EKOLOJİ, YAŞAM, KAPİTALİZM; SAVAŞ VE BARIŞ

Bugün 1 Eylül, Dünya Barış Günü. Dünyanın diğer birçok yerinde olduğu gibi, ülkemizde de bu günü gelecek kaygısı, ekonomik kriz, siyasi gerilim, iklim krizinin dayattığı ekolojik kaygılar ve pandemi kabusu içinde kutluyoruz! Dünyada ve ülkede halklar barış içinde, geçim ve sağlık ve yokolma korkusu olmaksızın yaşamak isterken, kapitalist sistemin efendileri ve onların savaş lordları bunu istemiyorlar! İstemiyorlar, zira onların egemenliklerini sürdürebilmeleri sadece ve sadece bu türden gerilimler yaratmakla, sömürü ve yağma ile mümkün. Ondan besleniyor, insanlığın ve yerkürenin bütün nimetlerini sonuçlarına hiç aldırmaksızın, bir ahtapot gibi emiyorlar!

Savaş, milyonlarca insan için açlık, yoksulluk ve ölüm anlamına gelirken, dünyanın neresinde olursa olsun, ekosistem ve bölgede yaşayan bütün canlılar için yok olma anlamına geliyor. Bu savaş onların savaşı değil, hiçbir zaman da olmadı. Bedelini milyonlarca insanın ve diğer canlıların ödediği savaş, aslında egemenlerin paylaşım dalaşından, çıkar kavgasından başka bir şey değil! Büyümek ve saldırı kapitalist sistemin doğasında bulunuyor. Bu özellikleri nedeniyle de, sürekli gerilimler yaratıyor, nüfuz alanını genişletmek için çeşitli saldırılarda bulunuyor. Bir taraftan militarizmi elden bırakmazken, diğer taraftan da yine kendi yarattığı savaş lordları aracılığı ile savaş makinelerini üretmeye devam ediyor. Egemenler, ürettikleri yeni silahları kendi üstünlük teminatları olarak sergilerken, eskilerini de diğer ülkelere satıp, kârlarına kâr katıyorlar. Diğer bölge ve ülkelerde yarattıkları gerilimlerle, oradaki yönetimleri “desteğe muhtaç” hale getirmekteler. Böylece de, güya “özgürlük ve insan haklarına çok önem verdiklerinden”, aranılan desteği sağlıyor, milyarlarca ABD doları değerindeki silahlarını satıyorlar.

Dünya Savaşı olarak anlatılan iki savaşta da bu farklı değildi. Yaşananlar aslında, dünya savaşı değil, emperyalist – kapitalist sistemin 1. ve 2. Paylaşım Savaşlarıydı. Özet olarak, pazar ve nüfuz arayışında olan ülkelerin birbirleriyle dalaşı ve bunun bedeli olarak yaşamını yitiren 60 milyon insan! Bombalarla, yangınlarla tahrip edilen dev gibi bir coğrafya ve yine bu coğrafyada yaşamını yitiren milyonlarca canlı… İşte, bundan tam 81 yıl önce 2. Paylaşım Savaşı da böyle başlamıştı. Almanya’nın, hiçbir şey yapmamış olan Polonya’yı, radyo istasyonlarına saldırı düzenlemiş olduğu gerekçesi ile işgali, dünya tarihinin en üzücü ve yıkıcı bir döneminin yaşanmasına neden olmuştu. Asıl gerekçe olan pazar eksikliği ve ekonomik krizden ise hiç kimse bahsetmemişti. Bu türden gerekçeler günümüzde de yaratılmaya devam ediyor. Egemenler kendilerini kurtarmaya çalışırken, bedelini yine halklar ödüyor. Bir avuç insan koltuklarında oturup, zenginliklerine zenginlik katarken, milyonlarca insan aç kalmaya ve giderek daha fazla yoksullaşmaya itiliyor. Bir taraftan bütün canlıların yaşama hakkı tehlikeye atılırken, diğer taraftan da, iddia edilen olağanüstülüğün verdiği imkânlarla yeraltı ver yerüstü zenginlikleri fütursuzca talan ediliyor.

Coğrafyamızda yaşanmakta olanlar da bundan çok farklı değil. Irak’ta ve Suriye’de Libya’da yaşananlar, Akdeniz’de giderek artan gerginlikler yine bu temelde gerçekleşti, gerçekleşiyor. Egemenler, çıkar dalaşında ve yağma telaşındalar. Bu esnada ikiyüzlü olmak, bir taraftan mağduru oynarken, diğer taraftan da saldırmak zorundalar. Dolayısıyla da, bir “karşı taraf”, bir “düşman” bulmak, yaratmak zorundalar. Düşman olsun ki, yaratılan gerilim ve saldırının bir gerekçesi olsun!

Aynı ikiyüzlü politikayı hayatın birçok alanında sürdüren sistem, insanları, yaşamı ve yerküreyi ne kadar çok sevdiğini de ucuz bir sahtekârlık örneği ile sergiliyor. Bir taraftan, sorunları çözmek istediği gerekçesi ile iklim zirveleri düzenleyen kapitalist ülkeler, diğer taraftan da fosil yakıtlara sahip olma k için savaşmaya devam ediyorlar.

Kapitalist sistem savaş ve kargaşa istiyor, zira istikrarsızlık yaratmak zorunda! Zira olağanüstü bir hal yaşandığında, demokratik hak ve özgürlükleri askıya alma hakkının kendi eline geçeceğini biliyor! Zira içinde bulunduğu çıkmazda, giderek yoksullaşmakta  yoksullaştırılmakta olan insanların itiraz ve mücadele etme hakkını ellerinden ancak böyle alabileceğini biliyor! Zira kendisinden olmayanların tamamını düşman ilan etmenin en kolay yolunun buradan geçtiğini biliyor. Doğası gereği, bu çatışmaları yaratmak, bu savaşları sürdürmek zorunda!

Daha güzel, daha yaşanası, doğaya ve bütün canlılara saygı gösterilmesini isteyenlerin farkında olması gereken en önemli nokta, gerek ekoloji mücadelesinde, gerekse de milyonlarca insanın vermekte olduğu mütevazı bir şekilde ayakta kalma savaşında, iki tarafın mevcut olduğudur Savaş isteyenler ve istemeyenler. Daha doğrusu, barış isteyenler. Bunlardan bir tanesi var olduğu, büyüdüğü sürece de diğeri yok olacaktır. İşte biz, tam da bundan dolayı, bir ekoloji hareketi olarak tercihimizi barıştan yana kullanıyor, barış için mücadele ettiğimizi açıklıyoruz. Aynı şekilde, hem ekoloji mücadelesi veren kişi ve kuruluşları hem de diğer bütün duyarlı çevreleri barış cephesinde yer almaya davet ediyoruz!

Farklı inançlardan, uluslardan insanların özgürce, eşit ve bir arada yaşayabileceği, adil, demokratik, tüm canlılara ve doğaya saygı gösterilen bir düzen için, yaşasın insanın insanla barışı, yaşasın insanın doğa ile barışı. Yaşasın barış!

1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ KUTLU OLSUN!

Ama barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin,

Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir...

Bertolt Brecht.

Halkların Demokratik Kongresi

Ekoloji Meclisi