Çözüm Barışta!

 

Değerli konuklar, sevgili dostlar, mücadele arkadaşlarımız,

Halkların özgürlük, barış ve adalet mücadelemizi büyütmek, ortak geleceğimize dair güçlü bir perspektif inşa etmek için bugün bir aradayız.

Hepinizi Halkların Demokratik Kongresi adına en içten duygularımla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, yaşadığımız coğrafya, sadece bir mücadele sahnesi değil, aynı zamanda direnişin ve umudun da kalbidir. Ancak bu umudu boğmaya, halkların özgür iradesini baskı altına almaya, savaşları körükleyerek ve toplumsal dayanışmayı parçalamaya çalışan büyük bir hegemonik düzenle de karşı karşıyayız.

İki gün sürecek bu konferansımızda bizler, böylesi bir gerçeklik karşısında yıkım dayatan bu düzenin karşısında, yeni bir yaşamı, sömürüye ve baskıya boyun eğmeyen bir geleceği inşa etmenin alternatiflerini tartışacağız.

Bugün, baskı ve tahakküm yerine özgürlüğü; yıkım yerine dayanışmayı; savaş yerine halkların eşit ve onurlu bir barış içinde yaşadığı bir dünyayı nasıl kuracağımızı konuşacağız.

Halkların birlikte yazdığı geleceği hep birlikte kurmanın yol ve yöntemlerini ele alacağız.

“Barışa giden bir yol yoktur, barış yolun kendisidir” sözünden hareketle, barışa giden yolu burada iki gün boyunca kapsamlı şekilde birlikte değerlendireceğiz.  

Değerli konuklar,

Konferansımızın en kritik başlıklarından biri, Kürt halkının eşitlik, özgürlük, adalet mücadelesi ve Türkiye’nin demokratikleşme sürecidir.

Yüzyılı aşkın süredir Kürt halkı, inkârın, asimilasyonun ve baskının karanlığına karşı direniyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, isyanlardan müzakere süreçlerine, baskıdan direnişe kadar uzanan bir mücadele…

Ve bu mücadele deneyimin bizlere öğrettiği temel bir gerçek var: Kürt halkı tarihsel ve siyasal olarak tanınmadan, Türkiye’de gerçek bir demokrasi inşa edilemez.

Kürt halkı, bir asrı aşkın süredir inkar, asimilasyon ve baskı politikalarına karşı direniyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, isyanlardan müzakere süreçlerine kadar uzanan bu mücadelede, her dönemde farklı biçimlerde ama aynı kararlılıkla süren bir hakikat var: Kürt halkı, tarihsel ve siyasal olarak tanınmadan, Türkiye’de gerçek bir demokrasinin inşası mümkün değildir.

Hepimiz çok iyi biliyoruz: Kürt sorunu, sadece Kürtlerin sorunu değil; bu, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk sorunudur.

Bugün bu ülkede demokrasi, yalnızca Kürtler için değil, herkes için tehdit altında.

Sadece Kürtlere değil, bütün topluma yönelik bir baskı rejimi altında eziliyor

Kayyım politikaları, Kürt halkının iradesini gasp etmekle kalmıyor, Türkiye’de halkın demokratik temsiliyetine de hançer saplıyor. Halkın iradesine atanan kayyımlar, yalnızca Kürt halkının değil, bütün halkların yerel yönetim hakkına bir saldırıdır.

Şunu açıkça söyleyelim: Demokratik bir Türkiye istiyorsak, Kürt halkının haklı mücadelesini görmezden gelemeyiz. Baskıyla, yasaklarla, zorla yok sayılan bir halkın, buna karşı direnişi de var olacak. Kürt halkı tarih boyunca her zulme rağmen ayakta kaldı ve kalmaya da devam edecek. Ve biz biliyoruz ki, Kürt halkı özgür olmadan Türkiye halkları da özgür olamaz.

Peki, yüzyılı aşkın süredir devam eden bu sorun neden çözülmüyor ya da çözülmek istenmiyor?

