“Dayanışma İnsanlığın En Kadim Değeridir”

18.04.2020

Koronavirüs pandemisi süreciyle birlikte kurulmaya başlanan dayanışma ağlarını Eşsözcümüz Sedat Şenoğlu HDK canlı yayınında değerlendirdi. Şenoğlu, “Ezilen insanlık, halklar küresel kapitalist sisteme karşı dayanışma ağlarıyla kendilerini savunuyorlar.”

Korona günlerinde hem Türkiye’de hem Dünya’da dayanışma ağları ortaya çıktı ve insanlar kapitalist sisteme karşı alternatif bir şey yarattı. HDK olarak nasıl yorumluyorsunuz bu dayanışma ağlarını?

Dayanışma Ağları korona ile beraber bir fenomen olarak küresel çapta karşımıza çıktı. Bu tabi ki halklar, toplumlar bakımından can alıcı bir gündem. Çünkü bu kadar yaygın olması toplumların karşı karşıya oldukları tehlikeyle ilgili bir ortak algıya sahip olduğu anlamına geliyor.

Korona pandemisi her şeyden öte  milyarların yaşamını tehlike altına almış oldu. Şu anda bilebildiğimiz kadarıyla yüz binlerce kişi canından oldu. Bu en ağırı belki ama sadece bununla bitmiyor. İnsanlar aç kalıyorlar, işlerinden oluyorlar, çocuklar eğitimden uzak kalıyorlar, sağlıklı gıda erişilemez hale geliyor doğal olarak da çok büyük bir tehlike olarak algılanıyor. Buna karşı da kendilerini koruma, savunma ihtiyacı hissediyorlar. Sistemin yarattığı sorunlarla yüzleştikten sonra toplumsal etkinlik, eylem olarak örgütlenmiş olması dayanışma ağlarının en kıymetli yanı. Güncelde korona pandemisi vesilesiyle canlanan dayanışmanın kendisi karşımıza yaygın olarak çıkıyor. Aslında dünya tarihi açısından ezilenlerin, insanlığın en kadim değerlerinden bir tanesi dayanışma. Bunu günümüzde de test ediyoruz. Yaşanan şey toplum olma bilincinin canlanması anlamına geliyor. Çünkü dayanışma dediğimiz şey toplumsallığın kuruluşunun mayası. Yüz binlerce yıl önce de insan kültürü emek dayanışmasıyla bir toplum haline geldi. Bu ne zaman kesintiye uğradı? İnsanlık sınıflı toplum haline geldiğinde, toplumun ürettiği değerlere belli kişiler tarafından el konduğunda, iktidarlaşma olduğunda, devlet oluştuğunda toplumun dayanışma değerleri akamete uğramaya başladı.

Dayanışma ağlarında insanlar yiyeceklerini, maddi ihtiyaçlarını paylaşıyorlar, sağlıkla ilgili ihtiyaçlarına dair dayanışıyorlar ama esasında insaniyeti paylaşıyorlar. Direnişin asıl mayasını oluşturan şey budur. Bunun bu kadar yaygın olmuş olması, sistemin bizatihi yarattığı korona felaketinin karanlığı içerisinde, bizim umut kaynağımız. Büyütmemiz gereken budur. Türkiye’de başta büyükşehirler olmak üzere onlarca şehirde yüzlerce dayanışma ağı kurulmuş durumda. Keza dünya çapında da bu böyle. Ezilen insanlık, halklar küresel kapitalist sisteme karşı kendilerini savunuyorlar.

TOPLUM KENDİNİ YENİDEN KAZANIYOR

Koronavirüs sürecinde sağlık bireysel bir durummuş gibi yansıtıldı. Fakat kolektif bir çaba da gerekiyor. Özellikle ezilen halklar, yoksullar, emekçiler, kadınlar açısından birilerinin size yardımcı olmak istediğini bilmek güven duygusu veriyor. Ağların bu boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biçimsel olarak belki birinin başka birine bir şey vermesi gibi görünüyor ama insanlar burada yalnızca aracı. Aslında topluma ait olan bir şeyi birbirimize vermiş oluyoruz. Bir ihtiyacın karşılanmasından dolayı tabi ki güven duygusu oluşuyor ama asıl olarak toplumun gücünü görüyoruz. Çalışarak, üreterek, emek harcayarak, vergi vererek beslediği bu sistem ve onun devleti ihtiyacı olan şeyi insanlara vermiyor. Yanı başındaki komşusundan, sokağındaki arkadaşından ya da hiç tanımadığı insanlardan bunu aldığında bilince dönüşüyor. Toplum dayanışma ağlarıyla kendini tekrar kazanıyor. Toplumsal dönüşüm, yeni bir yaşam, başka bir dünya, kendi sorunlarını kendisinin çözebileceğine olan inanç ve bunun olanaklarına sahip olma duygusu gelişiyor. Kendi farkındalığını yaşıyor insanlar.

