HALK İRADESİNE DARBE! KABUL ETMEK, SUSMAK, SEYİRCİ KALMAK YOK!

11.04.2019

HALK İRADESİNE DARBE! 

KABUL ETMEK, SUSMAK, SEYİRCİ KALMAK YOK!

31 Mart Yerel Seçimleri, AKP-MHP bloku seçim sonucunu değiştirme çabalarını sürdürüyor olsa da, halk güçlerinin inisiyatif kazanması yönünde önemli bir eşiğin aşıldığına işaret ediyor.

Seçimden aylar önce başlayan, halkı iç savaş çıkarmakla tehdit etme kampanyası;

AKP-MHP rejiminin her seçim sürecinde yaptığı gibi, HDP örgütüne yönelik toplu gözaltı ve tutuklama operasyonları;

Seçmen  kaydırarak, askeri personeli yığarak, sahte seçmenlerle veya sandık hileleriyle sonuç alma yöntemleri; 

HDP’yi kriminalize ederek diğer muhalif güçlerden tecridini merkeze koyduğu; başta HDP olmak üzere, her türlü muhalefet gücünü düşmanlaştırıcı dili;

Artık geleneksel hale gelen Anadolu Ajansı ve havuz medyasının seçim sonuçlarını oldu bittiye getirerek çalma gayreti;

Henüz sayım bitmemişken “Atı alan Üsküdar’ı geçti” veya  Binali Yıldırım’ın “Seçimi ben kazandım” açıklamasıyla ortaya konulan gasp girişimleri, bu defa sonuçsuz kaldı.

Yeniden ve yeniden sayımlar, seçim sürecini kriminalize etme ve seçimi yenileme gayretleri, KHK bahanesiyle veya polis/istihbarat örgütü kararıyla halkın iradesinin gasp edilmesi girişimleri, tıpkı diğerleri gibi sonuçsuz kalacaktır, kalmalıdır. Bu yöndeki kanunsuz gayretleri sonuçsuz bırakmak için mücadele etmek, bugün demokratikleşme mücadelesinin merkezi görevlerindendir.

31 Mart’ta, AKP-MHP Bloku İzmir ve Diyarbakır’a ek olarak, İstanbul’u, Ankara’yı, Adana, Antalya, Mersin gibi büyük şehirleri kaybetti. Bursa, Balıkesir gibi şehirleri kılpayı bir farkla elinde tutabildi.

Eğer HDP’nin “Kürdistan’da kazanacağız, Batı’da kaybettireceğiz”  stratejisi olmasaydı; şu anda böyle tarihi bir gelişmeden söz ediyor olmayacaktık. Ne İstanbul’da, ne Ankara’da ne Adana ve Antalya’da bugün yaşanan değişim yaşanmayacaktı.

HDP seçmeni, 31 Mart’ta ülkenin kaderini değiştirme gücüne sahip olduğunun bilinciyle ve sorumluluğuyla sandığa gitti, iradesine sahip çıktı. Kayyumların -birkaç istisna dışında-  tümünü Saray’a, sahiplerine iade etti.

Girdiği her seçimi kazanmakla övünen Erdoğan, bir seçimde en fazla mağlup olan lider oldu. Her ilin, her ilçenin seçim kazanan muhalifleri; aslında o ildeki, o ilçedeki rakiplerini değil; devletin bütün imkanlarını ve havuz medyasını kullanan ve seçimi kendisiyle her aday arasında bir seçime dönüştüren Erdoğan’ı yendiler.

Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı İstanbul’da tezgahlanan darbeci sandık hukuksuzluğuna karşı Türkiye’nin her yerinden geliştirilen kolektif duyarlılık, dayanışma ve sahiplenme tavrı demokrasi kültürümüz bakımından kuşkusuz çok kıymetlidir. Ancak aynı zamanda yetersizdir. Yetersizdir çünkü, İstanbul için gösterilen demokratik duyarlılık Kürdistan’ın Diyarbakır’ı, Mardin’i, Muş’u ve benzerleri için gösterilmemektedir. Oysa buralarda darbe hukuku çok daha açık ve pervasızca uygulanmaktadır. Bu zaafı aşmak, demokrasi güçlerinin boynunun borcudur. Toplumsal uzlaşı ve kalıcı barışın yolu buradan geçmektedir.  

Halklarımızın özgüvenini büyüten; faşizmin kurumlaştırılması yönündeki sürecin hızını kıran ve rejimi kimi siyasi mevzilerini kaybetme durumuyla karşı karşıya bırakan seçim sonuçları; aynı zamanda devasa mali imkanların ve toplumsal kontrol mekanizmalarının rejimin elinden çıkabileceğini ortaya koydu. 

Zaten insan hakları, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, demokratik hak ve özgürlükler alanlarında sicili sonuna kadar bozuk olan AKP; Kürdistan’da ve İstanbul’da karşılaştığı seçim sonuçları karşısında, son meşruiyet zemininden de vazgeçti. Halkın sandıktan çıkan iradesini hiçbir geçerliliği olmayan bahanelerle, kendi yaptıkları anayasaya, yasalara ve demokrasi teamüllerine tamamen ters düşerek tanımama yoluna girdi. 

Mardin’de, Diyarbakır’da seçilmiş başkanların mazbataları verilmedi. KHK mağdurlarının -seçilmiş olsalar dahi- mazbatalarının verilmeyeceği şeklindeki hukuksuzluk, YSK üzerinden ilan edildi. YSK bu gibi merkezlerde seçimlerin yenilenmesi yerine, mazbatanın seçimlerde ikinci sırayı alan adaya ve partiye verilmesi gibi katmerli bir hukuksuzluğun mucidi oldu.

