HDK Eşsözcüsü Çiçek: 'Toplumsal olan siyasaldır' diyerek sahaya ineceğiz
İSTANBUL - HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, "Toplumsal olan siyasaldır” anlayışıyla sahaya ineceklerini, halkları, ezilenleri, farklı mücadele gruplarını ve kolektifleri yan yana getirmenin yolunu arayacaklarını söyledi.
Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) geçtiğimiz 10 Haziran'da yapılan 11’inci Olağan Genel Kurulu’nda delegelerin oylarıyla eşsözcülüğe, Esengül Demir ve Cengiz Çiçek getirildi. Daha önce PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından olan Çiçek, 2011 yılında yapılan “KCK avukatlar” davası kapsamında tutuklandı. 2014 yılında tahliyesi sonrası siyasete adım atan Çiçek, HDP İstanbul İl Eşbaşkanlığı yaptı. Bu görevdeyken 24 Haziran 2018 seçimlerinin hemen öncesinde 3 Mayıs günü bazı parti yöneticileriyle birlikte “örgüt propagandası” iddiasıyla bir kez daha tutuklanan Çiçek, tekrarlanmasına karar verilen seçimin hemen ertesi günü, 25 Haziran’da tahliye edildi. Siyasete HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) içerisinde yer alarak devam eden Çiçek, son olarak HDK Eşsözcülüğüne seçildi.
Çiçek ile Türkiye’de giderek derinleşen iktidar krizini, Kürt sorununu, PKK Lideri Öcalan’a uygulanan tecridi, ülkedeki mevcut sorunlar ve HDK’nin bu sorunlara karşı çözüm önerilerini ve pratiklerini konuştuk.
HDK Eşsözcüsü olarak seçilmenizin üzerinden bir ay geçti. Geçen zaman içerisinde neler yaptınız?
Geçen bir aylık süreçte geçmiş dönemin aktarımlarını, HDK’ye dair güncel önceliklerinin ne olması gerektiği noktasında kimi tartışmalar yürüttük. Bu süreçte Genel Meclisimizi ve Yürütme Kurulumuzu topladık. Toplantılarımızda HDK’nin 11. Döneminin politik programını, politik mücadele hatlarını, nelerin ön plana çıkarılabileceğini ve bu noktada siyasetin toplumsallaşma sıkıntısının, toplumsal mücadeleyi örgütleme sıkıntısının ne olduğu ve nasıl aşılacağını masaya yatırdık. Yani kendi örgütsel durumumuzu ve Türkiye’deki demokrasi ve özgürlük mücadelesinin öncelikleri noktasında tartışmalarla geçen bir süreç oldu. Bu tartışmaların hepsi örgütsel büyüme ve toplumsal mücadeleyi geliştirme odaklı oldu şüphesiz.
HDK olarak yeni dönemde hedef olarak önünüze neler koydunuz, bu konuda ne tür adımlar atıp, çalışmalar yürüteceksiniz?
HDK; ‘Üçüncü Yol’ fikriyatının politik yürüyüşüdür. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşundan günümüze kadar resmi devlet paradigmasının dışarıda tuttuğu, tasfiye etmeye çalıştığı bütün tarihsel kimliklerin, farklı kimliklerin bir araya gelişinin politik birikimidir. Üçüncü Yol, tarihsel olarak kendisini daha belirgin, somut kılmak zorunda. Çünkü mevcut rejim, insanları nefes alamaz bir duruma getirdi. Bu nedenle faşizme karşı sonuç alıcı, halkların mücadelesini nasıl daha etkin kılınır tartışmasını yapmak zorundayız. Sadece bizlerin değil; demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi yürüten bütün çevrelerin bu tartışmanın ve pratik arayışın içinde olması gerekir. Sistemin bize dayattığı siyasal anlayışı da siyasetin kendisini kurma biçimini de buradan tartışmak zorundayız. O nedenle yeni dönemde temel sloganımız 'Toplumsal olan siyasaldır' olmalı.
