13. Dönem Genel kurul Sonuç Bildirgesi: Umutla, Direnişle, Hep Birlikte Özgürlüğe!

 

 

Dünya sermayesinin yaşadığı ilksel birikim krizi hem kendi aralarındaki rekabeti kızıştırmış hem de sınıf savaşının son on yılların en sert zeminde yürümesini beraberinde getirmiştir. 3. Paylaşım Savaşı tespitlerinin yapıldığı bugünlerde dünya sermayesi, hammadde kaynaklarına ulaşmak ve bu kaynakları sömürgeleştirmek için yarışırken İsrail, savaşı yaymak için Ortadoğu’da özel görev üstlenmiş görünmektedir.  Filistin halkına karşı yürütülen katliamcı devlet terörü, adım adım tüm bölgeye yayılırken Türkiye devleti ise hem İsrail ile ekonomik ilişkilerini sürdürmekte hem de Rojava’da yükselen halkların birlikteliğine İsrail devletiyle benzer yöntemleri kullanarak müdahale etmektedir.  

Emperyalistler arası bu yarışın yarattığı katliamlar, açlık ve geleceksizlik, halkları yerinden etmekte, dünya ölçeğinde bir göç dalgası peyderpey devam etmektedir. Sermayenin yaşadığı krizin üzerine eklenen göç dalgası, emperyalist ülkelerde yaşayan işçi sınıfı ve yerel halklar açısından ekonomik, siyasi ve kültürel birer tehdit olarak algılandığından ve dünya ölçeğinde bu algının karşısında konumlanmış yerel sosyalist, demokratik, sendikal örgütlenmeler birer güç olarak yerini alamadığından, başta Avrupa kıtası olmak üzere pek çok ülkede muhafazakârlar, sağ politikacılar hatta faşist eğilimli partiler yaşam alanı bulmaktadırlar. Dünyayı egemenliği altına alan sağ yönelim ve faşist partilere meylediş, aynı zamanda emperyalizmin birincil özneleri de diyebileceğimiz bu devletlerin ikiyüzlü politikalarının ürünüdür.

Dünya sermayesinin ve dolayısıyla Türkiye sermayesinin içinde bulunduğu hammadde krizine çözüm arayışları olarak da değerlendirilebilecek bu politikalar, önünde gerçek bir karşı duruş olmaksızın pervasızca sürdürülmektedir. Gerçek bir karşı duruşun enternasyonal anlamda da Türkiye özelinde de olmayışı, başta dünya işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenleri ve halkları, büyük bir kırımla karşı karşıya bırakmaktadır. Sağ politikaların gerek göçmenler karşısında gerek kadınlar, halklar ve lgbtiq’lar karşısında aldıkları politik pozisyon aynıdır, at başı gitmektedir. Kitleleri kendi emperyalist-sermaye yanlısı politikalarına entegre etmek için yarattıkları sahte düşmanlara karşı kışkırtılan sağ-muhafazakâr-faşist eğilimli politik hat esas mücadele eksenimizdir. Teorik ve örgütsel sorunlarımızı aşarak devrimci hattı inşa etmek hâlâ can alıcı önemdeki görev olarak karşımızda durmaktadır. Halkların Demokratik Kongresi’nin yaşadıkları da kendi özgün sorunlarının yanında bu görevin kolektif gerçekleştirilemeyişinden bağımsız değildir.

Kendi aralarındaki iktidar oyununda göçmenleri araçsallaştıranların dünya ölçeğinde sermaye arası rekabetten bağımsız olmadığını bilmekteyiz. Keza Türkiye devletinin Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Kuzey ve Doğu Suriye topraklarındaki sömürgeci işgal ve iş birliği içinde olduğu gruplarla temasları emperyalist oyunda pozisyon alma ve Kürt halkının tarihsel topraklarından yeniden ve yeniden nemalanma girişimleri olarak karşımızda durmaktadır.

Son günlerde Kürt meselesi üzerinden sürdürülen tartışmalar tam da bununla ilgilidir. Normalleşme adı altında Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atamak, iç barış diyerek Kürt halkının politik ve kültürel değerlerine hakaret etmek iktidarın yalnızca ve yalnızca kendi normali ve kendi barışıdır. Kürt halkının iradesini gasp etme girişiminin püskürtüldüğü Van direnişiyle, iktidarın benzer olasılıklarının önünün kesildiğini söyleyebiliriz. Yeniden buna cüret edecek olan iktidar bilmelidir ki Kürt halkı iradesine sahip çıkacak, tarihsel ve örgütsel direniş pratiğiyle kazanılmış belediyelerinin gasp edilmesine sessiz kalmayacaktır.

