12 Eylül Darbesi Türkiye Cumhuriyeti kuruluş sürecinden itibaren işletilmek istenen askeri vesayet siteminin karakteristik uygulamasıdır. 1960 askeri darbesi, 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile 10 yılda bir sivil siyasete askeri müdahaleler yapılmıştır. Despotik devlet anlayışının modern faşizmle aşılanması sonucu gerçekleşme imkanı bulan darbeler, devletin toplumsal özgürlük ve demokrasi ile kurduğu ilişkinin en saf ifadesidir. Askeri darbeler; toplumsal her hareketliliğe beka kaygısıyla yaklaşan 5000 yıllık despotik devlet aklının, modern ‘ulus-devlet’in sağladığı azami iktidar ile birlikte vatandaşlarına sunduğu ve olabildiğince sınırlandırılmış hakların zor gücüyle askıya alınması, kimi durumlarda ise tamamen kaldırılmasıdır. Faşizmle aşılı bu despot devlet geleneği, çok sınırlı hakların bile toplumun olanca zenginliği ve yaratıcı potansiyeliyle umulmadık özgürlük atılımlarına dönüşmesine darbeyle karşılık verir. Osmanlı devlet anlayışının ‘ulus-devlet’in özünü oluşturan faşizmle pekiştirilerek güncellenmiş hali olarak düzenlenen modern devletin, kurulduğu andan itibaren, toplumsal farklılıkları ve halk dayanışmasını hedef alarak katliam ve askeri zor’la topluma karşı teyakkuz halinde olması durumudur söz konusu olan. Ve bu darbeleri haklı göstermeye dönük resmi ideolojinin manipülatif yaklaşımının aksine, geçici, olağanüstü ve anlaşılır sebepleri olan değil, daimidir, yapısaldır, halk ve hak karşıtı bir sistem mantığına dayanmaktadır. Darbe, faşizmle aşılanmış bu despot devlet geleneğinin pratiği olarak sadece belli tarihlerle ifade edilemez. Yine ‘tek adamlık’ da padişahlıkla birlikte bitmediği gibi bugün Erdoğan-saray rejimiyle yeniden hortlamış değildir.
Darbe mekanizmasıyla ilerleyen, bekasını kurtaran devlet aklının muhtaç olduğu sistem tek-adam totalitarizmidir. Tek adam rejimi kuruluştan itibaren Anadolu halklar birlikteliğine karşı sürekli suç üretme pratiğine girmiş, varlığını ancak gerçekleştirdiği katliamlar silsilesi sağlayabildiğini göstermiştir. Rum, Ermeni katliamları, Kürtlere ve Alevilere uygulanan katliam ve asimilasyon politikaları inşa edilmek istenen homojen ulus kültürünün uygulamaları olmuştur. Türklük inşası, kültürel çoraklaşma pahasına, Anadolu ve Mezopotamya halklarının; Türkmen, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkes, Arap, Süryani, Keldani vd. halkların kırımı üzerine gerçekleştirilmiştir. Doğuştan varlığı olan kimliklerinden dolayı halklar özel harp yöntemleriyle kırıma uğratılmış, bu kültür-yıkım uygulamasının enkazından çıkan topluma olabildiğince yapaylaştırılmış bir Türklük dayatılarak her türlü sakatlık potansiyelini bünyesinde taşıyan karakterlerin önü açılmıştır. Bu kimlik üzerine ırkçılık inşa edilerek koruma kalkanı oluşturulmak istenmiştir. Halen Türkiye’de yaşayan bir kimse vatandaşlık hukukuna dayanarak kendini güvende hissedememektedir. Tek adamlıkla güvencesizlik bir yönetim-iktidar modeline dönüştürülmüştür. Halkın seçme ve seçilme hakkı 10 yılda bir darbe uygulamaları ile göstermelik demokrasi boyutundadır. Meclisler kapitalizm inşasında birer birer lağvedilirken halkların zihninde kendi seçtiği meclise de güvenmeme duygusu uyandırmış, demokrasi inancı yok edilmiştir. Demokrasinin sivil çelişkilerle olgunlaşması önünde, uluslarası çıkar ve inşa edilmek istenen yapay kimlik askeri vesayetler, kutsal devlet, beka sorunları ile Özel Harp dairelerine teslim edilerek sürdürülmüştür. Türkiye halklarının önünde ise hiç bitmeyen yoksulluk, güvencesizlik, değersizlik ve her haneye düşen işkence, tecavüz, ölümler, sürgünler olmuştur. Devlet suç işlemiş, ‘beka sorunu’ bahanesiyle tüm bu insanlık suçlarıyla yüzleşmekten uzak durmuştur.
Darbe sonrası Türkiye Cumhuriyeti kamu ve kuruluşlarında dönemin devlet yöneticilerinin emri ile anarşist ilan eden 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, yine Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi ve 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı). İdamları istenen 259 kişinin dosyası Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderildi. Yine 71 bin kişi Türk Ceza Kanunu'nın 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı, 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.
Aynı dönem 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı ve aralarında Hürriyet, Millî Gazete ve Ortadoğu'nun da olduğu 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 14 kişi aynı dönem yapılan açlık grevlerinde öldü, 16 kişi -kaçarken- vuruldu, 95 kişi -çatışmada- öldü, 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi, 43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.
12 Eylül, küresel ölçekte devreye sokulan gerici, emek, halk, kadın ve gençlik karşıtı bir hamlenin Türkiye’deki izdüşümüdür. Kapitalizmin merkez ülkelerinde Thatcher, Reagan gibi kişilikler üzerinden emekçi sınıflara, kadına ve gençliğe karşı geliştirilen otoriteryanizm ve Şili, Arjantin gibi ülkelerde halklara ve demokrasiye karşı geliştirilen darbe yöneliminin Kenan Evren karakteri ile Türkiye’de hayata geçirilmesidir. Emperyalizmin Ortadoğu’da güvenli liman, politikalarının uygulanabilirlik üssü olarak Türkiye’yi görmesinin bir sonucu olarak kendinden önceki aynı askeri darbeler ve milli şef süreçlerinin askeri, politik devamlılığıdır. Tek adamlık da bir suç üretme pratiğidir. Topluma karşı üretilen suçu örtbas etmek, toplumu güvencesiz hissettirmekle mümkündür. Türkiye halkları bu süreçlere direnç göstermiş karşılarında ise Emperyalizmin hizmetinde, Teşkilatı Mahsusa’nın devamı olan Özel Harp Dairesi’nin komplocu uygulamalarına maruz kalmışlardır. Bugün Anadolu halkları aynı ‘tek adamlık’ uygulamalarına maruz kalmakta, beka sorunu, dincilik, ırkçılık temel yönetim argümanları olarak halklara zulmetmeye devam etmektedir.
Halkların Demokratik Kongresi olarak 12 Eylül rejim ve zihni ile mücadeleyi yoldaşlarımızdan ve Anadolu, Mezopotamya halklarının direnç kültüründen aldığımız gelenek ve güçle gerileteceğimize ve halkların demokratik geleceğini, tarihimizle yüzleşerek birlikte inşa edeceğimize güvenimiz tamdır. Kötülüğü yenecek, geleceği birlikte inşa edeceğiz.
Halkların Demokratik Kongresi
Yürütme Kurulu