DEMOKRASİ VE BARIŞ KONFERANSI SONUÇ BİLDİRGESİ 25-26 Mayıs 2013 Ankara *
Müzakere sürecini, Kürt sorununda çözüm ve barışla taçlandırmak için
yapılması gerekenleri değerlendirmek amacıyla toplanan ‘Demokrasi ve
Barış Konferansı’nda, Türkiye’deki farklı kesimler bir araya geldik.
Konferans’ta buluşan biz Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Kürtler,
Türkler, Sünniler, Araplar, Romanlar; bir başka deyişle bu ülkenin
farklı halkları ve inanç grupları, inançsızları, aydınları,
akademisyenleri, gençleri, kadınları, LGBT’leri, emekçileri,
sendikacıları, siyasi parti ve grupları, başlatılan müzakereleri doğru
bir yönde ilerletmek, kalıcı bir barışı tesis etmek, hepimizin hak ve
özgürlüklerini kapsayacak eşit ve ortak bir demokratik gelecek kurmak
için birlikte hareket etmeye, çözüm inisiyatifini geliştirmeye ve
toplumsallaşan bir barış hareketini örmeye karar verdik.
***
Biz bu Konferans’ta bir araya gelenler, bugün Türkiye’nin çözüm ve barış
sürecinin önemli bir aşamasında bulunduğunu saptıyoruz. Kürt sorununda
çözüme yönelik görüşmeler sürecinin desteklenmesi ve geliştirilmesi
gerektiğine inanıyoruz. Konferansımızın, müzakere sürecinin kesintisiz
olarak sürdürülmesi için kararlı bir tutum ve çaba içerisinde olacağını
ilan ediyoruz.
Sürecin kalıcı bir barışa ulaşması için çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü
bir demokrasiyi bütün kurumlarıyla oluşturmanın ve buna işlerlik
kazandırmanın kaçınılmaz olduğunu vurguluyoruz. Demokrasiyle barışın
birbiriyle doğrudan bağlantılı olduğunu bir kez daha saptayarak,
demokratikleşme yönünde atılacak adımların barış sürecini de
ilerleteceğini belirtiyoruz.
Bugün bazı yaklaşımların, barış ve demokratikleşme sürecinin karşılıklı
güven içerisinde ilerleyebilmesi açısından kimi sorunlar yarattığını
görüyoruz. AKP Hükümeti’nin, hegemonyacı ve otoriter bir siyaset
anlayışı ile çözüm sürecinin sağlıklı gelişiminin önünde sorun alanı
yaratmaması gerektiğini belirtiyoruz. Güven sağlayıcı adımların tek
taraflılık karakteri göstermemesi, karşılıklı güvenin artırılması, çözüm
ve barış sürecinin güçlendirilmesi için hükümeti sorun alanlarını
daraltacak adımları gecikmeden atmaya davet ediyoruz.
Müzakerelerin sonuç alıcı bir biçimde sürmesi ve geliştirilmesi için, şu
aşamada müzakereyi büyük kısıtlar altında yürüten Sayın Abdullah
Öcalan’ın ‘sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının’ sağlanması ve
toplumun çeşitli kesimlerinden oluşan heyetlerle iletişim imkanlarının
yaratılması gerekliliğini belirtiyoruz.
Nefret dilinin değil, barış dilinin yaygınlaşmasının, karşılıklı anlayış
ve saygının bu sürecin selameti açısından yaşamsal önemini
vurguluyoruz.
Barış ortamının ve müzakerelerin toplumsallaşması için demokratik
mücadeleye yönelik engellemelerin sona erdirilmesi; bu kapsamda ifade,
örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüklerinin hiçbir şekilde
kısıtlanmamasının önemini hatırlatıyoruz.
Hasta ve çocuk tutsaklar başta olmak üzere, siyasi tutukluların serbest
bırakılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin geciktirilmeden ele
alınmasını talep ediyoruz.