Türkiye’deki ilk korona vakası açıklandıktan hemen sonra Dayanışma Ağları çalışmaya başladı. Bu kadar hızlı örgütlenmesini nasıl yorumlamalıyız?

Toplum hafızasında dayanışma deneyimleri var. Örneğin Gezi İsyanı’nda gördük. Birbirini tanımayan insanlar o büyük toplumsal hareketliliğin içerisinde paylaşımcı, eşitlikçi ilişkiler kurdular. Bunlara isimler verdiler. Meclisler, inisiyatifler, komünler dediler. Bunlar daha sonra da devam etti. Hayır Meclisleri oluştu. Yine bir toplumsal işbirliği, toplumun kendi iradesine sahip çıktığı yerel biçimler açığa çıktı. Tabi ki Türkiye, Anadolu ve Mezopotamya tarihi bakımından bunun köklü gelenekleri var. Toplumlar unutmuyor, gelenekleri yaşatıyor. Dayanışma ağları yakın dönem bakımından böyle bir tarihsel deneyimden geliyor. Sistem aklı, mekanizması, yöntemi, kurumları tarafından gittikçe dışlandığını, yok sayıldığını görüyor insanlar. Pandemi gündemi bunu açığa çıkardı.

En insani, en somut talepler sistem aklı tarafından kabul edilmiyor. Örneğin ücretli izin, işsizlere ödenek ayrılması… Doğal olarak halklar, emekçiler, ezilenler, ayrımcılığa uğrayanlar, ötekileştirilenler buna karşı alternatif toplumsal ilişkilerini kurmuş oluyorlar. Dayanışma ağları da bunun güncel biçimi.

DEMOKRASİ DEVLETLE SINIRLANAMAZ

HDK’nin tüzük ve programında meclislerle örgütlenme modeli yer alıyor, örgütlenme biçimi olarak meclislere işaret ediyor. Toplumdaki bu örgütlenmeleri ele alırsak, meclislerle örgütlenmenin tanımında nereye tekabül eder?

Meclis formu HDK’nin keşfettiği bir şey değil. Hem bu toprakların, hem dünya topraklarının tarihine ait. Çok eski köklerden geliyor. Bunlara cami, cem, komün, sovyet deniyor. Aslında hepsi aynı ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Ezilenlerin çok uzun dönemlerden beri kendi sorunlarını çözmelerinin kolektif biçimleri. İçinde bulundukları sistem ve onun kurumları sorunların çözülmesine engel olduğu için halklar da bu tip meclis mekanizmaları inşa etmişler. Aslında meclis demek sistem ve iktidar karşıtlığı demek. Meclisler devlet dışı arayışların, toplumun kendini güç haline getirme çabasının ortaya çıkardığı bir şey.

HDK’nin örgütlenme biçimi olarak meclis; belli bir sorun çerçevesinde insanların bir araya gelip konuşması, tartışması demektir. Cami dediğimiz mekanlar, önceki dönemlerde insanların sadece ibadetlerini yaptığı bir yer değildi. Toplanıp tartışılan, sorunlara çözüm aranan yerlerdi. Alevi toplumu açısından cem tam bir meclis yapılanmasıdır. Halkların, inançların gelecekleriyle ilgili karar verdikleri yerler bunlar. Sovyetleri, komün deneyimlerini de örnek verebiliriz. HDK, toplumun kendi kendini yönettiği, geleceğini belirlediği, kararlarını aldığı, uyguladığı ve denetlediği mekanizmanın temel biçimi olan meclisleri örgütlenme yapısının ilkesi haline getiriyor. Diyoruz ki; meclisler aracılığıyla demokratik toplum inşa edilebilir.

