"Akademik özerklik, bilimsel araştırma ve geliştirme yaklaşımları bir yalan olmanın ötesine çıkamıyor"

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 329 sıra Sayılı Kanun Teklifi üzerine Barış Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
 
Bu arada Sayın Bakana da görevinde başarılar diliyorum, gerçi ayrılmış Sayın Bakan ama…
 
Değerli arkadaşlar, tabii, burada yeni bir üniversitenin açılmasını tartışıyoruz. Biraz önce grubumuz adına konuşan Altan Tan arkadaşımız bunu destekleyeceğimizi ifade etti ama biz sadece bir üniversitenin açılması meselesi olmadığını, bununla birlikte eğitim sorunlarımızı birlikte tartışmak gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Çünkü mesele yeni üniversiteler açmak değil, bu üniversitelerin gerçekten kime, neye hizmet ettiğini tartışmak gerekiyor.
 
Burada da ifade edildi, bugün Türkiye’de 65 tane vakıf üniversitesi var. Yeni YÖK yasa tasarısıyla birlikte, işte, özel üniversitelerin önlerini daha açılıyor, özel üniversitelerin açılış koşulları geliştiriliyor. Dolayısıyla, aslında bugün üniversiteler ticarethaneye dönüşmüş durumda ve bugün hem öğretim görevlileri hem öğrenciler Yükseköğretim Kurulundaki bu yaklaşımı… Ticarethaneye dönüştürülen bu yaklaşım karşısında eylem, etkinlikler yapılıyor. Yeni YÖK yasa tasarısına bu noktada karşı olduklarını ifade ediyor.
 
Başından beri, Hükûmet aslında kendi durduğu noktada, kendi politik yaklaşımına göre, ideolojik, felsefik yaklaşımına göre yasalar yapıyor. Üniversiteleri de buna göre kuruyor ve bu konuda mağdur olacak ya da bu konuyu direkt ilgilendiren kesimlerle hiçbir zaman diyalog kurmuş değil. Bu, üniversite meselesinde de böyle, YÖK yasa tasarısında da ne yazık ki böyle. Böyle olunca da daha çok tepkiye neden oluyor ve bu konuda çok ciddi bir bilimsel çalışmaların yapıldığı bir alan olmuyor. Akademik özerklik, bilimsel araştırma ve geliştirme yaklaşımları bir yalan olmanın ötesine çıkamıyor ne yazık ki. Bunu bir kez daha buradan ifade etmek istiyorum değerli milletvekilleri.
 
Gerçekten, bugün Diyarbakır’da bir üniversitenin kurulmuş olması önemli ama bu vakıf üniversitesinin nasıl bir hizmet edeceği meselesi de tartışma… Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak parasız eğitim yaklaşımını her defasında ifade ettik. YÖK’ün kaldırılması gerekiyor, parasız eğitim, parasız sağlık olması gerekiyor. Ama bu üniversiteler, özel üniversiteler ve vakıf üniversiteleri ne yazık ki eğitimi paralı hâle getiriyor. Yani ne kadar çok paran varsa o kadar çok okuyabilirsin ya da eğitim olanaklarından faydalanabilirsin. Bu eşitsizlik aynı zamanda eğitim alanında eşitsizliği de beraberinde getiren bir durum.
 
Sadece böyle de değil. İşte biraz önce CHP Grubundan milletvekili söyledi. Aynı zamanda üniversitelerde akademik görev yapan öğretim görevlileri de çok ciddi sorunlarla karşı karşıya. Örneğin burada bir yasa çıkartıldı biliyorsunuz. Bu yasada öğretim görevlilerinin, orada çalışan, üniversitede çalışanların örgütlenme hakkı varmış gibi, 4857 sayılı İş Kanunu’yla örgütlenme hakkı varmış gibi gösteriliyor, bu konuda hiçbir sorun yokmuş gibi. Ama ne zamanki öğretim görevlileri örgütlenmeye başlıyor, sendikalı olmak istiyor, bu defa okul yönetimleri tarafından işten atılıyor. Yani burası bile nasıl yaklaşıldığının bir göstergesi.
 
