12.Dönem 1.Genel Meclis Sonuç Bildirgesi
HDK 12. Dönem 1. GM 26 Şubat 2023 Pazar günü çevrimiçi toplandı. Toplandığımız gün İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri Deprem Kriz Koordinasyonu’nun “Deprem Değil Rantçı Düzeniniz Öldürdü” konulu basın açıklamasına ve TİP’in Kızılay’ı protesto eylemine yapılan polis saldırılarını ve aralarında Genel Meclis üyelerimiz ve İstanbul İl Meclisi yöneticilerimizin de bulunduğu gözaltıları kınıyoruz.
Yerkürenin oluşum sürecinden kaynaklanan bir doğa olayı olan deprem, yaşadığımız coğrafyada birçok kuşağın tanık olduğu gibi, toplumsal sistem ve yönetim yapısı nedeniyle halkların yaşamı açısından yıkıma dönüşüyor. Kapitalist modernleşme tarihinin halklara, doğaya, emeğe ve özgürlüklere en düşman eğilimlerinin birikmiş toplamını temsil eden mevcut iktidarsa sermayeyi, rantı gözeten politikaları ve denetimsiz merkeziyetçiliğiyle 6 Şubat depremlerinin toplu kırıma dönüşmesine yol açtığı gibi depremin ardından da sağ kalanların ihtiyaçlarını karşılama ve insan onuruna yakışır bir yeniden inşa yönündeki her çabayı bilinçli olarak engelliyor. Kurtarılacak canları, ölenlerin beden bütünlüğünü hiçe sayarak enkaz kaldırmakta, on binlerce insan çadır beklerken inşaat ihalelerinde acele ederek, afetten bir kez daha rant ve siyasal çıkar sağlamak uğruna yeni afetlerin yolunu göz göre göre döşemeyi seçiyor. Bu seçimin yanı sıra, tüm yerel ve demokratik yapıların devreden çıkarıldığı, her şeyin en tepedekinin emrine bağlandığı bir siyasal yapıyla etkin bir afet yönetiminin istense bile mümkün olmadığı da açıkça görülüyor ve AKP yönetiminin kaza süsü verilmiş her emekçi kırımından sonra başvurduğu kader/takdir söylemi artık dikkate alınmıyor. Tekelleştirilen, şirketleştirilen ve parti devletinin arpalıkları haline getirilen AFAD ve Kızılay gibi kurumların görevlerini yapacak yerde yeniden bağış istediğini, afetzedeler çadır beklerken Kızılay’ın elindeki gıda ve çadırları sattığını gören insanlar kendi yaşamsal sorunlarına sistemin sunacağı bir çözüm olmadığının artık farkına varıyor. Halihazırda işleyemez durumda bulunan sağlık sisteminin, depremden dolayı aile sağlığı merkezleri ve hastanelerin yıkılması veya hasar almasıyla tam olarak enkaza dönüştüğü görülmekte. Bu durum toplumsal sağlık açısından ikincil kılınan koruyucu sağlık hizmetlerinin tamamen yitirilmesine ve halk sağlığı açısından gerekli önlemlerin alınamamasına neden oluyor. Bölgedeki deprem sonrası koşullarsa salgın hastalıklara davetiye çıkarıyor.
Sistemin eşitsizlikleri depremin ve afet yönetiminin sonuçlarının dağılımında da büyüyerek kendini gösteriyor. Ezilenler, sömürülenler, onların içinde de toplumun en kırılgan kesimleri daha ağır sonuçlarla karşı karşıya kalıyor. El koyma ve yolsuzluklarla sermayeye kaynak aktarmak için depremi yeni bir fırsat olarak gören rejim OHAL ilanıyla her tür hak arama eylemini yasaklarken bölgedeki patronlar işçileri işbaşı yapmaya çağırıyor, deprem bölgesine gönüllü olarak giden emekçiler işten çıkarılıyor. Toplumun kaynaklarının savaş politikaları için kullanılmasına afet koşullarında da ara verilmiyor. Deprem bölgesinde arama-kurtarma ve onarım için seferber edilmeyen askerler ve hava araçları KCK’nin deprem nedeniyle aldığı eylemsizlik kararına rağmen Kuzeydoğu Suriye/Rojava ve Güney Kürdistan’a yöneltiliyor.