Halkların dil, kültür, inanç ve kimlik haklarının evrensel olduğunu,
bunların bir pazarlık konusu haline getirilemeyeceğini ve bu hakların
eşit yurttaş olmanın gereği sayıldığını bir kez daha vurguluyoruz.
Çözüm ve demokratikleşme sürecinin her aşamasında, cinsiyet kimliği ve
cinsel yönelimlerin eşitlik hukukunu, kadın-erkek eşitliğini sağlayıcı
adımlarla kalıcı ve gerçek bir barış sağlanacağına olan inancımızı bir
kez daha dile getiriyoruz.
SÜRECİN TAKİPÇİSİYİZ...
Konferans katılımcıları olarak kendimizi barış ve müzakere sürecini
izlemekle görevlendiriyoruz. Güvenlikçi politikalara asla geri
dönülmemesi, sürecin kesintiye uğramaması ve geliştirilmesi gereğini
özellikle vurguluyor ve bu bakımdan üzerimize düşen bütün çabaları
gösterme kararlılığını ilan ediyoruz.
Gerçek bir barışın sağlanması için bugünden başlayarak geçmişe kadar
uzanan tüm katliamlarla, faili meçhullerle, kayıplarla, soykırımlarla
yüzleşmenin vazgeçilmezliğinde birleşiyoruz ve günümüzden geriye doğru,
insanlığa karşı işlenmiş bütün suçları, zaman aşımı olmaksızın ortaya
çıkarmak ve adaleti tesis etmek için üzerimize düşen her şeyi
yapacağımızı belirtiyoruz.
Çözümün yalnızca tek taraflı fedakarlıklarla sağlanamayacağını
değerlendirerek, Meclis’te bulunan siyasi partilere çağrı yapıyoruz.
İktidar ve muhalefetiyle yasal reform adımlarının, demokratikleşmenin
hızlandırılması, yeni anayasa çalışmalarının seçimlerden önce
sonuçlandırılması, çözüm sürecinin ruhuna uygun bir çalışma temposunun,
tarzının ve dilinin parlamentoda da geliştirilmesi gerektiğini
belirtiyoruz.
Barışın sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu ve Suriye’de de gerçekleşmesi
hedefinin Konferans katılımcılarının ortak mücadele konusu olduğuna
işaret ederken, Reyhanlı’da yaşanan katliamın barış ihtiyacının ne kadar
acil olduğunu gösterdiğini vurguluyoruz.
Konferans’ta buluşanlar olarak, Kürt sorununda çözüm, barış ve
demokratikleşme için ortak taleplere ve yaklaşımlara sahip olduğumuzu
beyan ediyoruz ve bunları gerçekleştirecek mücadelede ortaklaşacağımızı
herkese duyuruyoruz.
Konferansa katılanlar olarak barış, demokrasi ve emeğin haklarından yana
tüm kişi ve kurumlara, Türkiye’deki eşitlik, adalet ve demokrasi
mücadelesini birlikte sürdürme, barış ve çözüm sürecine dahil olma
çağrısını yapıyoruz.
Farklı seslere, görüşlere ve tarzlara açık olduğumuzu belirtirken,
bunların güvence altına alınmasının yolunun, farklı olanların ve
toplumdaki tüm mağdurların birlikte hareket etmesi olduğuna işaret
ediyoruz.
Bu Konferans’ta toplumun çok farklı kesimlerini bir araya getiren bir
çözüm, barış ve demokratikleşme iradesi oluşmuştur. Bundan sonraki
çalışmalarımızı, ‘Hakikat, Yüzleşme ve Adalet Komisyonu’, ‘Hukuk, Yol
Temizliği ve Yeni Anayasa Komisyonu’, ‘Toplumsal Müzakere ve Demokratik
Siyaset Komisyonu’ ve bunların Koordinasyonu aracılığıyla sürdürme
kararlılığındayız.
Buradan hareketle, Konferans katılımcıları olarak, barışın ve
müzakerenin toplumsallaşması mücadelesini genişletme ve geliştirme;
eşitlik, özgürlük, emeğin hak arayışı ve ekolojik adalet mücadelesini
demokrasiyle taçlandırma kararlılığını ortak ve güçlü bir irade olarak
ilan ediyoruz...