Bu doğrultuda siyasetin toplumsallaştırılması, toplumun siyasallaştırılması perspektifiyle hareket etmek zorundayız. Toplumsal olan her şeyin siyasal bir karşılığı olduğundan hareketle halkları, ezilenleri, farklı mücadele gruplarını ve kolektifleri yan yana getirmenin yolunu arayacağız. Çünkü yan yana gelmenin gerekli olduğu bir süreçten geçiyoruz. Herkesin kendi mağduriyetinin peşinden koştuğu ama toplamda merkezileşen bir sinerjiye ve toplumsal muhalefete dönüşmediği ve hak ve özgürlükler lehine sonuç almaktan uzak bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Halkların ve faşizme karşı direnişlerinden taviz vermeyenlerin, bir bütün olarak ortak program ve ilkeler etrafında yan yana geldiği toplumsallaşma hedefi olan hamleci bir mücadele tarzı ve formu artık kaçınılmazdır. HDK önümüzdeki dönem birlik fikriyatının ve onun toplumsal mücadelesinin en temel zeminlerinden birisi olarak kendi kapasitesini arttıracak bir dinamik sürecin içinde olacaktır.
Kürtlere yönelik topyekun savaş AKP-MHP iktidarına özgü bir şey mi?
Kürt meselesine yaklaşım, sadece AKP-MHP’ye has bir durum değil. Devletin kurucu kodlarını Kürt karşıtlığı, Alevi karşıtlığı, inançlar ve halklar karşıtlığı üzerinden var ettiğini biliyoruz. O nedenle günümüzde sınırların dışına taşan, taşırılan Kürt savaşını salt AKP-MHP iktidarına özgü olarak okumamak yüzyıllık ulus devlet aklının bir ürünü olarak görmek durumundayız. AKP-MHP dönemi, mevcut savaş halinin daha da fazla derinleştirildiği ve türlü yol ve yöntemlerle yaygınlaştırıldığı özel bir dönem olarak da okunabilir. Günümüzde özel olarak da Kürt siyasetine topyekün olarak sürdürülen imha ve tasfiye operasyonlarını da Kürt siyasal dinamiğinin geldiği düzey ve Türkiye’deki adalet, barış ve demokrasi mücadelesine kattıkları üzerinden okumak öncelikli olandır. Türkiye halklarının demokrasi mücadelesiyle Kürt halkının özgürlük mücadelesinin tarihsel olarak bu kadar iç içe geçtiği, ittifaklaştığı ve faşizme karşı mücadelenin ortak kader tayin edici karakter kazandığı başka bir dönemden bahsetmek zor olsa gerek.
O nedenle mevcut Saray Rejimi şunu çok iyi bilmektedir; özgür Kürt dinamiği ve onun siyasal bilinci bu topraklarda ne düzeyde zayıflatılırsa ya da tasfiye edilirse, Türkiye ve Kürdistan halklarının faşizme karşı yürüttüğü tarihsel önemdeki mücadele de o düzeyde tasfiye olacak ya da zayıflayacaktır. AKP-MHP ittifakının Kürt halkına ve Türkiye demokrasi güçlerine yönelik saldırılarının temelinde de son yıllarda kendisini tüm eksiliklerine rağmen büyüten bu birlik ve ortak mücadele hattında yarıklar oluşturmak ve parçalamak var.
O nedenle özellikle Kürt halkının özgürlük iradesine yönelik tüm Ortadoğu coğrafyasına yayılmış ve derinleştirilmiş savaşa ve onun ekonomisine karşı çıkmak, itiraz etmek, aynı zamanda Türkiye halklarının barış, eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesini savunmak demektir. Tarihsel devlet aklı ve onun günümüzdeki temsilcilerinin ayırdında olduğu bir başka huşu da şudur: Türkiye ve Kürdistan halklarının toplumsal muhalefeti ve dinamiği tasfiye edilmezse Cumhuriyetin ikinci yüzyılı, ‘Üçüncü Yol’un yüzyılı olacak. Topyekûn saldırıların ana nedeninin bu olduğunu düşünmekteyim.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, bu konuda “Kürt sorununu çözmeyen çözülür” belirlemesinde bulunmuştu. Bu belirleme hala güncelliğini koruyor mu?
