Halkların Demokratik Kongresi 11. Dönem 1. Genel Meclis Toplantısı Sonuç Bildirgesi (2-3 Temmuz 2021)

04.07.2021

Halkların Demokratik Kongresi 11. Dönem 1. Genel Meclis'i, 3 Temmuz 2021 tarihinde, İstanbul'da geniş bir katılımla toplandı.

Genel Meclis, HDK’nin önündeki gündemi, sorunları ve imkanları tartıştı, önümüzdeki döneme ilişkin görevleri belirledi.

GM toplantısı, dünyanın yeni gerilimlerin eşiğinde olduğu, bloklaşmaların ve silahlanmanın hızlandığı, gerginliklerin yükseldiği bir dönemde toplandı. Bölgemiz ise Libya'dan Suriye'ye, Somali'den Güney Kürdistan'a ve Karabağ'a ya fiili çatışmaların eşiğinde ya da içinde bulunuyor. Karadeniz son yıllarda artan bir tempoda NATO'nun Rusya Federasyonu’na karşı gövde gösterisi yaptığı bir gerilim alanı haline geldi.

AKP-MHP rejimi, iktidarı paylaştığı devlet aklıyla beraber, Türkiye'ye bu gerilim ve çatışmaların çoğunda doğrudan saldırgan, işgalci veya çatışma ve gerilimler içinde öncü, kışkırtıcı bir rolü oynatıyor. Son olarak 14 Haziran'da Brüksel'de toplanan NATO zirvesinde Afganistan'da ABD'nin terketmeye hazırlandığı Kabil Havaalanı’nı ve Batı yanlısı iktidarı savunma rolüne Erdoğan rejimi talip oldu.

Bu sayede dış politikadaki yalnızlığını, en önemli "ihraç malı" olan TSK'yı, tarih boyunca çok sayıda büyük devletin adeta mezarlığı olmuş Afganistan'a sürerek aşmayı, emperyalizmin kendi iktidarına destek vermesini sağlamayı amaçlıyor.

Çünkü Türkiye tarihte görülmemiş boyutlarda bir kriz yaşıyor. Kriz ekonomik kriz boyutunu çoktan aştı, siyasal, toplumsal boyutlar kazandı. Pandemi ise krizin derinliğini ve görünürlüğünü arttırdı. Rejimin, kitlesel işsizlik, yoksulluk ve kitlesel açlık yaşadığı esnada toplumu tamamen kendi kaderiyle baş başa bıraktığı; kriz koşullarında bile talana ve açgözlülükle sürdürdüğü yolsuzluklara hız verdiği görüldü.

Çoklu kriz, rejimin kendisini yeniden üretmesini ve hegemonyasını sürdürmesini imkansız hale getirdi. İktidarın ömrünü uzatmaya dair endişeleri arttıkça, yığınlardaki öfke birikiminin büyüdüğünü gördükçe, yalan, kimlikler üzerinden kutuplaştırma, düşmanlaştırma ve provokasyon politikasına daha kuvvetle ve sıklıkla başvurmaya başladı.

İzmir'de HDP il binasında Deniz Poyraz yoldaşımızın katli, provokasyon yönelişinin apaçık bir örneğidir.

Rejimin barışa, demokrasiye ve özgürlüklere karşı yürüttüğü halk düşmanlığının merkezinde ise halk önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan ve İmralı’dan başlayarak toplumun bütün alanlarına yönelen tecrit politikası bulunuyor. Tecrit politikalarını geriletmeyi ve etkisini kırmayı başa koymayan bir toplumsal mücadelenin amaçlarını gerçekleştirmesi mümkün değildir.

Rejimin tecrit, zorbalık, savaş ve talan politikalarıyla şekillenen yönelişleri kriz koşullarında toplumsal desteğinin hızla daralmasına ve iktidar bloğunu oluşturan unsurlar arasında mevcut bağların gevşemesine, giderek iç çatışma ve gerilimlerin açığa çıkmaya başlamasına yol açtı. Bu gerilim ve çatışmalar, rejim saflarındaki çürümenin derinliğini ve yaygınlığını daha çıplak olarak görünür hale getirdi.

Bu sırada Marmara denizinde ortaya çıkan musilaj, deniz salyası, kirliliği sadece iktidarın ekolojik yıkıma yol açan tercihlerinin bir sonucu olmakla kalmadı, adeta iktidarın 20 yılı aşan icraatlarının bir sembolü oldu.