________________________
* ‘Hakikat, Yüzleşme ve Adalet’, ‘Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa’
ve ‘Müzakere Sürecinde Barışın Toplumsallaşması ve Demokratik Siyaset’
başlıkları altında yapılan oturumlardaki değerlendirmeler ekteki sonuç
raporlarında yer alıyor.
‘Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa’ Toplantısı Sonuç Raporu
Barışın inşasında hukukun rolü...
‘Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa’ başlıklı oturumda yapılan değerlendirmeler ve tartışmalarda şu sonuçlara ulaşıldı:
Bugün Türkiye barış ve çözüm sürecinin önemli bir aşamasında bulunuyor.
Bu sürecin olumlu şekilde gelişmesi ve barışın tesisi için çoğulcu
demokrasiyi bütün kurumlarıyla oluşturmak ve işlerlik kazandırmak
kaçınılmazdır. Demokrasi, barış sürecinin güvencesi ve olmazsa olmaz
şartıdır.
Uluslararası deneyimlerden de bildiğimiz ve bugün Türkiye’de de
yaşanmakta olan bazı engeller, barış ve demokratikleşme sürecinin
karşılıklı güven içerisinde ilerleyebilmesi açısından sorunlar
yaratıyor. Bunlar,
1. Hukukun üstünlüğü ve adalet idaresindeki zafiyet,
2. Süregelen insan hakları ihlalleri,
3. Güven artırıcı adımların genel olarak tek taraflılık karakteri arz etmesi,
4. Yargı sisteminin özellikle toplumun belli kesimleri açısından yeterli bir güvence sunmamasıdır.
Karşılıklı güvenin sağlanması ve barış sürecinin güçlendirilmesi için
yukarıda sayılan engellerin ortadan kaldırılması aciliyet arz ediyor.
Çatışma hali yerine çözüme yönelik görüşmeler süreci, desteklenmesi
gereken bir politikadır. Bu politikanın güçlendirilmesi demokratikleşme
yolunda atılacak adımlara bağlıdır. Bu sayede güven tesisi yolunda da
ileri adımlar atılması fırsatı doğacaktır.
Bu bağlamda,
- Ceza mevzuatının yenilenmesi, Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması;
- Temsilde adaleti engelleyen yüzde 10 barajının değiştirilmesi ve
Hazine yardımının bütün partilere yapılması başta olmak üzere Siyasi
Partiler ve Seçim Mevzuatı;
- İfade ve örgütlenme özgürlüğü ile ilgili mevzuatta köklü değişikliklerin yapılması;
- Yargı sistemine hakim olan anlayışın değişmesi sürecin başarıyla devam
etmesi için hayati önemdedir. Bugün cezaevlerinde bulunan binlerce
siyasi tutuklu ve hükümlünün özgürlüğünden yoksun olması da bu
saydığımız mevzuatın ve yargı anlayışının ürünüdür.
Aynı çerçevede bir güven mesajı vermek üzere Türkiye’nin taraf olduğu,
temel hak ve özgürlüklere ilişkin tüm uluslararası anlaşmalardaki
çekinceler kaldırılmalıdır. Zira bu çekinceler esas itibariyle ülkedeki
farklılıkları, eşit ve demokratik bir ortamda yaşamayı ret eden bir
anlayıştan kaynaklanıyor.
Bugün kendi ülkesinde demokratik bir ortamda, ortak ve eşit yaşam
koşullarını oluşturmak isteyen, dil, inanç, kültür ve kimlik
farklılıklarını bir zenginlik olarak gören ve bunların tümünü anayasal
güvence altına almak isteyen bir anlayışın bu çekinceleri korumasının
anlamı kalmamıştır. Bu nedenle başta Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik
Şartı ve Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere, temel hak ve özgürlüklere
dair tüm uluslararası sözleşmelerdeki çekinceler vakit geçirilmeksizin
kaldırılmalı; insan ve doğa hakları ile ilgili diğer sözleşmeler de
imzalanmalıdır. Bu sayede bir demokrasi için elzem olan çoğulculuğun
hukukla korunması yolunda önemli bir mesaj verilmiş olacaktır.