Demokratik toplumun inşa edilmesi için bir devlete ihtiyaç yok. Hatta devlet demokratik bir toplum inşasının karşısında yer alan, onu bastıran mekanizmadır. Toplumlar demokrasiyi parti temsiliyetinden, parlementer temsiliyetten daha öteye taşıyarak, kendilerine ait kılarak varlıklarını sürdürebilirler. Büyüyüp gelişebilirler ve daha özgür hale gelebilirler. Masa başında oluşturulmuş bir proje değil bu. Toplumsallığın mayası zaten meclis tipi örgütlenmelere dayanıyor. Yıllar içerisinde toplum sınıflı bir hale gelince, iktidarlaşma ve devletleşme olunca bastırılıyor. Şimdi biz dünya tarihinde bastırılan bu olguyu açığa çıkarma, gerçek hale getirme, ilke haline getirme mücadelesi veriyoruz. HDK’nin meclise biçtiği rol budur.

Siyaset, politika, demokrasi devletle sınırlanamaz. Hepsi özünde toplumsal bir etkinliktir. Meclis ağlarıyla bunu yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. İnanıyoruz ki insanlar en yerel sorundan başlayarak çözüm temelinde bir araya gelebilirler, tartışabilirler; hiyerarşi, ast üst ilişkisi kurmadan ihtiyaçlarını formüle edebilirler. Devletin bunları karşılaması yönünde siyasi bir talep dile getirebilirler. Meclisler; ezilen cinslerin, sınıfların, her türlü ayrımcılıkla karşı karşıya olanların kendilerini tarif ettikleri biçimde ve çoğulculuk içinde bir arada yaşamaları demektir. HDK de bunun ağı demektir. Başarılı olduğu, ilerlediği, yaygınlaştığı ölçüde zaten toplumsal özgürleşme olacaktır. İdeolojik, cinsiyetçi, sınıfçı ayrımcılığın zemini ortadan kalkacaktır.

SORUNUN ÇÖZÜMÜNÜ HALK ÜSTLENİYOR

HDK’nin,  toplumsal olanın siyasallaşması, siyasal olanın toplumsallaşması fikrinin dayanışma ağlarıyla bağını nasıl anlatmalıyız?

Toplumsal olanla siyasal olanın gerçekte bir ayrımı yok. Toplumsal olan zaten politiktir, politik olan zaten toplumsaldır. Ayrımı koyan, dayatan; egemen sınıflar, iktidarlar, devletlerdir. Doğal olarak da siyaseti, hiç de demokratik olmayan mekanizmalarla, belirli seçilmiş kesimlerin faaliyeti gibi tanımlıyorlar. Bu aslında yönetmenin bir biçimi. Bugün demokratik, parlamenter dediğimiz sistemler gerçek anlamda kamusal çıkarlara uygun mu davranıyorlar? Hayır.

Devletin de, siyasetin de temeli toplumdur. Devlet dediğimiz toplumdan çıkıp, topluma yabancılaşmış bir yapılanmadır. Haliyle toplum ister en mikro sorunu, ister en makro sorunu tartışabilir, karar alabilir, uygulamaya geçebilir ve siyasallaştırabilir. Meclisler aracılığıyla kendi sorunlarını tartışmaya başladığında bu yapılan siyasettir. Biz buna doğrudan demokrasi diyoruz. Demokrasiyi darlaştırılmış bir uğraş olarak görmüyoruz. Aksi yabancılaşma kaynağıdır. Dayanışma ağlarında toplumsal olanın siyasallaşmasının, siyasal olanın toplumsallaşmasının bir örneğini bulmak mümkün.

Büyük bir salgınla karşı karşıya olan insanların ihtiyaçları var. Bu politik bir sorun. Topluma ait olan devlet yapısının ihtiyaçları karşılaması lazım. Sorunun çözümünü halk kendi olanaklarıyla, dayanışma ağları şeklinde üstleniyor. Siyaseti belli kişilerin, erklerin eline bırakmadan çözüm arama çabası olarak tanımlıyoruz bunu. Suni olarak ayrıştırılan toplum ve siyaseti birleştirmiş oluyoruz. En azından HDK toplam olarak bunu yapmaya çalışıyor.

 

Programımızı sosyal medya hesaplarımızdan izleyebilirsiniz.

YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=wSsf12h8y3s

Facebook: https://www.facebook.com/HalklarinDemokratikKongresi.HDK/videos/579959499281407/

Twitter: https://twitter.com/HDK_KONGRE/status/1251510817863766016