13. dönem 2. Genel Meclis Sonuç Bildirgesi

Uluslararası kapitalist-emperyalist sistem, küresel, bölgesel ve ulusal düzeylerde giderek derinleşen krizler yaşamaktadır. Bu durum, hem sermaye arasındaki fay hatlarını derinleştiriyor, hem de sınıf savaşının keskinleşmesini olanaklı kılıyor.  “Üçüncü Paylaşım Savaşı” her ne kadar bugüne kadar vekalet savaşları biçiminde cereyan etse de artık doğrudan savaş biçimini alma potansiyelini daha da arttırmış bulunuyor. Sermaye sınıfının hammadde kaynaklarına ulaşmak, bu kaynakları sömürgeleştirmek ve kendisine yeni hegemonya alanları oluşturmak için yürüttüğü çatışmalarının en sert geçtiği coğrafya da uzun zamandır tartışmazsız Ortadoğu olmaktadır. 

Emperyalist güçler, İsrail ve Türkiye eliyle bölgeyi yeniden dizayn etmek konusunda epeyce mesafe katetmiş, Filistin halkına karşı yürütülen soykırımcı devlet terörü, tüm bölgeyi etkisi altına almıştır. Diğer taraftan Suriye’de 13 yıl süren savaşın ardından Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte iktidara gelen HTŞ ile birlikte bölgede yeni bir kriz odağı oluşturulmuş ve bu durum, bölge halkları açısından yeni riskler doğurmuştur. HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani’nin daha önce yaptığı ve Suriye’de Nusayri, Hristiyan ve diğer halklara yer bulunmadığını net bir şekilde ifade ettiği açıklamalar, o bölgede yaşayan tüm halklar ve inançlar için büyük bir endişe ve kaygıya sebep olmaktadır.

Özelde Suriye halkları genelde de bölge halkları için yeni katliam, sürgün geleceksizlik gibi insani dramlar ve politik riskler kapıda beklemekte, Suriye’deki Alevilere yönelik saldırılar, yaşanan can kayıpları daha şimdiden halklar ve inançların başına gelebileceklerin habercisi olmaktadır.

Suriye ve Ortadoğu halklarının umudu niteliğindeki Rojava devrimi ise Türkiye ve onun desteklediği SMO ve HTŞ’nin tehdidi altında yeni yaşam mücadelesini sürdürmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nde yaşayan Kürtler ve diğer halklar, SMO çetelerinin saldırıları ve bombardımanları sonucunda büyük kayıplar yaşamaktadır. Bölgede, sivil halka yönelik katliamlar gerçekleştirilmektedir. Rojava devrimi her şeyden önce bir kadın devrimidir. İŞİD vahşetinin büyük bedeller ödenerek tarihe gömülmesinin adıdır. Bölge halklarının emperyalistler eliyle kışkırtılan din ve milliyet savaşlarının ötesinde eşitlik içinde kardeşçe yaşamasının güvencesidir.

Tüm bunlar yaşanırken AKP-MHP iktidarı, insanlığın büyük bölümü için olduğu gibi Türkiye için de açlık ve ekolojik felaket riskleri doğuran savaştan uluslararası manevra alanını genişletmek için yararlanmayı ummaktadır. AKP İktidarı toplumsal desteğini kaybetmekte, gerçekleştirdiği hak gaspı uygulamalarını yaşadığı krizden çıkışın bir yöntemi olarak kullanmaya devam etmektedir. Akdeniz belediyesine hukuksuz bir biçimde kayyım atanarak eş başkanların ve belediye meclis üyelerinin gizli tanık ifadeleriyle tutuklanması iktidarın halkın iradesine karşı olan tutumunu bir kez daha ispatlamaktadır. Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü durumu giderek daha vahim hale gelmektedir. Özgür basın emekçileri, katledilmekte, mesleklerini yaptıkları gerekçelerle tutuklanmaktadır. Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, hakikati yazdıkları için kısa süre önce SİHA saldırılarıyla katledilmiş cenazelerinin getirilmesine dahi izin verilmememiştir. 

AKP-MHP İktidarı içinde bulunduğu derin ekonomik buhranın faturasını halklara, işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere ve kent yoksullarına ödetmeye devam etmektedir. Asgari ücret, kamu emekçileri ve emekliler için açıkladığı zam oranları yığınları açlıkla ve derin yoksullukla yüz yüze bırakmaktadır. İktidar halk düşmanı bütçeler oluşturmakta; en temel haklar olan sağlık, eğitim gibi alanlarda harcanacak paraları savaş bütçesine aktarmaktadır. Bu da yetmezmiş gibi en ufak bir hak arayışına dahi saldırmakta, toplumsal muhalefeti yarattığı korku iklimiyle sindirmeye çalışmakta, grevleri yasaklamakta ve işçi direnişlerine karşı saldırgan tutum sergilemektedir. Öte yandan derin yoksulluk ve örgütsüzlükle yüz yüze bırakılan, düşük ücretlerle çalıştırılan ve örgütsüz bırakılmak istenen işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların ve kent yoksullarının mücadelesi ise giderek ivme kazanmaktadır.