Şimdiye kadar Kürt sorununu çözemeyen, bununla tarihsel ve güncel olarak yüzleşmeyen onlarca iktidar çözüldü ve devrildi. Şimdi de AKP-MHP iktidarı çözülüyor. Bu mesele çözümsüz kaldığı sürece mevcut iktidardan sonraki iktidarları da çözecektir. Diğer yandan bu çözülme sadece iktidar partileriyle sınırlı kalmıyor; her kendini tekrar, her savaş ve darbe dinamiğinin varlığı ve dolayısıyla Kürt meselesinin çözümsüz hali, Türkiye’de doğanın talanı, kültürel çoraklık, inanç alanındaki dejenerasyon, işsizlik, yoksulluk gibi çözülme süreçlerini de derinleştiriyor. Kürt meselesinin çözümsüzlüğü siyasi, ekonomi ve iktisadi olarak Karadeniz’den Ege’ye, Akdeniz’e, Marmara’ya, Kürdistan bölgelerine kadar toplumsal bir çözülüşü de getiriyor. Bu nedenle Türkiye demokrasi güçlerinin, sınıf hareketlerinin, ekolojik mücadelelerin Kürt meselesinin demokratik çözümünü gündemlerine ve programlarına daha net ve kararlı bir şekilde almaları, içermeleri de tarihsel olarak çok belirleyici ve kıymetli olacaktır.
Diğer tarafta muhalif partilerin Kürt sorununa yaklaşımlarını ve bu soruna ilişkin çözüm önerilerini yeterli buluyor musunuz?
Tabi ki de yeterli değil. Bugün itibariyle CHP, İYİ Parti, DEVA Partisi, Gelecek Partisi vs. bütün partilerin ortak özelliği, siyaseti toplumun dışında ve üstünde kurmaları, topluma yabancılaşmaları, kendi yaşam ve mekan alışkanlıklarını bu ölçülere göre belirlemeleridir. Biz buna ‘sistem siyaseti’ diyoruz. Bir siyasal parti, halkın gündemini kendi gündemi yapamıyorsa, ona çözüm üretemiyorsa, halkın taleplerini kendi siyasal mücadele programlarına dönüştüremiyorsa buna toplumcu siyaset diyemeyiz. Ortaya somut şeyler koymanız gerekir. Örneğin Kürt halkı, ‘Sayın Öcalan irademdir’ ve ‘Kürt meselesinin çözümünde temel muhataptır’ diyor. Ancak bütün partiler bu gerçek karşısında adeta üç maymunu oynuyor. Bu ve buna benzer inkarcı yaklaşımlar nedeniyle Kürt meselesi çözümsüz olarak orta yerde duruyor.
Düşünebiliyor musunuz ana muhalefet ve ortağı, salt AKP’yi sıkıştıracağız diye ‘İmralı’dan mektup geldi. Bu mektuptan medet umdunuz’ söylemleriyle Kürt halkının vicdanında, yüreğinde onarılmaz yaralar, kırgınlıklar açmakta beis görmüyorlar. Bir toplumsal kesimden oy alma kaygısıyla gerçekleri çarpıtarak, bir başka toplumsal kesimi gözden çıkaramazsınız. Oy ve sandık üstüne kurulu siyasetin Türkiye halklarına ne düzeyde kötülükler ettiğini bu örnek çok iyi ifade ediyor. Sürekli Sayın Öcalan üzerinden manipülatif sözler kuranların, gerçekten demokratlık kaygıları varsa bir ada hapishanesinde anayasal, yasal hakların neden kullandırılmadığının üstüne gitmesi, orta yerde duran tecrit gerçeğinin kendisinin her türlü spekülasyona ve özel savaş oyunlarının zemini olduğu gerçeğini görmeleri çok mu zor! Elbette hayır. Dolayısıyla mutlak tecrit ortamında İmralı’yı bir spekülasyon ve şaibe aralığında tutmaya çalışan AKP gerçeği karşısında ve her türlü kötülüğü atfettikleri iktidara karşı ‘İmralı’da yasal hakları tanıyın’ demekten yani yasal savunuculuk yapmaktan bile geri durmuş bir muhalefet var. O yüzden bu meseleler günlük siyaset malzemesi yapılacak meseleler değil.
