AKP ve Erdoğan, yaşayanların da ölü bedenlerin de insan haklarını çiğniyor

10.12.2015

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabulünün 67. Yılında Türkiye’de, geçtiğimiz 30 yıl boyunca verilen mücadelelerle elde edilmiş olan insan hakları ve hukuk devleti kazanımları AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın saldırıları altında. Çözüm ve Müzakere sürecinin 30 Ekim 2014 MGK toplantısında alınan savaş kararı uyarınca Erdoğan’ın talimatıyla çökertilmesi ve 7 Haziran seçimlerinin ardından başlatılan darbeyle Türkiye, yurttaşların özgürlükleri ve yaşam haklarının özel harekât birliklerinin keyif ve insafına bırakıldığı, temel hakların tümünün her gün sistematik olarak çiğnendiği bir diktatörlüğe doğru dolu dizgin yol almaya başladı. Savaş ve insan hakları ihlallerinin hedefindeki Kürt halkı 7 Haziran’dan bu yana 160’tan fazla sivili “iç güvenlik” operasyonlarına kurban verdi. Nusaybin, Cizre, Silvan, Derik, Sur başta olmak üzere Kürdistan’ın birçok ilçesinin ağır silahlarla kuşatıldığı, ibadethanelerin dahi hedef alındığı bir yıkım altında, her evin bir cezaevine dönüştürüldüğü günlerden geçiyoruz.

Türkiye 67 yıl önce bugün 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan oturumunda İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni imza altına alarak yalnızca demokratik anayasalarla tanınan temel, medeni ve siyasi hakları değil, ekonomik, toplumsal, kültürel hakları da halklarımız için güvencesi altına almayı taahhüt etmişti. Yaşama, özgürlük ve kişi güvenliği gibi haklarla birlikte, keyfi tutuklama, hapis ve sürgünden korunma, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak yargılanma hakkı ile düşünce, vicdan, din, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin yanı sıra sosyal güvenlik, çalışma, eğitim, toplumun kültürel yaşamına katılma haklarıyla bilimsel ilerlemenin ürünlerinden yararlanması gibi haklar da bu bildiriyle birlikte, Anayasal norm haline geldi.  

Ne yazık ki Türkiye, halklarına ve dünyaya verdiği sözleri 67 yıldır inkâr ediyor. Yaşam hakkı ağır tehdit altında: Sadece Suruç ve Ankara Barış Mitingi katliamlarıyla Temmuz’dan bu yana saldırılarda hayatını kaybeden sivillerin sayısı 130’un üzerinde. İnsan hakları savunucuları kameraların gözü önünde ensesinden kurşunlanarak öldürülüyor. Yaşayanlar kadar ölüler de bu şiddetin hedefinde. İsyan ettikleri gerekçesiyle öldürülenler polis araçlarına bağlanarak sürükleniyor, kadınların ölü bedenleri çırılçıplak soyularak meydanlara atılıyor, anneler öldürülen çocuklarını gömme hakkından bile mahrum, buzluktaki ölüleriyle aynı evde günlerce mahsur tutuluyor.

Halkın haber alma hakkı adına gerçeğin peşine düşen gazeteciler tutuklanıyor. AKP propagandası dışında her tür muhalif yayın cezalandırılıyor, kovuşturmaya uğruyor. 30’a yakın gazeteci halen tutuklu, 2015’te erişime engellenen internet sitesi sayısı 100 binin üzerinde. Onlarca öğrenci Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu gerekçe gösterilerek gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.

Cezaevlerinde bulunan 10 bini aşkın siyasi tutsak “rehine” muamelesi görüyor. Savaşın şiddeti arttıkça mahpusların üzerindeki baskı ve şiddet artırılıyor. 300’ü ağır olmak üzere 750’nin üzerinde hasta mahpus tedavileri için infazlarına ara verilmediğinden cezaevlerinde ağır ağır öldürülüyor. Çocuklar, cezaevlerinde taciz, tecavüz ve kötü muamele altında tutulurken hiçbir köklü ve kalıcı önlem alınmıyor.

Çalışma haklarına ilişkin onlarca BM sözleşmesi ve İLO kararına karşın esnek üretim, güvencesiz çalışma, taşeronlaştırma ve performans dayatmalarıyla çalışma koşulları acımasızca ağırlaşmaya devam ediyor. Sağlık ve iş güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilmemesinin yol açtığı iş cinayetleri ve meslek hastalıkları işçilerin sağlıklı yaşam haklarını ellerinden alıyor. Sadece 2015’te iş cinayetlerinde en az 1317 işçi hayatını kaybetti.

Kadınlara yönelik şiddet ve kadın haklarına dair sözleşmeler rafta dururken kadınlar AKP iktidarlarında dizginlenemez bir erkek şiddetinin kurbanı olmaya devam ediyor. Yalnızca 2015’te 280’den fazla kadın erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirdi, 130’dan fazla kadın ise taciz ve tecavüz mağduru oldu.

Tüm bu acı ve kıyımları giderecek bir “onarıcı adalet” ise Türkiye’ye asırlarca uzak görünüyor. İnsan hakları ihlallerinin suçlularını cezalandıracak, mağdurları destekleyecek bir insan hakları politikası yerine mağdurlar “düşman ceza hukuku”nun nesnesi kılınırken failler cezasızlık güvencesi altında daha fütursuzca ihlalleri sürdürüyor. Bu arada Türkiye İnsan Hakları Kurumu, bütün bu ihlaller karşısında yurttaşlarının birbiri ardına kıyılmasını bir sfenks gibi sessizce izliyor.

HDK, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde, bütün ihlallerin kaynağı olan savaş ve darbe sürecinin sonlandırılmasını en önemli sorumluluğu olarak görüyor. Hükümeti Sayın Öcalan’a aylardır uygulanan tecridi kaldırarak bir an önce Öcalanla barış ve müzakere görüşmelerini yeniden başlatmaya; Kürdistan’da kentlere yönelik kuşatma ve katliamlara son vermeye; sivillere yönelik yaşam hakkı ihlallerinin sorumlularını ortaya çıkartarak ağır cezalara çarptırılmalarını sağlamaya çağırıyoruz.

Halklarımızı, hem içeride hem de sınırlar ötesindeki savaşlara ve savaş hazırlıklarına karşı uyanıklığa; ne şekilde olursa olsun insan hakları ihlallerine karşı ses vermeye davet ediyoruz. Bugün halklarımızla ve bütün hak savunucularıyla birlikte bir kez daha anımsıyoruz ki, insanlık tarihine tiranlıklara karşı başkaldırı bayrağına yazılarak giren “insan hakları”nın en yükseği bugün de zulme ve zorbalığa karşı meşru direnme hakkı olmaya devam ediyor. 

Sebahat Tuncel & Ertuğrul Kürkçü

Halkların Demokratik Kongresi

Eşsözcüleri

10.12.2015