Dominik Cumhuriyeti’nde erkek egemenliğinin baskı ve zor politikalarını boyun eğmeyen Mirabel kız kardeşlerin direnişi ile açığa çıkan mücadele, bugün tüm kadınların ortak eylem ve direniş günü olarak büyümeye devam ediyor.
Kadınların neredeyse kendi tarihiyle eş zamanlı seyreden erkek-devlet şiddeti bugün içinde yaşadığımız sistemin, patriyarka’nın temel karakteri ve varlık gerekçesidir. Kendi varlığını kadınların bedeni, kimliği ve emeğinin sömürüsü üzerine inşa eden erkek egemenlikli sistem, elindeki tüm araçlarla cinsiyetçiliği yeniden üretmekte ve sürdürülebilirliğini şiddetini kurumsallaştırarak sağlamaktadır. Son yıllarda Türkiye başta olmak üzere tüm dünyada artan şiddet, kadın cinayetleri, kürtaj yasakları, yoksulluk, nefret cinayetleri vb uygulamalar iktidarların kadın düşmanı politikalarda nasıl ortaklaştığını gözler önüne sermektedir. Kadını ve sınırı namus olarak tanımlayan akıl, erkek devlet şiddetinde sınırları ortadan kaldırıp tekleşebilmekte, sınırların erkekliğini yeniden teyit etmektedir.
Tüm yaşam alanlarımıza sirayet eden toplumsal cinsiyet eşitsizliği, sosyal, siyasal ve ekonomik zeminlerde tarihsel ve güncel olarak deneyimlediğimiz erkek egemenliği, kadınların ve LGBTİ+’ların yaşam hakkına gasp eden erkek-devlet aklı, cezasızlık politikalarıyla hakim kılınan erkek adalet, işyerlerinde yaşanan cinsel şiddet ve mobbing, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine karşı geliştirilen saldırılar olmakla birlikte toplumu dizayn etmeninde önemli bir aracı haline getirilmiştir. Covid 19 salgınıyla birlikte açığa çıkan “hayat eve sığar” söylemi bir politika ve toplum mühendisliği olarak topluma dayatılmış, katmerleşen sömürü, şiddet ve yoksullukla en fazla biz kadınlar ve mücadelemiz hedef alınmıştır. Kadın beyanını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan İstanbul Sözleşmesini kendisine en büyük tehdit olarak gören iktidar bloğu, kendi yararlılığını toplumun yararlılığı olarak ilan etmiş ve pratiği olarak sözleşmeden çekilmiştir. Kadın cinayetlerinde erkeklere verilecek ceza ve yaptırımları kendilerine verilmiş bir ceza olarak tanımlayan devletler/ iktidarlar bunun pratiği olarak cezasızlığı bir politika haline getirmiştir. Akp/Mhp iktidar bloğunun çeteler eliyle Afrin ve Rojava’da yürüttüğü erkek devlet şiddeti, kadın devrimine ve tüm kadınlara mal olan kazanımlara dönük bir saldırıdır. Yine Cezaevlerinde kadın tutuklulara dönük yaşanan çıplak arama, taciz, tecavüz ve saldırılar, erkek egemenliğinin kadın mücadelesi ile yürüttüğü savaşın sınırlarını tarif etmede önemli bir işaret.
Uzun yıllar kadın mücadelesinde aktif rol almış ve emek vermiş olan TJA sözcüsü arkadaşımız Ayşe Gökkan’a verilen 30 yıllık ceza iktidarın kadın düşmanlığını ifşa etmekle birlikte, kadın mücadelesinin kazanımlarının yarattığı etkiyi göstermek açısından da önemli bir yerde duruyor. Yine öz savunma hakkını kullanarak yaşamını koruyan Çilem Doğan’a verilen ceza, erkek devlet şiddetinin ve cezasızlık politikasının en yalın örneğidir.
Tüm bu saldırılar karşısında kadınların en önemli dayanağı/ öz savunması elbette ki tarihsel olarak yarattığı ortak mücadele zeminidir. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini her türlü şiddet yöntemi ile bastıran, erkek yasalarla kendi şiddetini ve geleceğini güvence altına almaya çalışan erkek egemen sistem, hakları ve hayatları için yeni mücadele yöntemleri ile sokakları terk etmeyen kadınların direnişinin yeni yaşamın, eşit ve özgür bir yaşamın habercisi olduğunu biliyor. Ve tüm saldırılarını bu bilgi üzerine inşa ediyor. Halkların Demokratik Kongresi Kadın Meclisleri olarak kadınların direniş ve mücadelesinin önemli bir durağı olan 25 Kasım’da haklarımız, hayatlarımız ve geleceğimiz için tüm kadınları hep birlikte alanlarda olmaya yeni yaşamın yürütücüsü olmaya çağırıyoruz.
HDK Kadın Meclisi