresi

12.Genel Kurul Sonuç Bildirgesi

28 Ocak 2023

12 yıl önce, “Umuda Yolculuk” şiarıyla başladığımız tarihsel yürüyüşümüzü bugün büyüterek sürdürüyoruz. HDK, geçmişten günümüze tüm ezilenlerin, sömürülenlerin örgütlü mücadelesi ve direnişlerinin toplamının adıdır.

“Ezilenlerin tarihsel ittifakı” olan HDK, her türden ezme ve ezilme ilişkisine karşı, emekçilerin ve ezilenlerin kolektif ve stratejik mücadele birlikteliğinin adı olma misyonuyla mücadelesini büyüterek sürdürüyor.

Genel Kurulumuzu tarihsel bir süreçte gerçekleştirdiğimizin ve bu sürecin bize yüklediği tarihsel sorumluluğun ve görevin farkındayız.

Genel Kurulumuz, yeni dönemin mücadele ve örgütsel ihtiyaçlarını tartışmış, alınan kararlar ışığında yeni hedeflerini belirlemiş ve mücadelesini bu doğrultuda sürdürme iradesini ve kararlılığını ortaya koymuştur.

Zor ve şiddeti yaşamımızın bütün alanlarında çeşitli biçimlerde hissettiğimiz bir siyasal süreçten geçiyoruz. Dönem, çeşitli bakımlardan olağanüstü bir dönemdir ve önceliklerimiz, hedefler ve ihtiyaçlarımız da bu politik belirlemeye göre güncellenmeyi gerektiriyor. Genel Kurulumuz, tartışmalarını bu özel dönemin gereklerini dikkate alarak yapmış, bu özel dönemin Kongremize yüklediği zorlu ve önemli görevlere işaret etmiştir.

Süreç, mevcut rejime karşı çeşitli toplumsal ve demokratik güçlerle, devrimci güçlerin taleplerinin kesiştiği bir dönemdir. Bu olanağın devrimci bir tarzda ele alınması önemli başarılara zemin sağlayacaktır. Genel Kurulumuz, bu sorumluluğun farkındadır.

Yaşadığımız faşizan süreci tamamlamayı ya da rejimi restore etmeyi  eksenine alan politik tutum alışlar ve buna uygun ittifakların oluştuğu oldukça dinamik bir süreçten geçtiğimizin farkındayız.

Yalnızca ülkemizde değil, dünya ölçeğinde de dinamik süreçlerden geçiyoruz. Bu süreç hem çok büyük riskleri hem de büyük olanakları barındırıyor. Bir yanda Ortadoğu’da yaşananlar, diğer yanda Ukrayna savaşı ile ortaya çıkan kriz ve kamplaşma dünyanın da yeni gelişmelere gebe olduğunu, askeri ve siyasal hegemonya mücadelesinin artacağını gösteriyor.

AKP-MHP iktidarı da bu gelişmelerden güç alarak bölgesel askeri müdahale girişimlerine başvuruyor, Kürt siyasal ve kültürel soykırımını diplomasi faaliyetleriyle, askeri saldırılarıyla ve ekonomik işbirlikleriyle Ortadoğu ve dünyaya yayarak tamamlamak istiyor. İktidarın, Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında yaşayacağı bir başarısızlık, devlet içi ve devlet üstü güçler tarafından kendisine verilen kredinin de son bulması demek olacaktır. Bu anlamda, Kürt Özgürlük Mücadelesinin nasıl şekilleneceği aynı zamanda yaşadığımız coğrafyanın da nasıl bir siyasal iklimde şekilleneceğinin belirleyicisi olacaktır.

Bu gerçekten hareketle AKP-MHP iktidarından kurtulmak isteyen çevreler için başta İmralı Mutlak Tecriti olmak üzere Kürt halkına dayatılan savaş ve tasfiye siyasetine alet olmamak, bu faşizan milliyetçi politikaları boşa çıkarmak artık bir tercih değil zorunluluktur. Biliyoruz ki tecrit politikası, yalnızca cezaevleri ile sınırlı değildir. Tecrit, tüm toplumun baskı ve denetime alınmasıdır. Bu anlamda, tecrite karşı mücadele genel özgürlük mücadelesinin bir parçasıdır.