Rejim en geri toplumsal desteklerini koruma adına kadınlara karşı şiddeti önleme amaçlı İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ederek, yargının kadın düşmanı kararlar verme reflekslerinin önündeki bütün engelleri kaldırarak kadın cinayetlerinin gündelik olaylar haline gelmesinin yolunu döşedi.

Bu koşullar altında son derece önemli bir coğrafi konuma ve büyük bir nüfusa sahip Türkiye’nin geleceğinin belirsizliklerle karşı karşıya oluşu uluslararası planda müdahalelerin yoğunlaşmasına neden oluyor.

Devlet içinde de farklı unsurların kendilerini Erdoğan sonrası döneme hazırladığına dair işaretler yoğunlaşıyor.  S. Peker vakasını iktidar/devlet içi çatışmaların bir dışavurumu olarak değerlendiriyoruz.

Sistem içi muhalefet, rejimi zorlamak, bunun için büyük kitlesel eylemler gerçekleştirmek yerine, halka hareketsiz kalmasını ve sandık önüne konduğunda, kendisine oy vermesini istiyor.  Böylece sıranın kendilerine gelmesini hep beraber beklemeyi öneriyor. Halkı tepkisiz, eylemsiz beklemeye ikna etme politikası, iktidarın ömrünü uzatıyor. Çünkü yığınların taleplerini alanlara, sokaklara taşıması, bunu eylemli olarak gerçekleştirmesi fikrine iktidar kadar sistem içi muhalefet de karşıdır.

HDK’nin partisi HDP ise ağır bir baskı ve kuşatma altında tutulmaya, kapatılma tehdidi ile sindirilmeye; her kademeden binlerce yöneticisi tutuklanarak halk yığınlarıyla bağları koparılmaya çalışılıyor.

Siyaseti, toplumsal mücadeleler zeminine oturtmak, bu zemin üzerinden halkçı bir seçenek oluşturmak, bunun için demokrasi güçlerinin en geniş ittifakını oluşturmak bugünün görevidir.

HDK, emekçilerin, gençlerin, kadınların, LGBTİ+'ların, engellilerin, mültecilerin, kriz mağduru esnafın, yoksul köylülerin ve bütün toplum kesimlerin meclisleşmesi için çalışır. Meclisleşme ve bir hareket yaratma yönünde mesafe alan hareketlenmeleri destekler. Engelliler gibi henüz bu sürecin başındaki toplumsallıkların bir hareket oluşturmasını ve meclisleşmesini savunur.

HDK bununla birlikte, farklı sorun alanlarında mücadele eden ve meclisleşenlerin birbirini görmesini, bir halk güçleri bütününün parçaları oldukları gerçeğinin farkına varmalarını sağlamayı görev bilir. Bu amaçla en geniş yan yana gelişlerin gerçekleşmesine katkı koyar.

Kaz Dağları’ndan İkizdere’ye, Boğaziçi Direnişi’nden işçi mücadelelerine, yoksul köylülerin yol kesmelerinden LGBTİ+’ların onur yürüyüşlerine her toplumsal mücadele alanında bizzat yer alır, dayanışır.

Bütün bu mücadele deneyimlerinden, özellikle yan yana mücadele etmeyi olağanüstü başarıyla gerçekleştiren kadın hareketinin deneyimlerinden öğrenir.

Bu çerçevede, kadınlara yönelik saldırılara İstanbul Sözleşmesi gündemli eylemlerle verilen yanıtların ve barikatları aşan öfkenin sokağı zapt ettiği görülmelidir. Yeniden üretim sürecinde ücretsiz kadın emeğinin sermayenin birikim krizindeki yeri ve bu emek gaspıyla gelişen kadın bedenine dönük politikaları gören biz kadınlar ucuz emek, ücretsiz emek gaspı ile bedenimiz üzerinde yürütülen politikalara karşı, kadın kimliğimize her alanda sahip çıkarak yanıt vereceğiz.

Doğanın gaspının da kadın bedenine yönelik müdahalelerden farkı olmadığını, ekoloji mücadelesinin sermaye birikim rejimi kriziyle ilişkisini ortaklaştırmak eskisinden de önem kazanmıştır. Bu mücadeleyi, doğaya yönelik her saldırıya karşı halkın direnişini ve meclisleşmesini destekleyerek büyüteceğiz. Yolumuz açıktır.