AKP, İstanbul’da ise aynı zarftan çıkan ilçe belediye başkanlığı ve meclis üyelikleri için verilen oyların geçerliliğini tartışma konusu yapmazken, Büyükşehir  Belediye Başkanlığı için verilen oylar hakkında bir dizi dayanaksız itirazda bulundu, seçimlerin iptalini talep etti. Erdoğan daha ileri giderek, İstanbul’da 13-14 bin farkla seçim kazanılmasının, elbette rakipleri için kabul edilemez olduğunu iddia etti. 

YSK ise, tümüyle ve mutlak biçimde AKP’nin kontrolü altında hareketini sürdürdü.  Kürdistan’da HDP itirazlarının tamamına, CHP’nin pek çok merkezdeki itirazlarının çoğuna kulağını tıkarken AKP’nin en haksız ve hukuksuz itirazlarını uygulamaya koydu.

Özet olarak, 31 Mart yerel seçim sonuçları; AKP’nin inşa ettiği rejimin, muhaliflerin seçime katılabileceği fakat seçim kazanmasının yasak olduğu; muhaliflerin seçim kazanması için rakibinden 1 fazla oy almasının, hatta 13-14 bin fazla oy almasının yeterli olmadığı; aday olurken sakıncalı bulunmayan KHK’lı olmanın, rakiplerini ne kadar oy geride bırakırsa bıraksın, mazbata almaya  engel gösterildiği; seçilmiş muhaliflerin mazbatasının verilmesinin polis ve istihbarat örgütünün takdirine kaldığı, genel oy ilkesinin açıkça çiğnendiği; demokrasi dışı, otoriter bir rejim olduğu hem halklarımızın, hem uluslararası toplumun nezdinde aleniyet kazandı. Rejimin bu demokrasi dışı, hukuk dışı ve ahlak dışı dayatmaları ve halkın iradesini gasp etme girişimleri asla kabul edilemez.

Öcalan’ın tecriti ile başlayan ve HDP’yi ve Kürt halkını kriminalize ederek  tecritine yönelen AKP-devlet  stratejisi, Erdoğan’ın seçim kampanyasında  zirve yaptı; muhalefet partilerinin yönetim kademelerini  etkisine aldı.  Fakat seçim süreci ve sonuçları, bu kampanyanın etkisini  seçmen tabanında önemli ölçüde kırdı ve yer yer geri püskürtmeyi başardı.  Dolayısıyla kampanya sonuçları, HDP’yi ve Kürt halkını tecrit ve kriminalize etme politikasına karşı koymak için nesnel bir zeminin varolduğunu  gösterdi. 

Seçim sonuçları, demokratikleşme yönünde gerçek bir açılımın olanaklarına  işaret etti.  Halkın demokrasi  yönündeki bu ortak hamlesinin mutabakat zemini koruma, örgütleme  ve  geliştirme görevini önümüze güçlü biçimde koydu. 

İktidarın özellikle İstanbul seçimlerinin yenilenmesi yönündeki hukuk dışı çabaları, halklarımıza yeni bir 7 Haziran-1 Kasım süreci dayatmasıdır. Halkı kaotik bir ortamda, kan dökülmesine alan açarak terörize edip, kararsız seçmenleri yeniden kendi eksenine çekme planına ikinci defa izin verilemez. Bu yöndeki karanlık çabalara karşı, en geniş demokrasi güçleri cephesiyle, en enerjik biçimde mücadele etmek görevimizdir.

CHP’nin rejimle çok düşük beklentiler üzerinden uzlaşmasını; halkın kazanımlarının gaspına karşı sessiz kalmasını; savaş kışkırtıcısı politikalara yeniden yeniden teslim olmasını; tecrit politikaları karşısında tepkisiz  ve onaylayıcı tutumlar geliştirmesini; İBB Başkanlığı mazbatası karşılığında rejimin seçimsiz 4.5 yıl iktidarda kalmasına rıza göstermesini; milyonlarca emekçi ve ezilen halk güçlerinin taleplerini ve mücadelesini ortaklaştırarak engellemeliyiz.  

Rejim, seçim yenilgisinin ardından, bugüne kadar ertelemeye çalıştığı ağır ekonomik krizle  karşı karşıyadır. Ekonominin başındaki damat Berat’ın ekonomik reform adına yaptığı son açıklamalar, krizin yükünü ağırlaştırarak halkın sırtına yıkmaya devam edeceklerinin; emekçinin, ezilenin gözünün yaşına bakmayacaklarının; sermayeye tam hizmet yolunda her türlü teşvik ve kurtarma operasyonu kararlıca uygulama devam edeceklerinin yeniden ilan edilmesi oldu.

Rejim, ekonomide olduğu gibi, uluslararası ilişkilerde, Suriye’de, Irak’ta ciddi bir krizsel gerilim ve sıkışmışlık içindedir. Bütün bu sıkışmışlıklara karşı akılcı, çıkış vadeden bir çözüm üretme gücü yoktur.

Şimdi iç içe geçmeye ve birbirini beslemeye başlayan siyasi ve iktisadi krize karşı, halkın çözümlerini üretmeliyiz. Halkların geleceği kendi ellerinde olmalıdır. Demokrasinin, yani,  halkın söz, karar, eylem ve denetleme hakkının doğrudan kendi iradesine dayandığı yerel toplumsal yönetim mekanizmaları kurmalıyız. Halk meclisleri altında çözüm irademizi ve güçlerimizi birleştirmeliyiz. 

Şimdi, bu çözümleri emekçilerin ve ezilenlerin, toplumsal muhalefet ve mücadele güçlerinin ortak mücadele programı haline getirmeli  ve halkın yaşam alanlarında öz  örgütlenmelerini yaratmalarını hızlandırmak için kolları sıvamalıyız. 

    HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