Kürt halkına karşı on yıllardır gaddar bir savaş yürüten ulus devletçi sistemin, bugün özellikle Rojava ve Başur’da yeni alanlar işgal etme ve varlığını pekiştirmeye yönelik özel bir hazırlık içinde olduğunu izliyoruz. İktidarın dünyanın en özgür bölgesi konumundaki Rojava’yı boğmayı ne kadar hırsla istediğini, en küçük bir fırsatta her türlü zulmüyle halkların devrimci inisiyatifini yok etmeye ne ölçüde can attığını biliyoruz.

Yaşanan krizler iktidarın toplumsal tabanını hızla aşındırıyor. AKP-MHP rejimi desteğini kaybettiğini gördükçe saldırganlaşıyor. Başta HDP olmak üzere siyasi muhalefeti kriminalize etmeye, susturmaya toplumla bağlarını koparmaya çalışıyorlar. Partimiz HDP, yıllardır süren kadrolarını zindanlara hapsetme politikasına ek olarak içinde bulunduğumuz konjonktürde de, bir yandan kapatılma baskısı diğer yandan da hazine yardımının engellenmesi gibi kıskaçlarla kuşatma altına alınıyor. Ancak, hiçbir girişim ve çabanın HDP’nin toplumsal tabanı ile ilişkisini etkilemeyeceğini, HDP’nin bir isim ve tabela değil, hakların gerçek iradesi olduğunu biliyoruz.

Partimiz HDP’nin de içinde bulunduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın seçim sürecinde oynayacağı rolün oldukça önemli olduğunun farkındayız. Seçimi önemsizleştirmeyen ancak her şeyi seçime endekslemeyen bir mücadelenin zorunluluğuna da dikkat çekmek isteriz. Diğer yandan, seçim sürecini yalnızca oy verme günü olarak değil, seçim sonrasına dair olası siyasal gelişmeleri de gören bir yaklaşımla ele alıyor, buna göre konumlanmanın önemine işaret ediyoruz.

Genel Kurulumuz, restorasyon ya da çöküş seçeneklerinin gündemde olduğu bu günlerde, geleceği şekillendirecek önemli aktörün Bizler olduğunun, Üçüncü Yolun inşasının zorunlu ve gerekli olduğunun altını çizmiştir. Restorasyonun sistemi yeniden üretmenin ve gerçek yüzünü gizlemenin bir aracı olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, Üçüncü Yolun inşası bugün için özel bir önem kazanmıştır. Bu ittifakın yerelde, toplumsal mücadele zeminlerinde inşası seçimi aşan, kalıcı bir birliktelik yaratılması bakımından hayati önemdedir. Üçüncü Yol ve onun etrafında örgütlendirilecek demokratik toplumsal ittifak, tek gerçek özgürlük yoludur.

Genel Kurulumuz, Saray rejimini devirme hedefini gerçekleştirmek için seçim zemini başta olmak üzere atılacak kimi adımların taktiksel hamle olduğunun altını çizmiş ve buradan hareketle üçüncü kutbun politik bağımsızlığını güçlendirmenin ve toplumsal tahkiminin önemine işaret etmiştir.

Kapitalist-emperyalist sistemin krizini aşma politikalarının ve içinde bulunduğu çöküş sürecinin de bir sonucu olarak ortaya çıkan aşırı sağcı, faşist rejimler günümüzün gerçeğidir. Ortaya çıkan tüm veriler, yeni sağcılık ve faşizm ile demokratik, özgürlükçü sosyalist devrimlerin zorunlu karşı karşıya gelişini gösteriyor.

Yaşam alanı ellerinden alınan köylüler, rantsal dönüşümün mağduru kent yoksulları, Aleviler, çeşitli inanlar ve uluslardan halklar, çığ gibi büyüyen işsizler, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, LGBTİ+’lar gibi toplumsal dinamikler ve bu kesimlerin mücadelesi  üçüncü yol politikasının toplumsal potansiyelini göstermektedir.

21. yy da enternasyonlleşen ve gelişen kadın mücadelesine karşı büyük panik ve kriz halini yaşayan, özgürleşme ve demokratikleşmenin kendi emperyalist- patriarkal sistemlerini alaşağı edecek güç olduğunu gören erkek egemen sistem, tüm dünyada neredeyse işbirliği yaparcasına kadınlara ve ezilen halklara dönük saldırılarını arttırarak devam ettirmektedir.