Halkların eşit, adil ve onurlu barışını sağlamak için barışın toplumsallaşması mücadelesi kritik önemdedir ve tam da bu açıdan zaman HDK zamanıdır. İmralı işkence sisteminin derinleşmesi, tecridin mutlaklaştırılması ancak halkların birleşik mücadelesiyle kırılacaktır. Bu yönelim, devlet eliyle bugüne değin inşa edilmiş halklar arasındaki tecridin kırılması anlamına da gelecektir. Sayın Abdullah Öcalan onurlu barışın inşası konusunda üzerine düşen görevi yerine getireceğini, toplumun her kesiminin dahil edileceği bir sürecin işletilmesiyle onlarca yıla dayanan savaş pratiğine halklar lehine son verileceğini bizlere iletmiştir.

Türkiye ve Kürdistan halklarının büyük çoğunluğu yoksullukla mücadele etmektedir. Sendikasızlık ve güvencesizliğin norm olarak dayatıldığı, asgari ücretin sefalet sınırında tutulduğu, tüm vergi yükünün işçi sınıfına ve emekçilere yüklendiği böylesi bir dönemde tüm emek ve demokrasi güçlerinin ortak mücadele etmesi yönünde zemin arayışı da devam etmektedir. Bu anlamıyla toplumun siyasallaşması elzemdir. Siyasetin temsiliyet düzeyine sıkıştırılmak istendiği süreci bozmak, siyasetin toplumsallaşması mücadelesi bizleri beklemektedir.

Ülke dışında yeni Osmanlıcı fanteziler ve soykırımcı araçlarla sürdürülen işgal ve yayılmacılık, ülke içinde sınıf ve ezilenler karşıtı politikalar gençleri geleceksizlik, umutsuzluk, yozlaşma kıskacıyla ele geçirmeye çalışmaktadır. Tekçi zihniyet Alevileri, tüm farklı inançları yok sayarken kadın katliamlarının, çocuk istismarının erkek devlet yapısı ile önlenemeyeceğini de bilmekteyiz. Türk, Sünni, heteroseksist erkek devlet yapısı başta Türkiye sermaye sahipleri olmak üzere dünya sermayesi lehine yürüttüğü politikalarla ülkeyi uyuşturucu, organ, silah, çocuk ticaretinin, dünya mafyasının konuşlandığı bir merkez haline getirmiştir.

Dağlar, ormanlar, dereler, denizler satılığa çıkarılmıştır. Bugünkü iktidar dünya sermayesiyle el ele doğayı talan etmektedir. Aynı şekilde eğitimde yaratılan büyük eşitsizlik bakanlık eliyle çocuk işçiliğinin meşrulaştırıldığı bir zemine işaret etmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı altında oldubittiyle yürürlüğe giren yeni sistem, öncesinde var olan tarikatlar iş birliğine ırkçılığın ve siyasal İslamcılığın bir başka dönemeci olarak adını yazdırmıştır.

Bir kez daha tek tek ya da toplamda yaşadığımız ideolojik, politik ve örgütsel krizlerin aşılmasının yegâne yolunun Kongre paradigmasında buluşmak olduğu ispatlanmıştır. Şimdi sıra bu krizi çıkışa, potansiyeli eyleme dönüştürmektedir. Tarih, bize tarihi kendimizle sınırlandırmayı, başlatmayı değil biriktirdiklerimizi bir bilgenin ustalığıyla ve bir gencin dinamizmiyle harekete geçirmeyi zorunlu kılıyor. İddiamız bakidir: Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin yılmaz emekçileri, örücüleri ve yoldaşları olmaktır. Çağrımız da açıktır, ortak mücadele zaruridir. Birlikte mücadelenin adresi olan HDK, bu azılı iktidar karşısında tüm mücadele güçlerine sesleniyor: Gezi’nin ve Kobanê’nin çocukları, birleşin!

Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!

 

3 Kasım 2024- İstanbul