Kürt sorununun çözümü için sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorundasınız. O nedenle cumhuriyetin niteliğini demokratikleştirmek istiyorsak partilerin çıkarlarına göre değil, halkların ortak çıkarı ve geleceğine göre ve bu anlayışla tarihsel sorunların, tarihsel yüzleşmeyle çözülmesi gerekiyor.
Devlet-mafya-siyaset ilişkisinin yoğunca gündeme geldiği ve bu birlikteliğin görünür olduğu bir süreçten geçiliyor. Bu tabloyu nasıl okuyorsunuz?
Yaşananlar devlet gerçeğiyle yüzleşmemizi gerektiren başlıca konulardan biridir. “Devlet nedir?” sorusunu yerli yerinde tanımlamamız gerekir. Ben mafya-devlet-siyaset buluşmaları tanımını doğru bulmuyorum. Devletin kendini organize etme biçimi zaten böyle. Bugün ‘vatanseverim’ diyen partilerin uluslararası Gladio ile, uluslararası kapitalist düzenle nasıl ilişki kurduğunu, Türkiye’de darbe mekaniğinin nasıl kendisini süreklileştirdiğini biliyoruz. Siyaset ve yargı kurumlarının bu tarihsel oluşum süreçlerinden bağımsız düşünemeyiz. Kendisini ideolojik ve sınıfsal olarak karşı ideolojilere ve sınıflara bir baskı aracı olarak örgütlemiş, bunun bürokrasisini, yargısını, ahlakını bu ihtiyaca göre örgütlemiş bir savaş, darbe ve kötülük düzeneğinden bahsediyoruz.
Tarif ettiğiniz “kötülük düzenine” karşı nasıl mücadele edilmeli?
“Taleplerimizi yerine getirin, adil yargılama bekliyoruz, beklentileri karşılayın”dan ziyade -bu da bir mücadele zemini olmakla birlikte gelinen aşamada oldukça naif kalıyor- halkların, toplulukların farklı grupların kendisini toplumsal alanda örgütlemesi, kendisini bir politik güç haline getirmesi, baskı unsuru haline getirmesi gerekiyor. Hayatlarımızı özgürleştireceksek, ilişkilerimizi adil kılacaksak, kitlelerin kendisini özne kıldığı bir mücadele biçimiyle yapacağız bunu. Yoksa bu kadar çok kandan beslenen partiler, mekanizmalar bunu elbette sağlamayacak.
İşte görüyorsunuz bir yandan ‘porsiyonu küçültün’ diyor ama öbür taraftan utanmadan milyon dolarlık yazlıklar, saraylar inşa ediyorlar. Gerçekten aklımızla dalga geçiyorlar, gelinen aşama artık halkın aklıyla, izanıyla dalga geçme halidir, aşağılama dönemidir. Bir siyasal pornografi almış başını gidiyor. Her şey o kadar çıplak yaşanıyor ki! Zenginlik çıplak yaşanıyor, katliam çıplak yaşanıyor, fakirlik çıplak yaşanıyor. Her şeyi gözümüze o kadar sokuyorlar ki artık son nokta onurumuz ve irademiz kaldı. Teslim alınmak istenen artık onurumuz. Bunu da teslim ettik mi gerçekten de hepimize geçmiş olsun. Bu yönüyle de yaşadığımız süreç bizim için final niteliğinde. Toplumsal onur düşmeye görsün, kaldırmak çok ama çok zor ve yıllar alacak bir iş. O nedenle toplumsal, özgürlük ve demokratik yaşam onurunu ayakta tutmak ve teslim etmemek zorundayız. Her şeyin tüm çıplaklığıyla toplumun gözünün içine sokulmasıyla ‘Alışacaksınız, sizi alıştıracağız, alışın’ diyorlar. Biz bu alışma halinin tehlikesine de işaret etmek zorundayız.