İpek Er, Nadira Kadirova, Yeldana Kaharman, Gülistan Doku, Rabia Naz, Hande Kader ve daha niceleri AKP-MHP bürokratlarının ve kolluğunun bire bir katıldığı ve üstü alenen örtülen emsal kadın cinayetleridir. Kadınlara öldürülmeyi, işkence edilmeyi, yok sayılmayı reva gören AKP-MHP iktidar bloku tüm kurum ve kuruluşlarıyla kendi faşizan uygulamalarıyla kadın kazanımlarını alaşağı etmeye çalışmaktadır. Kapatılan onlarca dernek, kadın kurumu, kayyım atanan belediyeler sonucu kadınlar erkek şiddetine karşı yalnızlaştırılmak istenmektedir. Kadın mücadelesi kriminalize edilmeye çalışılmakta ve kolektif kadın mücadelesi direkt olarak hedef alınmaktadır.

Paris’ten Sufrajetlere, Sovyetlere; kadın partizanlardan Rojava’da direnen kadınlara, biriktirerek kurduğumuz feminist hareketle, kadın hareketiyle büyük bir mücadelenin parçası olmanın özgüveniyle “Buradayız, direnişteyiz, biz kazanacağız” dedik. Sokakta, işte, her yerde, her evde bizler hep varız! Bütün bu tarihsel ve andaki birikimimizle, mücadele ısrarımızla, yeni yaşamı kuracağız.

Küresel iklim krizinin, bölgesel savaşların, ekonomik krizlerin etkisiyle milyonlar mültecileşiyor, hayatlarını kaybediyor ve insanlık kendi yolunu her zamankinden daha fazla arıyor. Yaşadığımız topraklar, coğrafi konumunun da bir sonucu olarak milyonlarca göçmene ev sahipliği yapıyor. Ancak, hangi statüde olursa olsun, göçmenlere yönelik ayrımcılık ve şiddet olağan hale getiriliyor, ırkçılık ve milliyetçilik yeniden üretiliyor. Ülkedeki mültecilerin kölelik koşullarında çalıştırılmasından yarar sağlanıyor, cezasızlık politikalarıyla yol verilen ırkçılık, ayrımcılık ve nefret suçlarından yararlanarak pogrom tehdidi mültecileri bağımlılaştırmanın aracı olarak kullanılıyor. İktidar, siyasi çıkarını sermayenin mülteci emeği üzerindeki denetimsiz sömürüsünü ve yayılmacı saldırganlığı aklamak üzere mültecileri günah keçisi ilan etmekte arıyor. Ülkede yaşayan herkesin hak eşitliğini savunan Genel Kurulumuz, işçi sınıfının saflarını büyüten mültecilerle yerli emekçilerin kapitalizme, savaş kışkırtıcılığına ve ulus devlet cenderesine karşı ortak mücadelesinin örgütlenmesini savunur.

Genel Kurulumuz, “yeni yaşam”ın bugün sömürülenlerin elleriyle kurulacağını belirtmektedir. Ortalama ücretler açlık sınırının altına itilip, ücretli çalışanların büyük çoğunluğunun asgari ücretle çalışır hale getirildiği, grev ve diğer hak arama eylemlerinin yasaklandığı günümüzde insanca çalışma ve yaşama hakkının, özgürce örgütlenmenin ve her türlü grev ve toplu eylem hakkının tavizsiz savunucusu olduğunun altını çizmiştir.

İş cinayetlerinin hız kesmediği, emekçilerin hayatının hiçe sayıldığı bir düzende yaşıyoruz. İşçi sağlığı ve güvenliğine yönelik önlem ve yatırımların maliyet hesabı olarak görüldüğü bir düzende işçi sınıfının yaşamak için direnmek, örgütlenmek, birleşmek dışında bir seçeneği yoktur.

Geleceği belirleyecek ve inşa edecek olan emekçilerin ve ezilenlerin özgürlük mücadelesi, isyanları, eşitlik ve adalet yürüyüşü olacaktır. Başarılarımız yeni başarıların sorumluluğunu yüklüyor omuzlarımıza. Yürüdüğümüz yollar, yeni yolları zorunlu kılıyor. Yol, özgürlük yoludur; yol geçmişten bugüne, bugünden geleceğe ezilenlerin zafer yoludur.

Hep birlikte kazanacağız, mutlaka kazanacağız!