Temel ihtiyaçlarını karşılama yolları arayan insanlar yağmacılıkla suçlanarak linç kışkırtılıyor. Çadırlarda ya da açıkta yaşayan halkın asgari güvenlik koşulları sağlanmazken banka kasalarını, AVM’leri korumakla ve protestoları engellemekle görevlendirilen kolluk güçlerine işkenceden yargısız infazlara kadar varan hareket serbestliği tanınarak korku iklimi yaratılıyor. Bölgede yaşanabilir koşullar sağlanmadığı için depremzedelerin büyük bir bölümü göç etmek zorunda kalıyor. Bir yandan köklerden kopma bir yandan bölgedeki özgün kültürel yapıların devlet eliyle tahrip edilmesi kaygıları yükseliyor. Depremden en çok zarar görenler arasında yer alan mülteciler başlarının çaresine bakmak zorunda bırakılırken ırkçı siyasetçiler ve izleyicileri tarafından medyada ve sosyal medyada hedef gösteriliyorlar. Engelliler, kendilerine uygun tuvalet olmadığı için yeme bozukluğuna varan yememe/içmeme tutumu geliştiriyor. Yaşları ya da farklı özellikleri nedeniyle tutunma yarışına giremeyenlerin -çocuklar, yaşlılar, engelliler, özel bakım ya da destek ihtiyacı olanlar…- hakları yok sayılıyor.
Kadın ve LGBTİ+’ların uğradığı ayrımcılık afet koşullarında katmerleniyor. Kadınların yaşam güvenliği açısından zaten kara bir lekeye sahip olan sistemin, bu süreçte de kadınların can güvenliğine ait herhangi bir tedbir almayışı, tüm müdahalelerin gecikme hali, kadınlar açısından katlanan risklere dönüşüyor. Barınma sorunu aynı zamanda korunma sorununa dönüşmekle beraber, kadınlar eril hegemonya tarafından şiddete açık hale getiriliyor. Zaten ağır bir travma halini yaşayan depremzede kadınlar, hem çocuk bakımında, hem hasta bakımında, hem de yaşlı ve engelli bakımında birinci dereceden sorumluluk üstlenmek durumunda kalıyorlar. Beslenme ve hijyen sorunu karşısında ihtiyaçlarına erişmekte de zorlanıyor, her açıdan zaten zor olan bu süreci en ağır haliyle yaşamaya devam ediyorlar. İnsan yaşamına zerre-i miskal değer vermediği bir kez daha gözler önüne serilen AKP- MHP erkek ittifakının kadınlara, çocuklara, LGBTi+’lara dönük uzun sürelerdir ayyuka çıkmış haklarını ve kazanımlarını yok etme politikaları, deprem sonrası süreçte de açığa çıkıyor. Çaresiz bırakılan kadınlar şiddet failleri ile aynı ortamda bırakılıyor ve tedbirsizlikler sebebiyle şiddete ve saldırılara da açık hale getiriliyorlar. Yine özellikle refakatsiz ve kayıp çocukların akıbetleri konusundaki belirsizlikler ve siyasal İslam kıskacında tarikatlara devredildikleri yönündeki duyumlar, çocuklara dönük politikaların vahametini de ortaya koyuyor. Deprem sonrası gelişen iç göçler mülteciliğin zorluklarını tüm topluma tekrar hatırlatmışken, bölgede yaşanan savaş sebebiyle uzun süredir mülteciliği yaşayan kadınların deprem sürecinde karşılaştıkları da dikkati ve tüm toplumsal yapılar tarafından çözüm politikalarını geliştirmeyi zorunlu kılıyor.