21. yüzyılda erkek egemen iktidarlara en güçlü itirazlar enternasyonelleşen kadın mücadelelerinden gelmiştir. Türkiye’de de en güçlü muhalif gücü oluşturan kadınlar, erkek egemen devletin baskı ve şiddet politikalarıyla karşılaşmıştır.  Toplumsal hayata yaptıkları düzenlemelerle hakları ve hayatları ellerinden alınmaya çalışılmıştır. Son olarak Cumhurbaşkanlığı’nın aile yapısının korunması ve nüfus artışını teşvik kararnamesiyle amaçlanan, kadın doğurganlığı üzerinden kadın bedeninin denetim altına alınmasıdır.   Nüfus Politikaları ve Aile Enstitüsü adı verilen bu kararname, kadınları "anne" ve "eş" rolleriyle toplumsal hayattan uzaklaştırırken erken yaşta evliliği de teşvik etmekte, meşrulaştırmaktadır. 2025 yılı Aile Yılı ilan edilirken LGBTİ+ lar yine aileye tehdit olarak işaret edilmiş, hedef gösterilmişlerdir.  Bu saldırılara karşı milyonlarca kadın, uluslararası kazanımları olan İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmeyip kurtuluş mücadelelerini sürdürmektedir. 

Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimi tarikatların ve ülkü ocaklarının insafına terkederek ve kurumları ödeneksiz bırakarak, çocukları, gençleri bilimsel ve demokratik saiklerden uzak, çağın gerisinde fiziki koşullarda bir eğitime mahkûm kılmaktadır.

Tüm bu yaşananlar da göstermektedir ki Türkiye halkları için demokrasi ve barışın toplumsallaşması mücadelesi kritik önemdedir. Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan ve Dem Parti heyetinin İmralı ziyaretiyle devam eden süreçle birlikte Sayın Abdullah Öcalan’ın koşulların oluşması durumunda Kürt meselesinin adil, eşit ve toplumsal çözümü konusunda üzerine düşen görevi yerine getireceğini; toplumun her kesiminin dahil edileceği bir sürecin işletilmesiyle meseleyi savaş ve çatışma zemininden çıkarıp hukuki ve siyasi zemine çekeceğini ifade etmesi ve bu minvalde kaleme aldığı yedi maddelik açıklaması kritik önemdedir.

Başta Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü olmak üzere diğer bütün mücadele alanlarında siyasetin toplumsallaşması mücadelesi bizleri beklemektedir. Bölgemiz ve ülkemiz çoklu kriz ile karşı karşıyadır. Her gelen yeni gün, halklar için hem yeni saldırılar, hak gaspları ve zorlu varoluş koşulları hem de yeni mücadele olanakları sunmaktadır.

Halkların Demokratik Kongresi olarak, yeni mücadele yılının olanaklarını kazanıma dönüştürmek ve toplumsal barışın sağlanmasına dönük siyasetin üretilmesi ve bütün olumsuz engellere rağmen toplumsal barışın hayata geçirilmesini sağlayacak pratik politik adımların atılmasından bir an olsun geri durmayacağız. Çünkü biliyoruz ki; toplumda demokratik dönüşümün olmazsa olmaz ön koşulu, Kürt meselesinde toplumsal barışın sağlanmasıdır. Toplumsal barışın sağlanması ve açığa çıkan yeni mücadele olanaklarının ezilenler lehine en etkin biçimde değerlendirilmesi, güçlü, atak ve kapsayıcı örgütlü mücadeleyle mümkündür. Yeni yaşama giden yolda Kongre paradigmasının birleştirici gücüyle ortak mücadele kanallarını geliştirerek Türkiye halklarının ortak kurtuluş mücadelesinin köşe taşlarının örülmesinin emekçileri olacağız. HDK, tüm mücadele güçleriyle yol yürümeye, emekçi ve ezilen halklarımızın toplumsal barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesiyle yoldaşlık yapmaya namzettir. Zaman HDK zamanıdır.

2025’ i barışın ve mücadelenin yılı yapacağız!

Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!

12 Ocak 2025- İstanbul