Türkiye’nin idari yönetiminde her dönem merkezi yönetim ve merkezi
vesayet anlayışı egemen olmuştur. Bütçenin en az dörtte üçünün harcama
yetkisinin merkezde toplandığı ülkemizde bu yanlışlığın ve
adaletsizliğin giderilmesi, ekonomik kaynakların daha adil kullanılması
için yerelden ve yerinden yönetim anlayışının geliştirilmesi, kararların
yerelde ve yerinde alınması ve uygulanması büyük önem taşıyor. Bu
bağlamda dünyanın bütün çağdaş demokrasilerinde geliştirilen adem-i
merkeziyetçi yönetim anlayışına geçiş Türkiye için atılması gereken bir
adım olmalıdır.
Denge ve denetim mekanizmalarıyla güçlendirilmiş kuvvetler ayrılığı ilkesine yeni anayasada yer verilmelidir.,
Yeni bir anayasa ihtiyacı seçimlere veya başkanlık tartışmalarına
bağlanamaz. Bugün askeri darbe döneminin ürünü olan 12 Eylül 1982
Anayasası’nı kimi tadilatlarla bir ‘geçiş anayasası’ haline getirmek
suretiyle demokratik bir çözüm üretilemez. 1982 Anayasası referans
alınarak yeni bir anayasa yapılamaz. Yapılırsa da bu yeni bir anayasa
olmaz.
Türkiye’nin yeni anayasası tekilleşmeye değil, çoğulculuğa vurgu yapan;
insan onuruna, insan ve doğa haklarına dayanan; devlet, ulus ve aileden
ziyade bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyan, kadın-erkek
eşitsizliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen ve her türlü ayrımcılığı ret
eden bir anayasa olmalıdır.
Türkiye’de yaşayan herkesin buluşacağı bu anayasanın;
- Herkesin anadiliyle eğitim gördüğü ve hayatın her alanında anadiliyle yaşadığı;
- Farklı dil, kültür ve inançların, inançsızların; cinsiyet kimliği ve
cinsel yönelimlerin eşitlik hukuku çerçevesinde tanındığı ve korunduğu;
- Toplumsal cinsiyete duyarlı;
- Vicdani red hakkının tanındığı;
- Siyasi katılımı, ekonomide adaleti, çevre ve iklim adaletini esas alan
bir anayasa olması hepimizin acil, vazgeçilmez talebi ve ihtiyacıdır.
Seçimlerden önce yeni bir anayasa çalışmalarının tamamlanması siyaset kurumunun önünde duran önemli bir görevdir.
Barışın hukukunu hep birlikte kurmak, geliştirmek ve etkin olarak uygulanmasını takip etmek kararlılığındayız.
‘Hakikat, Yüzleşme ve Adalet’ Toplantısı Sonuç Raporu
‘Demokrasi ve Barış Konferansı’nın ‘Hakikat, Yüzleşme ve Adalet’ toplantısında aşağıdaki sonuçlar elde edildi:
Toplantıda söz alan katılımcıların Türkiye’nin neredeyse bütün
etnik-dini eğilimlerini barındırdığı; politik olarak daha çok siyasi
yelpazenin solunda yer aldıkları; söz alan herkesin ya doğrudan ya da
ait hissettiği sosyal grup üzerinden devlet şiddetine ve ayrımcılığa
maruz kalmış olduğu; kendileri için olduğu kadar diğer ezilenler ve
örselenenler için de hak ve adalet talebi peşinde oldukları gözlemlendi.
