Milletvekilimiz, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş: Kürt hareketi AKP ile hiçbir işbirliği yapmıyor, koalisyon yapmıyor, ittifak yapmıyor, ideolojik bir bütünleşmeye gitmiyor.

PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeniz nasıl geçti?
Bunu kısmen de olsa bazı demeçlerimde ifade ettim. Önemli bir toplantı, önemli bir siyasi dönemde gerçekleşmiş bir görüşmeydi. Son derece verimliydi, bütün gündemdeki temel konulara ilişkin tartışma yürütebildik. Kendisi de BDP’nin bugüne kadar ki çalışmalarından daha fazla bilgilenmiş oldu. Çözüm önerilerimize dair bilgilenmiş oldu. Biz de kendisinin sürece nasıl baktığını yüz yüze kendisinden birebir dinlemiş olduk. Bu yüzden oldukça faydalıydı. Zannedersem, kendisi de o toplantıdan memnun kaldı çünkü, bazı netleşmeyen konular orada yapılan toplantıyla, karşılıklı fikir alışverişiyle netleşmiş oldu.

Bir defa Sayın Öcalan stratejik değişikliğin hayata geçmesi konusunda kararlı olduğunu bu konuda net olduğunu o toplantıda da vurguladı. Kendi üzerine düşen ne varsa yaptığını ve yapmaya devam edeceğini belirtti. Ama sürecin hızını, sürecin kalıcılaşmasını belirleyecek şeyin de hükümetin atacağı adımlar olduğunu orada belirtti. Bazı somut konuşmalarımız, tespitlerimiz oldu tabi ki.

Size göre gerçekten müzakere süreci başlamış mıdır? Nasıl bir süreçten geçiyoruz şu anda?
Bence müzakerenin resmileşmesine az bir süre kaldı, resmi müzakere başladı demek için, daha süreç tamamlanmadı. Sayın Öcalan da bu görüşmede aynen şunu söylemişti: “hükümet bu geri çekilmeyle sürecin takibi, komisyonların kurulması konusunda adım atarsa resmi olarak da müzakereler başlamış olur.  Önemli mesafeler kat ettik ancak müzakereler hükümetin atacağı ilk adımlardan sonra başlamış olur benim için”  diyordu, biz de katılıyoruz buna.

Öcalan mesajlarında Meclis’e vurgu yapıyor, ciddi görevlerin düştüğünü söylüyor. Meclis bileşenleri bu durumun ne kadar farkında? Ve üzerine düşen görevleri yerine getirebiliyor mu?
Bir kere BDP ve Blok vekilleri olarak biz bu mesajları tartıştık, tartışıyoruz. Sürecin ciddiyetinin farkındayız. Sorumluluğumuzun farkındayız bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Fakat MHP’nin tavrı ortada, zaten MHP’den bir beklentimiz de yok.

CHP çok yalpalayan bir pozisyon izliyor.  Süreci anlamaktan uzak, değişimi, dönüşümü yönetme isteğinden uzak, biraz statik bir duruş sergiliyor ve sürekli kendi konumunu garanti altına almaya çalışıyor. Türkiye’deki özgürlüklerin gelişmesi konusunda bir hamle yapmıyor, yapma gibi bir niyeti de yok. Böyle bir iradesinin de olmadığı anlaşılıyor.

AKP’yi çok değerlendirmeye gerek yok AKP’nin potansiyelini biliyoruz. Ama bizim resmi muhatabımızdır. İktidardadır AKP. Bu süreçte bazı adımları atma zorunda olduğunun kendileri farkında. Fakat bu atılacak adımlar ne kadar demokratik olacak, ne kadar özgürlükçü olacak bu biraz bizim mücadelemize bağlı. Yani parlamentoyu bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, barışa çok hevesli, barışa hazır, barışa destek veren bir parlamento görüntüsü yok. Çok sığ ve geri tartışmaların, partizan çekişmelerin günlük siyasete, geleceğin mahkum edildiği, harcandığı  bir politik anlayış var  parlamentoda. Dolayısıyla parlamento çok da umut vermiyor.

Umut varsa parlamento dışındaki halkın özgürlük mücadelesinde, halkın kendi taleplerinin arkasında durmasındadır. O nedenle parlamentoya çok umut bağlamamak lazım.

Bu süreçte sosyalist, devrimci, demokrat güçlerin üzerine düşen görevler nelerdir sizce?
Bu önemli bir konu tabi ki. Çünkü çok farklı tartışmalar yapılıyor. Sayın Öcalan’ın çağrısı sonrası sanki AKP’yle bir ittifak var, İslam bayrağı altında Türk Kürt birlikteliğinin yeniden inşası ve kabulü gibi bir mesaj ısrarla, çarpıtılarak verilmeye çalışılıyor. Bu doğru değil.