Toplum nezdinde yaşananlar karşısında bir öncülük sorunu olduğu, bu nedenle mevcut durumun ağırlaşarak devam ettiği sıklıkla dile getiriliyor. Siz bu belirlemeye katılıyor musunuz?
Burada belki öncülük sorununun kendisini, ne olup olmadığını da tartışabiliriz. Kim, kime öncülük edecek? Mesela bu konuda Zapatistalar iyi bir örnek. Zapatista hareketi ilk köylülerle buluştuğunda bir çok şeyi onlardan öğrendiklerini ifade ediyorlar. Dillerini öğreniyorlar, toprakla haşır neşir olmayı, arazi şartlarına uyum sağlamayı öğreniyorlar. Komutan Marcos (Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu sözcüsü Subcomandante Marcos); “Ben ilk köye gittiğimde yürüyemiyordum. Kırlarda yürümeyi bilmiyordum” diyor. Şehirden gelmiş kıra bile uyum sağlayamayacak kadar acemi. Komutan Marcos, o haliyle nasıl öncülük yapsın? Daha arazide yürümesini bilmeyen, beceremeyen tam anlamıyla öncülük yapabilir mi? Elbette hayır. En son komutan Marcos; “Biz köylülerle ne zamanki hayatlarımızı buluşturduk, iç içe geçirdik, nasıl bir bütün olmayı başardık, ondan sonra politik kararlarımızı, isyan kararlarımızı birlikte verdik. Yürüyüşümüzü birlikte başlattık” diyor.
Bu örnek öncülük meselesine ışık tuttuğu gibi hayatın içinden kurulmayan, ortaklaştırılmayan, karşılıklı deneyimlerden beslenmeyen toplumsal iddialı hiçbir siyasal oluşumun ya da anlayışın başarılı olamayacağını ya da kendisini kalıcı kılamadığının göstergesi. O nedenle kimi ezberlerimizin, toplum dışına çıkmış hallerimizin, halkla kurduğumuz ilişki biçiminin, siyaseti ve örgütleri hangi esaslara, önceliklere göre kurduğumuzun bizlere ne düzeyde kaybettirdikleriyle yüzleşmek zorundayız. Zayıflıklarımızı, sadece iktidar baskısıyla değil, kendi yetmezliklerimizle de açıklamak, mücadelemizin ortaya koyduğu hedefler bağlamında kaçınılmaz görünüyor. Çıkışın ve zaferin yegane yolu, siyasetin toplumsallaştırılması, toplumun siyasallaştırılmasıdır. Rutin günler etkinliğinde de katliam karşısında da aynı mücadele yöntemleriyle (örneğin basın açıklaması gibi) cevap olmaya çalışıyorsak, toplumsal örgütlüğü büyütme hedefini ve emeğini canlı tutamıyorsak, yol ve yöntemlerde yaratıcı kılamıyorsak kendimizi, orada bir sorun var demektir.
O halde bu eksikliği giderip, siyasetin toplumsallaşması için neler yapılmalı?
Elimizde hazır formüller ve sihirli değnekler yok. Israr, ısrar, ısrar; arayış, arayış, arayış… Dert etme, disiplinli ve hamleci bir tarz başarı için kaçınılmaz değerlerimiz. İktidar ortakları bütün olanaklarına rağmen bizleri tasfiye etmek için her gün bir yöntem geliştiriyor. Karşısında bu kadar olanaksızlıklar içerisinde olan bizlerin daha yeni yöntemler ve yeni yollar araması, bunda ısrar etmesi ise daha fazla dayatıyor kendisini. “Faşizme karşı diz çökmeyeceğiz” demekle faşizm gitmiyor. Sadece seçim dönemlerinde geliştirdiğimiz taktiklerle de gitmediğini tecrübe ettik. Nasıl bir kadro politikası, yönetimler; nasıl bir toplumsallık; hayatın örgütlenmesinden neyi anlıyoruz; mekanlara sıkışmışlığımızı nasıl aşacağız gibi soruları çoğaltarak ve sağlıklı cevaplar üreterek yürümekten başka çıkar yol görünmüyor. Halkın mücadelede özne olacağı, yerel öncülükler, yerel liderlikler başta olmak üzere siyasetin bir meslek olmadığı, politikanın belli insanların profesyonel yaşamı olmadığı, belirli şahıslara zimmetlenmediği ve doğrudan hayatın, hayatlarımızın kendisiyle ilgili olduğunu idrak ettiğimiz oranda engellerimizi aşacağımıza inanıyoruz. Bu çözüm ve başarı aklı HDK’nin tarihsel mücadele deneyiminde ve bilincinde saklı zaten.