Osmanlı’dan bugüne Türk devlet geleneğinde başta Aleviler, Ezidiler,
Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Kürtler, Romanlar ve Museviler olmak
üzere, hâkim dini/etnik gruptan farklı olanların ciddi baskılara,
ayrımcılığa, asimilasyona ve kırımlara uğratıldığına vurgu yapıldı. Bu
baskı ve asimilasyon politikalarının dört ana grupta toplanabileceği
belirtildi: 1) Kürtlerin ve diğer Türk olmayan unsurların
Türkleştirilmesi; 2) Alevilerin Sünnileştirilmesi; 3) Sünnilerin laiklik
sopasıyla terbiye edilmesi; 4) Ermeni, Süryani, Bulgar ve Rum
halklarının sürülmesi, soykırıma uğratılması.
Demokratikleşme sürecinde, Türkiye’nin tüm renklerine eşit yurttaşlık
temelinde saygı gösteren bir siyasi dönüşüm için mücadele etmenin
önemine işaret edildi.
Şu anda içinden geçmekte olduğumuz, Türk-Kürt meselesindeki barış/çözüm
sürecinin önemli bir imkân olabileceği, ancak bu sürecin sağlıklı ve
sonuç alıcı bir şekilde ilerleyebilmesi için, AKP’nin dar ufuklu ve
yüzeysel yaklaşımı karşısında derinlikli ve gerçek bir barış perspektifi
oluşturmanın önemine değinildi. Bu bağlamda, uluslararası barış
süreçlerindeki olumlu-olumsuz örneklere dikkat çekilerek Türkiye’de adil
bir çözümün gerçekleşmesi gereğine işaret edildi.
‘Hakikat, Yüzleşme ve Adalet’ toplantısındaki saptamalara göre kapsamlı,
kalıcı ve adil bir barışa ulaşmak için en önemli öğelerden biri
yüzleşmedir. Yüzleşmenin iki temel işlevi ise, “hakikatin ortaya
çıkartılması” ve “öteki sayılanlarla empati ve vicdan üzerinden yeni bir
ilişkisel alan yaratılması”dır.
Yüzleşmemiz gerekenler, öteki saydıklarımızın ve kendimizin duyguları,
yaşantıları, suçlarımız, travmalarımız ve acılarımızdır. Dönüp dolaşıp
bir bütün olarak kendimizle, kimleri nasıl incittiğimizle ya da ne tür
incinmişlikler yaşadığımızla yüzleşmeliyiz. Samimi ve sahici bir
yüzleşme süreci, kendisiyle yüzleşenler için dönüştürücüdür. Kendimizle
yüzleştikten sonra tekrar dönüp yenilenmiş halimizle, öteki
saydıklarımızla bu sefer hakikat zemininde yeni bir ilişkisellik
yaratabiliriz. Bu anlamda yüzleşme bir imkândır.
Yüzleşme-barış sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için:
• Güven ve güvenlik ihtiyacı kritiktir; bu nedenle mevcut çatışmasızlık ortamının özenle sürdürülmesi gerekmektedir.
• Tarafların birbirini eşdeğer olarak görebilmesi ve birbirine asgari
saygı duyması; buna uygun bir barış dili geliştirmesi gerekir.
• Hakikatlerin ortaya çıkartılması için bir bilgi ve hafıza çalışması olarak;
o Hızla sivil bir ‘Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun kurulmasına karar verilmiştir:
Alt-komisyonlar olarak tarihi hakikatler, faili meçhuller, göç,
cinsiyet eşitliği ve kadın mağduriyeti, aşiretlerin ve korucuların
işlediği suçlar, ekolojik tahribat, çocuk mağdurlar, askeri darbeler
gibi konular özel olarak gündeme alınmalıdır.
Bu komisyon çerçevesinde bu alanlarda çalışma yapan sivil toplum
örgütleriyle ve kişilerle bağlantı kurarak bu konudaki bilgi ve belgeler
bir araya getirilmeli; toplumun diğer kesimleri nezdinde görünür
kılınmalı; faillerin envanteri çıkarılmalı ve teşhiri sağlanmalıdır.
Öncelikle devletin işlediği suçların hakikatini ortaya çıkarmak,
yüzleşmek, farklı kesimlerin birbiriyle yüzleşmesinin de yolunu
açacaktır.
