3. Paylaşım Savaşı olarak da ifade edilen süreç hızla ilerliyor. Dünya sermayesinin yaşadığı enerji krizi, enerji kaynaklarına ulaşmak için savaş sahasının genişlemesini beraberinde getiriyor.
Rusya’ya yönelik kuşatma Ukrayna sahasında devam ederken terörist saldırılarına her geçen gün yenilerini ekleyen İsrail Filistinliler’e dönük soykırım uygulamalarını aralıksız yürütüyor. Azerbaycan-Ermenistan arasındaki gerilim, İsrail’in Lübnan saldırıları ve Suriye’ye yönelik tehditleriyle Ortadoğu, emperyalistler arası rekabetin merkezi olmayı sürdürüyor.
İran’ın savaş sahasına adıyla çekilmeye çalışıldığı paylaşım süreci Türkiye devletinin başta Rojava olmak üzere işgal ve saldırı politikalarına alan açıyor. Rojava Kürdistanı’nda sivilleri katletmekten geri durmayan Türkiye devleti iç politikaya her türlü hukuk dışı uygulamayla müdahale ediyor. Kürt belediyelerine atanan sömürgeci zihniyetin ürünü kayyımlar karşısında halk direnirken DEM Parti yöneticileri, üyeleri gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Kayyım politikalarının süreceği birinci ağızlardan ifade ediliyor.
İktidarın örgütlü Kürt siyasetine dönük hukuk dışı bu saldırılarının yanında samimiyetten uzak, Kürt halkını ve onun temsilcilerini birbirine karşı konumlandıran, hukuki alt yapısı olmayan “çözüm” söylemleri, Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın mutlak tecrit altında olduğu gerçeğiyle örtüşmüyor. Sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı çözüme katkı sunacağı çağrısı, Kürt sorununda demokratik çözüm yolunun ortaya çıkması için büyük bir imkan içerirken iktidarın samimiyetten uzak, ikircikli yaklaşımı olası süreci akamete uğratıyor.
AKP-MHP faşist blokunun dış politikada tercih ettiği işgal ve savaş yönelimi Türkiye sahasında halklara yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik olarak geri dönüyor. Asgari ücret sefaletinden emeklilerin hak kaybına, burjuvazi lehine yürütülen vergi sisteminin emekçiler ve işçi sınıfının omuzlarına uyduruk kalemlerle yüklenebiliyor olmasına, çocuk işçiliğinin devlet eliyle yasalaştırılmasından uyuşturucu ticaretinin alenileşmesine değin pek çok sorunun üzerini örtenin iktidarın işgal ve savaş politikaları olduğu gerçeği karşımızda duruyor. Genç nüfus geleceksiz bırakılıyor, öğrenci gençlik barınma ve beslenme sorunlarıyla mücadele ediyor. Ülkedeki tarım arazileri yok ediliyor, ekolojik yıkım gerek Kürdistan’da gerekse Türkiye coğrafyasında hızla ilerliyor.
Emperyalistler ve işgalcilerce yaratılan paylaşım merkezli savaşın mağduru halklar göç etmeye devam ederken dünyanın dört bir yanındaki faşist eğilimli politik hat göçmenler karşısında yerel halkları kışkırtıyor, göçmenleri hedef haline getiriyor. Yoksulluğun ve adaletsizliğin kol gezdiği Türkiye coğrafyasında göçmenler de her toplumsal gruptan daha fazla payını alıyor.
Türk devletinin cezasızlık politikaları kadın cinayetlerinin, çocuk katliamlarının her geçen gün ivme kazanmasını beraberinde getirmekte. Erkek devlet, erkek aklının ürünü hukuk, cezasızlık politikaları, sorumluluk üstlenmeyen kurumlar, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi kadın ve çocuk cinayetlerinin sıradanlaşmasının, önlenmeyişinin başlıca sebepleri.
Sermaye lehine yürütülen politikaların bugün uzandığı bir başka nokta da sağlık alanında karşımıza çıkanlar. Buzdağının görünen kısmı denilebilecek “yenidoğan” katliamları kar amaçlı işletmelerdeki çeteleşmenin, insanı merkezine almayan uygulamaların, her şeyin satılabilir ve denetimden bağımsız olduğunun göstergesi. Benzer durum eğitim alanında da söz konusu.
HDK, ekonomik krizlerin yanı sıra, topluma baskı, yasak ve manipülasyonlarla yönelen rejimin karşılaştığı çok sayıda sorun, kaos ve yıkıma yanıt olarak; yeni dönemde toplumsal mücadele alanlarında güçlü ve yaygın mücadele örgütleri oluşturmayı hedeflemektedir. Halkı bu örgütler üzerinden siyasetin öznesi haline getirmek amacıyla kararlılıkla ilerlemeye devam edecektir.
Bu değerlendirmeler doğrultusunda, HDK olarak mücadele kararlılığımızı bir kez daha vurguluyoruz ve tüm demokratik muhalefet güçlerini ortak mücadele zemininde bir araya gelmeye çağırıyoruz.