HDK önümüzdeki süreçte bu konuda nasıl sorumluluk üstlenip, hangi adımları atacak?
Sadece Türkiye değil, tüm dünyada kapitalist sistem S.O.S (Alarm) veriyor. Gerçekten gök kubbenin altında muazzam bir kaos var ve biz dünyayı değiştirmek isteyenler için vaziyet harika. Türkiye’de de demokratik değişim, dönüşüm için tarihsel fırsatlar var önümüzde. Bir bütünen baktığımızda toplum kaynıyor. Bir birikim var. Bu birikimi iyi okumamız gerekiyor. HDK olarak tartıştığımız temel konulardan biri de budur. HDK olarak gerek emek, gerek ekoloji, gerek halkların özgürlük mücadelesinde, gerek Alevilerin inanç mücadelesinde kısacası bütün mücadele alanlarında yan yana, omuz omuza, ortaklıklarımızın en mütevazi ama en kararlı emekçilerinden olacağız. HDK’liliği isminden önce bir fikriyat olarak büyütme azmimiz var. Çünkü bu fikriyat bu toprakların can suyudur. Bu fikriyatın olduğu her yerde inanıyoruz ki birlik var, bu fikriyatın nefes aldığı her yerde çokluk var.
Yine toplumsal mücadelemizi her açıdan gençleştirmemiz, dinamik ve akışkan hale getirmemiz de zorunluluklarımızdan birisi. Toplumsal gençlik muhalefetine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Eğer bugün gençlik kendisini siyasal kurumlarımızın içinde ifade edemiyorsa, etme gereği duymuyorsa, toplumsal mücadelemizde öncülük rolünü oynayamıyorsa bunun üzerinde ciddiyetle durmalıyız. Yeni dönemde bir toplumsal gençlik muhalefetine ihtiyaç var. Bakın toplumsal mücadele dinamiğinin en canlı olduğu her yerde gençleri görüyoruz ama HDK, HDP, sosyalist hareketlerin yönetim kademelerinde gençliği aynı oranda görmüyoruz. O zaman yeni dönemde bunu da tartışacağız. Temel tartışma konularımızdan biri bu olacak.
İktidar baskısının özellikle gençler üzerinde bu kadar yoğun uygulandığı bu süreçte bunu başaracağınıza inancınız var mı?
İşimiz bir taraftan zor bir taraftan da kolay. Büyük eleştiri hareketleri, büyük özeleştiri hareketlerinden doğar. Biz bir eleştiri hareketiyiz. Eleştirilerimiz hep canlı olacak. Kurulu her düzene, iktidarcı, devletçi her sisteme eleştirel olacağız. Ama tarihsel mücadele deneyimlerimiz bize şunu da söylüyor. Bir eleştiri hareketi, bir özeleştiri hareketi olarak inşacı bir akla bürünmediği sürece sadece muhalefette kalıyor. HDK bir itirazdır, karşı koyuştur, bir eleştiridir; aynı zamanda HDK özeleştirinin kendisidir. Eleştiri hareketi olarak demokratik direnişçiyiz; özeleştiri hareketi olarak da demokratik inşacıyız. Demokratik direnişi ve demokratik inşacılığı yan yana getirecek yeteneği ve cesareti gösterebilirsek önümüz açıktır.
MA / Ferhat Çelik