Çünkü devlet, Kürt sorunu hâlâ bir güvenlik sorunu olarak görüyor. Oysa bu sorun, güvenlik politikalarıyla değil, ancak barışçıl ve demokratik yollarla çözülebilir.

Siyasetçilerin zindanlara hapsedilmesi, halkın iradesinin gasp edilmesi, haklı taleplerin şiddetle bastırılması çözüm getirmez.  

Tam tersine, bu politikalar sorunu derinleştirir, toplumsal yaraları büyütür.

Çözüm, ancak eşit yurttaşlık temelinde, halkların birlikte yaşama iradesini tanıyan, müzakere ve diyalog yoluyla gelebilir.

Bizler de burada, Kürt sorununda demokratik çözüm ve barışın yollarını tartışacağız. Geçmiş müzakere süreçlerinden hangi dersleri çıkarmalıyız? Barışın önündeki engelleri nasıl aşabiliriz? Ortak mücadele hattını nasıl kurabiliriz?

Biliyoruz ki barış, talep edenin değil, mücadele edenin kazanımıdır.

Ve bizler, bu kazanımın öncüsü olmaya kararlıyız.

Barışın erdemine inanan kıymetli konuklar,

Konferansımızın ikinci kritik başlığı ise Ortadoğu’yu kasıp kavuran savaşlar ve buna karşı çölde vaha olarak da tanımlayabileceğimiz halkların barış arayışı olacak.

Bugün coğrafyamız, emperyalist güçlerin, bölgedeki yayılmacı devletlerin ve cihatçı örgütlerin kanlı hesaplaşmalarına sahne olmuş durumda.

Bugün bölgemiz, emperyalist güçlerin, bölgedeki yayılmacı devletlerin ve cihatçı örgütlerin çekişme sahasına dönüşmüş durumda.

Suriye’de Esad rejiminin çöküşüyle birlikte, HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) öncülüğünde inşa edilmeye çalışılan yeni düzen, halklar için bir özgürlük ve demokrasi süreci değil, aksine derinleşen bir kaosun habercisi oldu.

Özellikle Aleviler, Dürziler, Hristiyanlar, Kürtler ve seküler-demokratik bir yönetim isteyen Sünniler için daha büyük bir belirsizlik ve endişe hâkim. Bu endişenin temelinde, Selefi-Cihatçı grupların etnik ve mezhepsel bölünmeleri derinleştiren politikaları, şeriat temelli yönetim anlayışı ve muhalif kimlikleri baskı altına alma girişimleri yatıyor.

Halklar barış ve güven içinde yaşamak isterken, karşılarında yeni bir zulüm düzeni buluyor.

Ortadoğu’da barışın kapısını açacak olan, halkların bu mezhepsel ayrışmayı körükleyen güçlere karşı ortak bir irade ortaya koyabilmesidir.

Ancak bu irade, ancak halkların sesi bastırılmadığında, emperyalizmin ve cihatçı zihniyetin kanlı elleri bölgemizden çekildiğinde gerçek anlamda filizlenebilir.

Özellikle Arap Alevilere yönelik saldırı ve katliamların artması, bölgede yeni bir mezhepsel şiddet dalgasının hayata geçirilmek istendiğini gösteriyor. Alevi köyleri yağmalanıyor, toplu göçlere zorlanıyor ve geçmişte Esad rejimiyle ilişkilendirilmiş olmaları nedeniyle sistematik olarak hedef alınıyorlar.

Bu saldırılar, yalnızca mezhepsel ayrımları keskinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda Suriye’de çok kültürlü ve çok inançlı bir yapının geleceğini de tehdit ediyor.

Diğer yandan Türkiye’nin askeri operasyonları, özellikle Kuzey Doğu Suriye’ye saldırıları, halklar arasındaki güveni zedeliyor ve bölgesel barışın önündeki engelleri artırıyor.

Rojava’da halkların eşitliği temelinde inşa edilen özyönetim modeli, halkların kendi geleceklerini belirleme ve bu konuda bir irade ortaya koymanın mümkün olabildiğini gösterdi.