Yine geçen dönem çıkartılan torba yasada, 6111 sayılı Kanun’la birlikte, öğretim görevlilerini, özellikle üniversitede asistan görevi yapanların işine son veriliyor. Yani iş güvencesi ortadan kaldırılıyor. Bunun için birçok üniversite görevlisi şu an eylemde. Dolayısıyla biz bütün bu sorunları birlikte tartışmak durumundayız.
 
Sadece mesele üniversite açmak değil. Evet, bugün 65′e yakın vakıf üniversitesinde 10 bine yakın insan istihdam ediliyor. Eğer bu cepheden bakılıyorsa, evet bir istihdam alanı var ama bu insanların gerçekten bilimsel, akademik bir üretim yapması, orada öğrencilerin demokratik bir sisteme katılması geleceğini kazanması açısından çok ciddi sorunlar var.
 
Yine üniversitelerin önemli şeylerinden birisi öğrenciler. Öğrencilere de burası bir müşteri gözüyle bakıyor. Yani üniversiteler bilimsel, akademik bir eğitim yapmak, öğrencileri geleceğe yetiştirmek yerine buraya bir müşteri olarak bakıyor ne kadar çok kâr getirecek ne kadar çok şey yapacak. Ki vakıf üniversiteleri aslında kâr amacı gütmeyen üniversiteler. Öyle ifade ediliyor. Biraz sonra belki bana böyle cevap vereceksiniz. Ama böyle bir şey değil. Ama daha çok ticarethaneye dönüşmüş durumda. Öğrencilerin demokratik tartışma yürütmesi, kültürel olarak kendisini ifade etmesi, sosyal olarak tartışmalar yürütmesinin olanakları yok.
 
Dikkat edin üniversitelerde en çok Kürt öğrenciler saldırıyla karşı karşıya kalıyor. Bunu hiç soran var mı? Yani neden? Ya da Aleviler saldırıyla karşı karşıya kalıyor. Geçen yıl içerisinde onlarca üniversitede öğrenciler arasında kavga çıktı, satırlı kavgalar yaşandı. Bütün bunların nedeni aslında buradaki etnik ayrımcılık, diyelim ki ırkçı yaklaşımların sonucudur çünkü toplumsal sorunlar, en küçük bir sorun siyasal bir sonuca dönüşüyor ve bu tartışmalar nedeniyle de öğrenciler okullarını bırakmak zorunda kalıyorlar. Sadece üniversitelerde değil, yaşadıkları alanlarda, örneğin Kütahya’da bu konuda çok ciddi şeyler yaşandı, Çorum’da yaşandı, İstanbul’da yaşanıyor. Üniversitelerde öğrenciler siyasi görüşlerinden dolayı ne yazık ki büyük tartışmaların, kavgaların ortasında kalmak durumda kalıyor, birçoğu da üniversitesini terk ediyor.
 
Yine, “Terörle Mücadele Kanunu” diye bir kanun var biliyorsunuz. Bu kanunun içine herkes giriyor, bu torba kanunun içerisine. Üniversitelerde toplumsal sorunlara ilişkin eylem yapan, yürüyüş yapan, örneğin Roboski katliamını kınayan öğrenciler hakkında soruşturma açılıyor, öğrenciler okuldan atılıyor ya da disiplin soruşturmalarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Bunlar çok ciddi sorunlar. Biz bütün bunları konuşmadan “Burada üniversite açıyoruz. Bu çok iyi bir şey.” diye konuşamayız. Bunları da birlikte konuşmak durumundayız. Eğer eğitim alanında bir şey konuşacaksak bütün bunların çözüm olanaklarını da birlikte tartışmak durumundayız. Evet, yeni üniversiteler açılsın ama bu yeni üniversiteler demokratik ve bilimsel olsun. Öğrencilere, gençlere parasız eğitim versin. Burada, demokratik tartışma ortamları yaratılsın. Buradaki öğretim görevlilerinin iş güvencesi sağlansın yani “Ne zaman işimden olacağım.” diye bir tartışma içerisine girmesin.
 
