Tarihin kimi anları insanlığın hafızasına kazınır, kabul edilir, benimsenir. Bu an’lar, kimi yönleriyle, binlerce yıldır hemen yanıbaşımızda bizlere ruh üfleyen geleneklere benzerler; yaşanmışlığının üzerinden öyle uzun denebilecek bir zaman geçmemiş olsa bile. Kimi yönleriyle büyük bir direngenliğin, tüm baskılara, yasaklamalara, unutturma ve ya başka bir şeye benzetmelere karşı kendinden taviz vermeden varlığını koruyan asalet yüklü asiliğin tezahürü gibidirler. Kimi yönleriyle de, uzayın sessiz, soğuk boşluğunda, yeni bir evren yaratmaya muktedir süpernovaları anımsatırcasına yaratıcı bir üretkenliği içinde barındırır; umutların neredeyse dibe vurduğu bir anda devrimi muştularcasına. 1 Mayıs, tarihin akışı içerisinde, bu niteliklere sahip büyük anlardan biri olarak, özgürlüğü soyut bir kavram olmaktan çıkarmış, eylemin gücü ve anlamın derinliğiyle ete-kemiğe büründürmüştür. İnsanın insan oluşunda çekirdek öğe olan emektir, 1 Mayıs’ı insanlığın soylu yürüşünde bir bayrağa dönüştüren.
Kapitalizmin en güçlü dönemlerini yaşadığı 19. yüzyılın son çeyreğinde, bu sistemde henüz iddialı bir konumu bulunmayan bir ülkede sembolleşti 1 Mayıs. İnsanı, kendine yabancılaşmış bir üretim makinesi olarak gören sömürgenlerin emekçiyi günde ortalama 14-15 saat çalışmaya zorlaması ve buna karşı işçilerin “8 saatlik iş günü” mücadelesi için, ABD ve Kanada’da 1886 1 Mayıs’ında 350bin emekçiyle greve gitmesi devrim ve toplumsal özgürlük davasının büyük olaylarından biri olarak tarihteki yerini aldı. Çalışma koşullarının uygun hale getirilmesi somut talebi ekseninde başlayan örgütlenme ve eylemsellik zincirinin adeta zirvesiydi 1 Mayıs 1886 tarihinde ki büyük grev. Yankısı büyük olan bu eylem ve tüm açıklığıyla gözler önüne serdiği örgütlenme gücü, burjuva patronların ve koruyucuları olan hükümetin paniğe kapılmasına neden oldu. Mülkiyetin yegane kutsal olduğu bir sistemin bünyesindeki çarpıklıkları ifşa edeceği ve bu yönüyle insanlığı aydınlatıp yol göstereceği kesin olan emekçi dayanışması, kapitalizmin güzel sözlerle maskelenmiş hümanizmini de ifşa etmekte gecikmedi. Benzerleri daha önce de gerçekleştirilen fakat kanla bastırılan eylemselliklerin böylesine bir etki gücüne ulaşması burjuva hükümeti tereddütsüz idam kararları almaya sevketti. Grevleri örgütleyen 8 işçi önderi hakkında verilen idam kararı bu önderlerden Albert Parsons, Adolph Fischer, George Engel ve August Spies’ın idam edilmesiyle sonuçlandı. İşçi sınıfını ‘ehlileştirmeye’ dönük ulusal sınırlar içerisinde gerçekleştirilen bu yönelim, çeliğe verilmiş su misali, işçi dayanışması ve mücadele iradesinin yükselerek tüm dünyayı kapsamasına vesile oldu. Sınıf mücadelesinin böylesine keskinleştiği bir aşamada, sınırlara hapsedilemeyecek bir davanın uluslararası örgütü 2. Enternasyonal, 1889 yılında Paris’te gerçekleşen ilk kongresiyle kuruluşunu ilan ederken, ‘1 Mayıs’ı da işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak ilan etti.
Emek, insanı salt bir biyolojik tür olmaktan çıkardı. 1 Mayıs’ta simgeleşen emeğin örgütlü mücadelesi ise, emeğin, insanlıktan çıkaran dejenere olmuş halini reddetti. Köle düzeninin payandası değil, insan olma onurunu yaşamın her alanında ve anında hissettirecek bir emek! Kendine yabancılaşarak köhneyip çürüyen değil, yaratıcı dinamizmiyle her koşulda kendini yeniden üreten canlı emek! Zora teslim olan değil, koşullar ne olursa olsun kurtuluş umudunu yitirmeyip, büyüten mücadeleci emek! Gençliğin dinamik, direngen ve yaratıcı özelliklerinden asla taviz vermeyen, yeni yaşamın sözcüsü emek!
