Ekolojik Yıkımı Durdurmak İçin Daha Çok Örgütlenelim

05.06.2020

Birleşmiş Milletler tarafından 1972’de ilan edilen Dünya Çevre Günü’nü (31 Mayıs 5 Haziran Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası) bu yıl, tüm dünyada 381.175, ülkemizde de 4.609 kişinin canını kaybettiği, milyonlarca insanın eve hapsedilerek büyük kapatmaya maruz bırakıldığı, her yerde olağanüstü halin uygulanmasına neden olan korona salgının bir kez daha açığa çıkardığı uygarlık krizi ve ekolojik kriz gerçekliği altında karşılıyoruz. Küresel olarak yaşanan gelir adaletsizliği, işsizlik, adaletsizlik daha da artarken, kuraklık, 7. Kıta adlandırmasını hak edecek kadar büyük çöp kıtaları, sürekli artan karbon emisyonları, artan aşırı iklim olayları, ormansızlaşma, biyoçeşitlilik kaybı da büyümektedir.

Hükümetlerin, şirketlerin, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve daha birçok uluslararası örgütün 1970’lerden beri “büyümenin sınırları”, iklim değişikliği/krizi, gıda krizi üzerine yayınladıkları “sürdürülebilir kalkınma/büyüme” raporları, açıklamaları, gerçekleştirdikleri zirveler doğadan ve insanlıktan yana bir gelişme yaratmamış, bilakis doğanın metalaştırılması, küresel adaletsizliklerin, eşitsizliklerin derinleşmesi sürdürülemez hale gelmiştir.

Dünya genelinde açlık çeken 800 milyonu aşkın insanın %80’ini, gelişmekte olan ülkelerin kırsal yörelerinde yaşayanlar oluşturmaktadır. Dünyada her yıl 11 milyon kişinin açlık veya yetersiz beslenme sebebiyle öldüğü tahmin edilmektedir. 300 milyonu çocuk olmak üzere, 800 milyon insan açlığa maruz kalmaktadır. Bunların 203 milyonu Sahra Altı Afrika’da, 519 milyonu Asya ve Pasifik’te (221 milyonu Hindistan’da, 142 milyonu Çin’de), 53 milyonu Latin Amerika ve Karayipler’de, 33 milyonu ise Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşamaktadır.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’in, Paris Anlaşması’nın 1,5 derece hedefinin tutturulması için önümüzdeki 10 yıl boyunca yılda %7,6’lık küresel emisyon azaltımı yapılması gerektiğine dair açıklamaları da bir işe yaramadı. Hawaii’de bulunan Mauna Loa Rasathanesi’nin yaptığı ölçüme göre, 10 Şubat 2020’de atmosferdeki karbondioksit oranı yeni bir rekor kırarak 416,08 ppm oldu. İki milyar insanın temiz su kaynaklarına düzenli erişimi yok. Son 50 yıl içinde karasal türlerin popülasyonlarında yüzde 38, deniz türlerinin popülasyonlarında yüzde 36 azalma olurken, en fazla kayıp yüzde 81 ile sulak alanlarda yaşandı. 2019 yılı, Türkiye’de 935 ile en fazla ekstrem olay yaşanan yıl oldu. 2019'da kaydedilen aşırı hava olaylarının başında yüzde 36 ile şiddetli yağış-sel ve yüzde 27 ile fırtına geliyor. Diğer olaylar ise yüzde 18 ile dolu, yüzde 7 ile yıldırım, yüzde 5 ile şiddetli kar, yüzde 3 ile heyelan, yüzde 1 ve daha az oranlarda çığ, orman yangını, kum fırtınası ve sis olarak gerçekleşti.

Korona salgınının neden olduğu 3 aylık durgunlukla birlikte bir nebze azalan karbon miktarının, sakinleşen deniz ve kıyı trafiğinin canlı yaşamın hemencecik gövermesine yettiğini gördük. Ama karşı karşıya olduğumuz krizin geçici, dışsal etkenlerle önlenemeyecek olduğu açıktır. Küresel kapitalizmin sürekli negatif sinyaller verdiği bir ortamda, hükümetler “ucuz doğa” ve “ucuz emek” ilkelerinden taviz vermeden enerji, ulaşım ve inşaat gibi büyük endüstrilerin yerleşik versiyonlarına para aktarmaya devam etmektedirler.