Sağ kalmaya, yitirdiklerinin yasını tutmaya, yaşamı yeniden kurmaya çalışan insanlar “devlet yok mu?” sorusunu soruyor. Toplumun ihtiyaçlarını karşılamakla görevli devlet yok, ama tek adam rejimine bağlanmış zor aygıtı olarak yok değil, çıplak bir şekilde varlığını hissettiriyor. Toplumun kendi kaynaklarının nasıl kullanılacağı konusunda karar yetkisinin elinden alınması, öz gücüyle sorunlarını çözmesini de engelliyor. Ancak depremin hemen ardından sol partilerin, emek, kadın ve ekoloji örgütlerinin, tüm örgütlü muhalefet güçlerinin etkin ve öncü bir rol oynadığı görüldü. Yanı sıra çok daha geniş kesimleri de harekete geçiren dayanışma refleksiyle ve en elverişsiz koşullardaki örgütlenme becerisiyle ne yapılıyorsa birlikte, ne yapılıyorsa devletsiz ya da devlete rağmen yapılabildiği duygusuyla yaşanan olağandışı bir toplumsal deneyim doğdu. Halkları karşı karşıya getirme politikalarının etkisini de kıran bu deneyimin geleceğe uzanan izleri olacaktır.
HDK depremin ilk gününden itibaren dayanışma seferberliğinin etkin bir parçası oldu. Merkezi ve yerel deprem kriz koordinasyonlarının oluşturulmalarında ve çalışmalarında aktif rol aldı, alıyor. Arama kurtarma çalışmalarına katkısı olacak gönüllülerin deprem bölgesine gidişinin örgütlenmesi, ayni yardımların toplanması ve ulaştırılması sürdürülüyor. Bu koordinasyonlar üzerinden başta yoğun göç alan deprem bölgesi dışındaki illerde dayanışma çalışmalarının koordine edilmesi ve sonraki aşamalarla ilgili öngörülerin paylaşılması, deprem bölgesinde ve dayanışma örgütleyen illerdeki görevlerin birlikte planlanması amacıyla en yakından başlayarak en geniş ağa ulaşmak üzere tüm demokratik örgütlerle görüşmeler yapıyor. Ayrıca açığa çıkan toplumsal dayanışmanın kalıcı toplumsal örgütlenmelere dönüştürülmesi için çalışmalar yürütüyor. Başta İstanbul olmak üzere olası deprem riskine karşı Deprem Gönüllüleri Ağının en yaygın ve katılımcı demokrasi anlayışıyla örgütlendirilmesinin önemini ilişkili olduğu, görüştüğü her kurum ve çevreyle paylaşıyor. İl Meclislerimiz ve Genel Meclis üyelerimizle yürüttüğümüz yöre dernekleri, emek örgütleri, inanç kurumları ziyaretlerinde aşırı merkeziyetçi, katı yönetim anlayışı karşısında toplumun öz gücüyle, yerinde ve yerelde örgütlenme ihtiyaçlarını, sorunlarını çözmesini gündemine almasının kaçınılmaz olduğunun altını ısrarla çiziyor. HDK Sağlık Meclisi’nin barınma ve hijyene yönelik çabaları bölgeye en güçlü sağlık müdahalesini oluşturuyor. Bunu bölge halkının özne olduğu daha kolektif-komünal bir pratikle yapabilmek psikososyal destek açısından olduğu gibi, toplumsal sağlık fikriyatı ile örgütlü toplumun -yeni yaşamın perspektifinin- karşı hegemonya mücadelesini, sistemin kendini sağlık politikaları düzeyinde yeniden kurmasına karşı ortaya koyması açısından da önem taşıyor.