Rojava, yalnızca Kürtlerin değil, Arapların, Türkmenlerin, Çerkeslerin, Süryanilerin, Ermenilerin ve tüm Ortadoğu halklarının ortak bir demokrasi modeli olarak, tüm dünya halklarına da umut oldu. Ve bir kadın devrimi olan Rojava deneyimi, kadınlar için, eşitlik mücadelesi için adeta bir buzkıran görevi gördü. Bu umudun ayakta kalması, bölgedeki halkların geleceği açısından kritik bir öneme sahiptir.

Bugün dünyada en güçlü barış hareketlerinin başında kadınlar geliyor. Kadınlar, sadece savaşın mağduru değil, aynı zamanda barışın en büyük taşıyıcılarıdır.

Çünkü savaş, sadece cephede yaşanmaz; kadınların bedenlerinde, yaşamlarında, evlerinde de sürer.

Ortadoğu’da kadınların barış sürecine katılımı hayati öneme sahiptir. Kürt kadın hareketi, Filistinli kadınların mücadelesi, Afganistan’da Taliban’a karşı direnen kadınlar, İran’da baskıcı rejime itiraz eden kadınlar hepimiz için büyük bir ilham kaynağıdır.

Eğer barışı toplumsallaştırmak istiyorsak, bunu kadınların eşit temsiliyeti ve söz hakkı ile yapmak zorundayız.

Rojava deneyimi, hem Kürtler hem de bölgedeki tüm halklar açısından, eşitlikçi ve özgür bir yönetim modeli olarak sahiplenilmeli ve savunulmalıdır.

İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırıma varan saldırılar ise, emperyalist ve siyonist politikaların nasıl halkların yaşamını hiçe saydığını bir kez daha gözler önüne seriyor.

Filistin halkı, tarihinin en ağır saldırılarından birine maruz kalırken, uluslararası toplumun sessizliği, adaletin ve insan haklarının aslında kimler için geçerli olduğuna dair çarpıcı bir tablo ortaya koyuyor. Ancak Filistin direnişi, işgale karşı on yıllardır süren mücadelesinin meşruiyetini bugün de koruyor. Gazze’de yaşananlar, sadece Filistin halkının değil, dünya halklarının vicdanını test eden bir gerçekliktir.

Kıymetli konuklar,

Bütün bu süreçler bize açıkça gösteriyor: Ortadoğu’da savaşların son bulması, kalıcı barışın inşası, ancak halkların kendi elleriyle kurduğu, adalet ve eşitlik temelinde yükselen demokratik yönetimlerle mümkündür. Bu sorunun yanıtı yalnızca bir tespitte değil, bir mücadelede saklıdır.

Peki, biz ne yapacağız? Halkların barışını nasıl savunacağız?

İşte bu konferans, tam da bu soruların cevabını ele almak için toplandı.

Çünkü barış, yalnızca silahların susması değildir. Barış, halkların gasp edilen haklarını geri almasıdır. Barış, geçmişin kanlı sayfalarını kapatıp hakikatle yüzleşmektir. Barış, zorla kurulan düzenlere karşı halkların iradesini savunmaktır.

Barış, demokratik bir anayasa ve halkların öz iradesini esas alan bir yönetim anlayışıdır.

Ve en önemlisi, barış bir lütuf değil, halkların en doğal hakkıdır.

Öyleyse soralım: Bize dayatılan savaş düzenine boyun mu eğeceğiz, yoksa halkların iradesini esas alan, demokratik ve eşitlikçi bir geleceği mi inşa edeceğiz?

Cevap nettir: Barışı savunmak, barışı inşa etmek.

İşte tam da bu yüzden buradayız.

Bugün, barışın imkânsız olduğu yanılgısını yıkmak zorundayız. Barış mümkündür ve onu inşa etmek bizim elimizdedir. Bu, savaş politikalarına karşı çıkarak, emperyalist müdahalelere karşı ortak mücadeleyle, ulus-devletlerin baskıcı rejimlerine karşı güçlü bir halk mücadelesiyle mümkündür. Tarih bize göstermiştir ki gerçek barış, halkların örgütlü mücadelesiyle gelir.