Mağdurlarının kendilerini dillendirebilecekleri ve sessiz
tanıkların da suskunluklarını bozabilecekleri ortamlar yaratılmalı,
araçlar geliştirilmelidir.
o Mahkemeler yoluyla faillerin yargılanması ve cezalandırılması
çabalarının sistematik ve ciddi bir şekilde yapılması; mağdurlara ve
ifade vermeyi kabul eden faillere korunma sağlanması; şimdiye dek geniş
ölçüde sürdürülen faillere yönelik cezasızlık politikasına son verilmesi
gerekmektedir.
o TBMM’de yeni bir yasal düzenlemeyle, hem milletvekillerinin hem de
sivil toplum örgütü temsilcileri ve akademisyenlerin asli üye olarak
katılım sağlayabileceği, ayrı bütçesi olan resmi hakikat komisyonlarının
oluşturulması ısrarla talep edilmelidir.
o Bütün bu kanallarda ortaya çıkan bilgilerin toplumsallaştırılması için medyanın daha etkin kullanılması sağlanmalıdır.
o Mevcut konjonktür gereği, Türk-Kürt meselesi üzerinden ve bugünden
başlayacak olan yüzleşme ve adalet arayışında yol alındıkça, diğer kara
sayfalarla ve geçmişle yüzleşme de kolaylaşacaktır. Bu bağlamda,
özellikle 1915’te Ermeniler, Pontus Rumları ve Süryanilere, 1938’de
Dersim Alevilerine uygulanan soykırımlarla, 1925 Şeyh Sait ayaklanmasına
İstiklal Mahkemeleri eliyle uygulanan katliamla yüzleşme gereğine
işaret edildi.
• Yüzleşmenin duygusal açıdan da geniş kitlelere taşınabilmesi için
başta sinema, müzik, edebiyat ve plastik sanatlar olmak üzere bütün
sanat çalışmalarının desteklenmesi gerekir.
• Birleşmiş Milletler’in 1325 sayılı kararı çerçevesinde, yüzleşme ve
barış süreçlerine başından sonuna kadınların katılımı sağlanmalı;
kadınların daha zor görünür ve daha zor dile getirilir olan
mağduriyetlerinin ve taleplerinin ortaya konabilmesi ve cezasız
kalmaması için uygun mekanizmalar yaratılmalıdır. Bütün bu süreçlerde
cinsiyetçi bir dilden uzak durulmalıdır.
• Yüzleşme süreci ilerledikten ve bu süreçte toplum hazırlandıktan
sonra en yetkili mercinin ağzından işlenen suçlar için mağdurlar ve
yakınlarından açıkça ve samimi bir özür dilenmeli ve bağışlanma talep
edilmelidir.
• Şiddet ve zorunlu göç mağdurlarının maddi ve manevi kayıpları tazmin edilmelidir.
• Tıbbi ve psikolojik hasarlara yönelik rehabilitasyon ve tedavi faaliyetleri mağdurlara ücretsiz olarak sunulmalıdır.
• Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi ve Dersim’de halen insan kemikleri
barındıran mağaralar müzeye dönüştürülmeli; Roboski gibi yaşanan diğer
zulümleri simgeleyen anıtlar oluşturulmalıdır.
• “Gözaltında kayıptan korunmayla ilgili” uluslararası sözleşmeye Türkiye’nin imza koyması sağlanmalıdır.
• Bu kapsamda hakların yeniden tanımlanması ve yasal düzenlemeler için:
o Tüm baskıcı/ayrımcı yasaların ve mevzuatın, eşitlikçi ve barışçıl
uzlaşı temelinde elden geçirilmeli; bütün mağdur kimliklerin egemen
kimliklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olmasını sağlayan anayasal ve
yasal düzenlemeler yapılmalı,
o Tüm ders kitapları bu bağlamda yeniden düzenlenmeli,
o Nefret söylemini ve ayrımcılığı cezalandıran yasal düzenlemeler yapılmalı,
o Toplumun ayrımcılık konusunda aktif biçimde eğitilmesi yoluna gidilmelidir.