Sayın milletvekilleri, bu yasada bir yenilik belki, işte, yaşayan diller enstitüsü de kurulacak yani bu üniversite bünyesinde. Gerçekten bu da ilginç bir durum, yaşayan diller… Hangi dil yaşıyor, hangi dil yaşamıyor ya da buradan nasıl ifade ediyoruz? Hâlâ bu ülkenin çok temel bir sorunu olan Kürt sorununun çözüm taleplerinden biri olan ana dilde eğitim meselesine bile böylesine ilginç bir kılıf bulmuşuz. Yani ana dilde eğitim talebini karşılamak şurada dursun, bu konuda eğitim sistemini tamamen, Türkiye’yi, 2 dilli hâle getirmek ya da işte Türkiye’deki diğer diller, örneğin Araplar, Çerkezler, diğer halklar açısından da ana dilde eğitim veren okullar açmak, müfredatı buna göre değiştirmek ve burada bir toplumsal barış projesi hâline getirmek ki millî eğitimde buna başlamak gibi bir tartışma zaten yapılmıyor ama diyelim ki şeye de “yaşayan diller enstitüsü” diye. Bu yaşayan diller enstitüsünde hangi dillerde eğitim verilecek, bu belli değil. Kürtçe mi olacak, Arapça mı olacak, Türkçe mi olacak ya da neye göre bu dilleri “yaşıyor” ya da “yaşatmıyor” diyoruz? Bunun kendisinin bir problem olduğunu düşünüyoruz ve hâlâ, aslında, bu ülkede Kürt sorununun çözümü konusunda nerede olduğumuzu gösteren bir durum. Yani bir yandan “Bu sorunu savaş, çatışma temelinden çekelim, demokratik bir ortamda tartışalım.” diyoruz ama bir yandan hâlâ Kürt halkının varlığını kabul etmek, Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerinin olabileceğini kabul etmek ve bunun için diyelim ki yapacağımız bütün düzenlemeleri buna göre yapma konusunda hiçbir adım yok.
 
Dolayısıyla bunun kendisinin problemli bir şey olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Yani “yaşayan diller enstitüsü” yerine “Kürtçe enstitü” olsun burası yani Kürtçe eğitim… Ama Arapça da olsun yani eğer Arapça da verilecekse. Diyelim ki Ermenice verilecekse böyle olsun ama burada “yaşayan diller” deyip böyle muğlak bir şey bırakıp buna göre bir tartışmanın kendisi problemli. 21′inci yüzyılda hâlâ Türkiye sınırları içerisinde yaşayan 20 milyon bir halkın ana dilde eğitim talebini karşılamak bir kenara yani bu konuda ciddi anlamda bir problem var. Bütün bunların bir arada değerlendirilmesi gerekiyor.
 
Değerli milletvekilleri, sonuç olarak şunu ifade etmek istiyoruz: Evet, Türkiye’de ciddi anlamda eğitim alanında çok ciddi sorunlar var. Bunu bir bütün ele almak gerekiyor. Sadece öğrenciler açısından değil, sadece öğretim görevlileri açısından değil, bir bütün, Türkiye toplumu açısından bunu değerlendirmek gerekiyor. Bu sistemin kendisi ihtiyaçlara cevap vermiyor, yeniden düzenlenmeli. Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü bir perspektiften yeniden ele almak, cinsiyetçi ögelerden kurtarmak, eşitlikçi, demokratik bir yaklaşımla ele almak durumundayız. Aksi takdirde, sadece ticarethaneye dönüşmüş, yeni ticarethaneler açmış oluruz ki AKP bu konuda çok uzman, öyle biliyoruz; her şeyde kâr-zarar hesabı yapıyor, üniversitelerde bile kâr-zarar hesabı yapıyor. Önümüzdeki çıkartılacak YÖK yasa tasarısı da bunu meşrulaştıracak bir şey olacak.
 
Biz, buradan, bir kez daha, bu YÖK yasa tasarısının yeniden gözden geçirilmesi, mutlaka eğitim emekçileriyle birlikte değerlendirilmesi ve bu yasa tasarısı gelmeden gerçekten demokratik bir süreci, hem öğrencilerin hem öğretim görevlilerinin hem de toplumun ihtiyacını karşılayacak bir noktaya evrilmesinin önemli olduğunu düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.