Kürt halkının haklarının tanınmadığı, Rojava’nın güvence altına alınmadığı, Filistin’in özgürlüğünün sağlanmadığı bir coğrafyada "barış" dediğimiz şey sadece bir yanılsama olacak kalır.

Bu nedenle, iki gün boyunca yaptığımız tartışmalar, sadece akademik veya teorik olmaktan çok daha fazlasıdır. Dile gelecek her kelime, halkların mücadelesine atılan bir çentik, eşitlik ve özgürlük yolunda bir adım olacaktır.

Bu konferans, yalnızca bildirgeler yayımlayan bir toplantı olarak kalmamalı; sokaklara taşan, barışı inşa eden, halkların bu umuduna güç veren bir adıma dönüşmelidir.

Şimdi sorumluluk bizde.

Barışın yalnızca bir temenni olarak kalması için bugüne kadar verdiğimiz mücadeleyi daha aşacak bir duruşu önümüze koyacağız.

Hep birlikte şu adımları tartışmalıyız:

Kürt sorununda demokratik barışçı çözüm için toplumsal baskıyı nasıl artırabiliriz?

Filistin halkıyla dayanışmayı uluslararası alanda nasıl güçlendirebiliriz?

Ortadoğu halkları arasında doğrudan diyalog ve iş birliğini nasıl kurabiliriz?

Kadınların, gençlerin ve işçilerin barış mücadelesindeki rolünü nasıl büyütebiliriz?

Barış, masa başında yazılan bir anlaşma değil, halkların örgütlü gücüyle kurulan bir gelecek projesidir. Bizler, bu mücadelede yalnız değiliz! Kürt halkı direniyor, Filistin halkı direniyor, Lübnan’dan Yemen’e kadar halklar direniyor. Türkiye’nin emekçileri, kadınları, gençleri, bu mücadeleye omuz veriyor.

Çünkü umut barıştadır, barış umudu yeşertir! Ve demokratik mücadele için, halklara dayatılan savaş ve yıkım düzenini aşacak bir alternatif gerekmektedir. Sayın Abdullah Öcalan tarafından ortaya konulan Ortak Vatan, Birlikte Eşit Yaşam ve Demokratik Cumhuriyet paradigması; salt Kürt halkı için değil, tüm ezilen halklar için kurtuluş umududur.

Bugün Ortadoğu’da halklar, ulus-devlet sınırları içine sıkıştırılmış, kimlikleri inkâr edilmiş ve birbirine düşman edilmiştir. Sayın Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet perspektifi, devletin bir etnik kimliğin değil, tüm halkların ortak iradesiyle demokratik bir yönetime dönüşmesi gerektiğini savunuyor.

Bu, Kürt halkının özgürlüğü kadar, Türk halkının, Arapların, Ermenilerin, Süryanilerin, Lazların ve diğer tüm halkların da eşit yurttaşlık temelinde ortak bir yaşamda var olmasını sağlayacak bir çözüm modelidir.

Çünkü eşitlikçi bir toplum modelinde deri rengi, dil, kimlik, kültür arasına fark koyan ayrımcılık yer bulamaz.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Tarih, halkların direnişini yazmaya devam ediyor. Bugün burada, bizler de bu tarihin bir parçasıyız. Haklarımız, özgürlüğümüz ve barış talebimiz için sesimizi yükseltmeye, mücadeleyi büyütmeye devam edeceğiz.

Bu duygularla, konferansın başarılı ve verimli geçmesini diliyorum. Katkı sunacak tüm konuşmacılara, düzenleyicilere ve siz değerli katılımcılara teşekkür ediyorum.

Yaşasın halkların eşitliği

Yaşasın özgürlük ve barış mücadelesi!

HDK EŞ Sözcüsü Meral Danış Beştaş

 

Eş Sözcümüzün Açılış konuşmasının ardından konferansımız ilk gününde;Kürt sorunu: 1. Yüzyıl’dan 2. Yüzyıl’a Hakikatin Direnişi, Kürt Sorununun Demokratik Çözümü ve Barış Perspektifi, Savaşın İçinde, Barışın Yolunda: Çözüm Arayışları, Deneyimler ve Modeller başlıklarının sunumları ile devam ediyor.