Halen süren hak ihlalleri yakından takip ve teşhir edilmelidir. En son
ve en yakıcı örnekler olarak Roboski ve Reyhanlı’da gerçekleştirilen
katliamların aydınlatılmasının ve faillerinin yargılanmasının takipçisi
olunmalıdır.
‘Müzakere Sürecinde Barışın Toplumsallaşması ve Demokratik Siyaset’ Toplantısı Sonuç Raporu
‘Müzakere Sürecinde Barışın Toplumsallaştırılması ve Demokratik Siyaset’
başlıklı toplantıda tartışmalar, müzakere sürecinin ilerletilmesi için
yapılması gerekenler ve müzakerelerin yerelleşmesi-toplumsallaşması ve
demokratik mücadelenin yükseltilmesi üzerinde yoğunlaştı. Toplantıda
ortaklaşılan görüş ve öneriler şöyle:
Kürt sorununun çözümü amacıyla müzakerelerin başlaması tarihsel önemde
bir gelişmedir. Devletin süregelen Kürt sorunundaki inkar ve asimilasyon
politikasının iflas ettiği anlaşılmış ve kabul edilmiştir. Gelinen
nokta; tekçi, asimilasyoncu ve otoriter devlet yönetimine karşı başta
Kürt halkı olmak üzere mücadele eden herkesin emeğinin toplam sonucudur.
Devletin ve AKP Hükümeti’nin, Kürt halkının ve Kürt hareketinin
müzakereler için muhatap olarak gösterdiği Sayın Abdullah Öcalan ile
görüşmelere başlaması, tüm Türkiye halkları tarafından olumlu bir
gelişme olarak destek bulmuştur.
Konferansımız da müzakereleri, Kürt sorununun çözümünde en etkili ve
sonuç alıcı yol olması nedeniyle, olumlu bulmaktadır. Kalıcı bir barış
sağlanıncaya kadar, bu müzakereler etkili ve katılımcı bir yöntemle
sürdürülmelidir.
Müzakereleri yürüten Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın ‘sağlık,
güvenlik ve özgürlük” koşullarının sağlanması, müzakerelerin daha hızlı
ve daha sonuç alıcı bir şekilde ilerlemesini sağlayacaktır.
Başta kimlik, dil ve kültürel haklar olmak üzere temel hak ve
özgürlükler pazarlık konusu edilmemelidir. Bu haklar önündeki engeller
müzakere konusu dahi edilmeden, iade edilmelidir.
Kadınlar müzakerenin her aşamasında yer almalı ve toplumsal barış inşa
edilirken her aşamasında kadın-erkek eşitliği gözetilmelidir.
Müzakere sürecinin birinci aşamasında; PKK’nin, elinde bulundurduğu kamu
görevlilerini salıvermesi, HPG gerillalarının geri çekilmesi, tüm
eksikliklerine rağmen, ‘Akil İnsanlar Heyeti’nin oluşturulması ve yedi
bölgede çalışmaya başlaması, yine ‘TBMM Çözüm Sürecini Değerlendirme
Komisyonu’nun kurulması, sürecin ilerletilmesi açısından önemli
gelişmeler olmuştur.
Ancak bunlar yeterli değildir. Çözüm sürecinde parlamento daha fazla
sorumluluk almalı, “Hakikat, Yüzleşme ve Adalet Komisyonu” ve “Barış
Komisyonu” yasayla kurulmalıdır. Hükümet müzakere sürecinin ilerlemesi
için, güven geliştirici adımlar atmalıdır.
Müzakere sürecinin dil ve üslubu önemlidir. Tüm kesimleri dil ve üslup konusunda dikkatli olmaya davet ediyoruz.
Müzakerelerin başlaması ve çatışmaların durmuş olmasının yarattığı
ortam, Türkiye’ye, halklarımıza rahat bir nefes aldırmıştır. Bu durum
aynı zamanda sivil demokratik siyasete, yani hepimize büyük bir
sorumluluk yüklemiştir.