2020 1 Mayıs’ını, geçmişi 130 yılı bulan böylesi bir mücadele geleneğinin değerlerinden güç alarak, coşku ve mücadele azmiyle karşılıyoruz. İçinde bulunduğumuz salgın koşulları alışıldık tarzda bir kutlama ve anmaya izin vermiyor olabilir. Fakat yaşamsal her olgu gibi, covid-19 salgınının yolaçtığı koşullar da kapitalizmin, kaçınılmaz bir kadermişçesine biat edilecek bir şey olmadığını, tam tersine her koşulda mücadele edilecek, insan ve doğa karşıtı bir sistem olduğunu göstermektedir. 130 yıl önce en elverişsiz koşullarda 18 saate varan işgünü gerçekliğinin günümüzdeki tezahürü, salgın ortamında işçiyi fabrikalara, şantiyelere mahkum etmektir. Halktan alınan vergilerle, emekçiyi sömüren patronların ihya edilmesidir. Halkın iradesiyle seçilmiş belediyelere bini bir para etmeyen gerekçelerle atanan kayyumlardır. Salgının da ‘Allahın lütfu’ olarak görülüp, rant projeleriyle doğanın, tarım ve su kaynaklarının talana açılmasıdır. Zorunlu işlerde çalışan emekçilerin( sağlık emekçileri, belediye işçileri vb) taleplerine karşı üç maymunu oynamaktır. ‘Salgın koşullarında yapılan jest’ gibi yansıtılan evde çalışma düzenlemesiyle, çalışma süresini 24 saate çıkarma fırsatçılığıdır. Görevini yapan gazeteciyi, Akp-Mhp iktidarının faşizan politikalarına muhalefet eden emekçiyi, siyasetçiyi, kadını ve genci tutuklayıp, toplumsal mühendislik projelerinde rol verilebilecek ne kadar çeteci, mafya bozuntusu, tecavüzcü varsa ‘kader mahkumu iyi çocuklar’ diyerek toplumun başına musallat etmektir. Savaş politikalarında ısrar ve bedelini emekçinin sırtına yüklemektir. Gençliği fiziksel gücünden ruhuna kadar sömürmek, bunun için de fabrikalarda, okullarda, mahalle ve sokaklarda, sorgulayan, siyasi tavır sahibi ne kadar genç varsa, tutuklamalardan katletmeye kadar türlü türlü sindirme ve baskılama yöntemiyle tasfiye etmeye kalkışmaktır. Kendisine, emeğini en elverişsiz koşullarda satmaktan başka hiçbir seçenek bırakılmamış, dahası, sermayeyi besleyecek bir kanal olarak her türlü suistimale layık görülen göçmen işçi gerçekliğinin binlerce örneğinden biri olan 17 yaşındaki Ali Hemdan’ın yüreğini parçalayan kurşundur. Ve tüm bunlarla birlikte; 1 Mayıs bayrağı altında kendini ifade eden dayanışma ruhu karşısında, Akp-Mhp iktidarının, kendini kaybetmişçesine bir hırsla yürüttüğü diktatörlükte belirginleşen korku çığlıklarıdır.
Dokunduğu hakikat nedeniyle, daha doğduğu gün bir geleneğe dönüşen 1 Mayıs’ın dünyada yarattığı dev dalga, ülkemizde de tarihi titreşimler açığa çıkardı. Tüm yasaklamalara rağmen 1 Mayıs bu ülkenin işçi ve emekçileri tarafından kararlılıkla sahiplenildi. Gençliğin dinamizmiyle ivme kazanan 1 Mayıs dayanışması ve mücadele kararlılığı 1970’li yılların görkemli kutlamalarına imza attı. Katliamlarla ve darbelerle önü alınamayan bu mücadele geleneği yol gösteren bir kaynak olarak esas alındı.
HDK Gençlik Meclisi olarak, 1 Mayıs Dünya İşçi Dayanışma, Birlik ve Mücadele Günü’nü coşkuyla kutluyor, bu geleneği kararlılıkla sahiplenip büyütmeyi esas alıyor, salgın ortamında iktidarın emek karşıtı politikalarının birinci dereceden mağduru olmak durumunda bırakılan ve hastalığa yakalanıp hayatını kaybeden tüm işçi ve emekçi yoldaşlarımız, ayrıca, polis kurşunuyla kalbinden vurularak katledilen Ali Hemdan şahsında, emeğin sermayeye karşı mücadelesinde şehit düşen tüm yoldaşlarımızı saygıyla anıyoruz. İçinde bulunduğumuz koşulların dayanışma ve mücadele tutum ve bilincimizi hiç bir şekilde engellemeyeceğini bir kez daha vurguluyor, bulunduğumuz her yeri 1 Mayıs alanına dönüştüreceğimizi belirtiyoruz.
Yaşasın 1 Mayıs!
Bijî 1 Gulan!
Halkların Demokratik Kongresi
Gençlik Meclisi