İktidar bloku Kürt, Alevi, Arap ve Suriyeli göçmen nüfusun yaşadığı bölgede otoritesini tahkim etme olanaklarını halkların ortaya koyduğu dayanışma ve kolektif tutumla kaybetmiş görünüyor. Bu durum HDK’nin zemin bulduğu ve örgütlü aklının açığa çıkabileceği olanaklar da yaratıyor. Devletli yapının yapamadıklarının yerel kültürel dinamiklerle bağı olan, örgütlü halklar tarafından dayanışarak yapıldığı Pazarcık’ta devlet refleksini Kürdistan’da uyguladığı kayyım siyasetini zuladan çıkararak gösterdi. Pazarcık Cemevi’ne kayyım atanması, dayanışma örgütleyen tüm kurumların, partilerin, sendika ve meslek örgütlerinin karşılaştığı engelleme ve müdahaleler, son günlerde Defne Sevgi Parkı’ndaki depremzedeleri ve dayanışma için orada bulunan gönüllüleri zorla parktan çıkartmak için yapılan baskılar devletin halkın içinden doğan örgütlü alanda ikincilleştiğini görmesinin sonucuysa, bizim çıkarmamız gereken sonuç da uzun erimli örgütlü direniş olanağının bu alanlardan yaratılması, örgütlü mücadelenin ortaklaştırılarak alanlara yansıtılması gerektiğidir. Yeni yaşamın nüveleri buralarda, bu pratikte yerel özyönetimler ve meclisler ile daha güçlü bir karakter kazanabilecektir ve sistemin buralarda gelişen ilişki biçimlerine saldırdığı görülmelidir. Yeniden imar, ezilenlerin kendi örgütleriyle katıldığı, en dışlananlarının sesini duyurabildiği kent konseyleri ile yerelin kendi taleplerini ortaya çıkarabildiği, barınma hakkının mülkiyete bağlı olmaksızın tanındığı bir süreçle planlanmalı ve uygulanmalıdır. Güvenli yaşam alanlarını kurarken aynı zamanda demokratik özerk yerel yönetimlerin yaşama, halklara ve doğaya dair her türlü çözümü üretebileceği yeni yaşamın gelişeceği mekânları, kentleri kurmaya başlamış olacağız.
Halkların yardımlaşma, dayanışma eğilimi büyük bir direnç kaynağı olmakla birlikte milyonlarca insanın yaşamının yeniden kurulması, elinde olanı paylaşmanın ötesinde kaynaklar ve kararlar gerektiriyor. Dayanışmamızı yerelden yerele olduğu kadar ülke ölçeğinde de, bölüşüme, planlamaya, karar almaya ilişkin, muhatabı devlet olan talepler için mücadelede de göstermek zorundayız. Artık her toplumsal/siyasal mücadele kaçınılmaz olarak 6 Şubat’ın sonuçları ve gösterdikleriyle iç içe geçiyor. Bu ölçekteki mücadelenin de kuşkusuz, insanların en yakıcı sorunları için bir araya, yüz yüze geldiği sayısız zeminden güç alması gerekir. Acil ihtiyaçların karşılanmasından ihalelerin durdurulmasına, sorumluların en tepedekine kadar hesap vermesinden yıkılan ve deprem bekleyen kentlerin yapılaşma ilkelerinin belirlenmesine kadar depremle ilgili her somut mücadele, aynı zamanda faşizmin kurumlaşmasına son verme ve gayrimeşruluğu göz önüne serilen iktidar blokunu alaşağı etmek üzere en geniş güçlerin bir araya geleceği zeminleri oluşturuyor. HDK’nin önüne koyduğu meclisleşme görevi, şimdi kendiliğinden ortaya çıkan meclislerle, kolektif ve komünal çizgiler taşıyan toplumsal örgütlenmelerle örtüşüyor. HDK fikrinin maddi karşılığı, tam da bugün birçok alanda gelişen bu örgütlenmelerde yatıyor.
Depremin felaketlere dönüşmesine bir daha asla izin vermeyelim; merkeziyetçi yönetim anlayışına karşı komünlerde, meclislerde birleşelim; günü ve geleceği demokratik, komünal ve özgür kılalım.
Genel Meclis
25-26 Şubat 2023