Konferansımız bu sorumluluk bilinciyle, “barış ve demokratik çözüm
sürecinin” görevlerini başarıyla yerine getirme kararlılığı içindedir.
Müzakereleri toplumsallaştırmak, toplumun tüm farklı kesimlerinin
birbirlerini anlaması, önyargıların aşılması, şovenizmin engellenmesi
öncelikli görevlerimizdir.
Yine demokratik sivil siyasetin güçlenmesi, toplumsal mücadelenin
yükseltilmesi ve ortaklaştırılması müzakere sürecinin doğru istikamette
ilerlemesinin güvencesi olacaktır. Konferansımız tüm demokrasi güçlerini
ve toplumsal mücadele dinamiklerini, “demokratik çözüm ve barış”
sürecinin temel aktörü olarak görmektedir.
Barış, dar anlamda çatışmasızlık hali olarak tanımlanabilir; ancak
gerçek barış, kimsenin kendini dışlanmış ve tehdit altında hissetmediği,
tüm toplumsal kesimlerin temel hak ve özgürlüklerini yaşadığı,
demokratik bir ortamla mümkündür.
Bu nedenle Konferansımız, kalıcı barışın tesis edilmesi için aşağıdan
yukarıya doğru bir barış mücadelesi örgütlemeyi öncelikli görevleri
arasında görmektedir. AKP’nin bu sürece yüklediği ya da istediği politik
sonuçlardan bağımsız olarak, barış mücadelesini yükseltmek, müzakere
sürecini yakından takip etmek ve Kürt halkının yanında yer almak içinde
bulunduğumuz sürecin görevlerindendir.
Akil İnsanların sadece hükümete bilgi ve rapor sunması müzakere
süreciyle bağdaşmamaktadır. Sonuçların tüm partilerle ve halkla
paylaşılması gerektiğini düşünen Konferansımız, müzakere sürecinin
şeffaflaşmasının gerekli olduğuna da dikkat çekmiştir.
Müdahalelere, işgallere, Reyhanlı’da yaşandığı gibi katliamlara ve
savaşa karşı durmayı insani tutum sayan Konferansımız, barış ve müzakere
sürecinin, bölgede ve Ortadoğu’da barış mücadelesinden soyutlanarak ele
alınamayacağını düşünmektedir.
Bu anlamda barış bütün ezilen halk kitlelerinin müdahil olacağı bir
mücadeleyle kazanılacaktır. Masanın bir tarafında devlet, diğer
tarafında yalnızca Kürtler var algısı doğru değildir. Müzakerelerin
devletle Kürtler arasında değil, devletle tüm ezilenler arasında süren
bir mücadele olduğu gerçeğinden hareketle, bütün ezilenlerin ortak
duruşunu sağlamak Konferansımızın ortaklaştığı bir tespittir.
Bu süreçte esas olan müzakerelerin toplumsallaşmasıdır. Barış
mücadelesinin toplumsal dayanaklarını genişletmektir. Türkiye’nin her
ulustan, dilden, inançtan ve kültürden halklarının arzusu, bu
müzakerelerin, Kürt sorununda çatışma sürecinin bir kez daha gündeme
gelmeyeceğini garanti altına alacak bir demokratikleşme ve kalıcı
barışla sonuçlanmasıdır.
Bu tespitlerden hareketle toplantı bileşenimiz, ilk aşamada bu
çalışmaların koordine edilmesi, barış sürecine daha aktif katılım
mekanizma ve yöntemlerinin geliştirilmesi görevini yürütmek için kendi
içinde bir komisyon belirlemiştir.
Bu komisyon, katılımcıların önerileri doğrultusunda, süreci
gözlemlerken, olası tıkanıklıkların aşılması için taraflarla
görüşmelerde bulunmayı da hedefler. Aynı zamanda barışın
toplumsallaşması amacıyla, yerellerde konferans ve benzeri çalışmaları
örgütler, eylem ve etkinlikler düzenler.