Türkiye’de de durum farklı değildir. Dünyanın 18. büyük ekonomisine sahip” olmakla övünen Türkiye sermayesi, “çevre performans indeksinde” 180 ülke arasında 108. sırada yer alarak gerçek durumunu ortaya koymaktadır. Ara verilmeden ekolojik yaşam alanlarına saldırıya devam edilmektedir. AKP hükümeti,  iktidara geldiği günden bu yana çevre düşmanı bir politika izleyerek Türkiye’nin bütün bölgelerinin doğasını, ormanını, tarım alanlarını, akarsularını, göllerini, sulak alanlarını, denizlerini,  kesin korunması gereken kültürel ve tarihi alanlarını, milli parklarını enerji, maden ve inşaat şirketlerinin kullanımına sunmuştur. 

Mersin Akkuyu’da nükleer santral inşaatı bütün bilim insanlarının, çevre örgütlerinin sivil toplum kuruluşlarının itirazına rağmen hukuksuz bir şekilde devam ettirilmektedir. Sinop’ta daha projesi yapılmadan nükleer santral için binlerce dönümlük orman yok edildi.

3. Köprü, 3. Havaalanı gibi mega projeler hem büyük bir doğa katliamına hem de işçi katliamına neden oldu. Şimdiye kadarkilerden daha büyük bir borç yükü, işçi katliamı ve doğa yıkımı getirecek olan Kanal İstanbul Projesi’nin ilk ihalesi de korona salgınının şok etkisi fırsat bilinerek gerçekleştirildi.

12 bin yıllık Hasankeyf’i ve milyonlarca yıllık Dicle vadisi yok ederek bir başka doğa ve kültür katliamı olarak tarihe geçecek olan Ilısu Barajı’nın resmi açılışı da salgın gerekçeli yasakların ve hareket kısıtlamalarının gölgesi altında yapıldı.

Türkiye’de son 50 yılda 36 göl kurudu. Dipsiz Göl’ün, Salda Gölü’nün başına gelenler iktidarın doğayı paraya çevirme yaklaşımının çarpıcı örnekleridir. İnsan ayağının bile değmemesi gereken Salda Gölü, koronavirüs gerekçesiyle ziyarete kapatılmışken kepçelerle, kamyonlarla tarumar edildi.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Çevre Mühendisleri Odası, "Türkiye 2019 Hava Kirliliği Raporu"nda 75 milyon kişinin kirli havalı kentlerde yaşadığını açıkladı. Hava kirliliğinin en yoğun olduğu kentlerin Bursa, Adana, Ankara, İstanbul, Iğdır, Şırnak, Muş, Manisa, Kahramanmaraş, Karabük, Çanakkale, Denizli, Zonguldak, Edirne – Keşan, Şanlıurfa olduğu vurgulandı. Buna rağmen Kahramanmaraş’ta Afşin C Termik Santrali’ne ÇED Olumlu kararı verildi. Denizli Avdan Termik Santral projesi Nihai ÇED raporu çıkarıldı.

400 binden fazla ağacın yok edildiği Kazdağları’nda doğa düşmanı şirket, maden ruhsatı uzatılmadığı halde ormandaki işgaline devam ediyor. Bu işgale onay verenler orada orman nöbeti tutan direnişçilere cezalar kesmeye devam ediyor.

Bütün bu veriler, kapitalizmin sadece kâr oranlarını düşündüğünü, insanlığın ve doğanın kurtuluşunun ekoloji mücadelesinin başarısına bağlı olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Krize acil çözüm için, iktidarlara, şirketlere doğa ve toplum düşmanı projelerini yaptırmamak için direnmekten başka çaremiz yok. Yeni bir yaşam için ekolojik yıkımı durdurmamız, daha çok örgütlenmemiz, daha fazla meclisleşmemiz gerekiyor.

Halkların Demokratik Kongresi

Ekoloji Meclisi