Bir defa mektubun baştan sona bütünlüklü ele alınması, her paragrafın ayrı ayrı değil, diğer paragraflarla, diğer mesajlarla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü orada sadece muhafazakar İslami kesimlere çağrı yok, onun dışındaki bütün kesimlere çağrı var. Tek bir ideolojik perspektiften bakmak yerine herkese aynı barış duygusu altında buluşma çağrısıdır. Ortadoğu’nun, Mezopotamya’nın Kürdistan’ın, Anadolu’nun bütün halklarına, kültürlerine, tarihten gelen bütün inançlarına, mezheplerine bir helalleşme, bir kucaklaşma çağrısıdır. Birbirine düşmanlığı bitirme çağrısıdır, yoksa birbirlerine karşı demokratik mücadeleyi bıraktırma çağrısı değildir. Bu demokratik mücadele sürecek. Silahlı mücadele bitse de kendisi de gösteriyor ki fikir mücadelesine, demokratik siyaset sahasına geçilmiş olacak. Dolayısıyla burada silahlı mücadelenin bırakılma aşamasında, ortaya konulan perspektifin doğru anlaşılması lazım.

Demokrat, sol, sosyalist kesimler bugüne kadar Kürt hareketinin onurluca yanında olmuş kesimlerdir. Birçoğu en azından böyledir. Ve tereddütsüz bir şekilde Kürt halkının kendi kaderini belirlemesi konusunda son derece onurlu, ilkeli durmuşlardır. Bundan sonra da aynı ilkelilik çerçevesinde hem Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yanında olmak, hem işbirliği, ittifak yapmak, hem de Türkiye’nin genel demokrasi mücadelesinin öncülüğünü yapmak Türkiye demokratlarının, sosyalistlerinin, ilericilerinin görevidir. Ben bu görevi bugüne kadar yaptıkları gibi layıkıyla yapacaklarını düşünüyorum.

Bir defa şu net olarak anlaşılmalıdır, Kürt hareketi AKP ile hiçbir işbirliği yapmıyor, koalisyon yapmıyor, ittifak yapmıyor, ideolojik bir bütünleşmeye gitmiyor. Resmi olarak devleti yöneten, hükümet olan iktidarla müzakere yürütüyor. Bunun ötesinde başka bir ilişki, başka işbirliği sözkonusu değil.

Öbür türlü değerlendirmelerin hepsi hepimizi zayıflatacak, kafa karışıklığına yol açacak şeylerdir. 30 yıllık, 40 yıllık Kürt özgürlük hareketine güven duyan herkesin bu müzakere sürecinde de Kürt hareketinin arkasında olması hepimiz açısından önemlidir. Çünkü demokratik siyaset aşamasına geçilince ortaya çıkacak boşluğu bizler dolduracağız. Türkiyeli, ilericiler, devrimcilerle bizler dolduracağız. Şimdi AKP’ye karşı demokrasi, özgürlük mücadelesi siyaset aracılığıyla ilerici bir mücadeleyi bizler yürütmeyeceksek ve sanki AKP’yle bir ittifak varmış gibi, aynılaşmış gibi bir havaya girersek bütün sahayı AKP’ye teslim etmiş, terk etmiş oluruz. Bu, çok tehlikeli bir şeydir.  Buna herkesin çok dikkat etmesi lazım. Özellikle de bizim bugüne kadar Türk İslamcı, yeşil faşizme karşı ideolojik duruşumuzun biliniyor olmasına rağmen sanki bu çerçevede bir işbirliği ve gelecek tezahürü varmış gibi eleştirilere kimsenin kulak asmaması, bugüne kadar yürüttüğümüz mücadeleyle, işbirliğiyle, ortaklıkla, ittifakla, aynı cephede omuz omuza yürüttüğümüz mücadeleye herkesin güvenmesi lazım.

Kimi çevrelerde PKK’nin sosyalizmi unuttuğu, sosyalist ideolojik bakış açısını unuttuğu ve daha geriden bir bakış açısının olduğu suçlamaları da var?
Doğru, onları okuyoruz, izliyoruz. Bir defa PKK sol karakterini, merkez itibariyle sol  karakterini hiç bir zaman terk etmedi. Bu çağrıda da öyle bir mesaj yok. Sadece tarihi referansların ve bu referansların uyulmayan hukukuna atıfta bulunuyor. Yani, “o tarihi referanslardaki hukuka uysaydınız” diyor, “aslında bu sorunların birçoğu yaşanmamış olacaktı.” Çünkü o tarihteki daha ortada Sosyalizm yokken, ortada etnik kimlik yokken Türklük, Kürtlük yokken, ortada ulus diye bir şey yokken Kürt kavmi, Türk kavmi ve diğer kavimler Anadolu, Mezopotamya coğrafyasında birlikte yaşıyorlardı ve özellikle Türk ve Kürt kavmini bir arada tutan şey İslamiyet’ti. Fakat o zamanki hukukta ne katliam vardı, ne birbirini inkar vardı, ne soykırım vardı, ne de zorla asimilasyon vardı... Sayın Öcalan mektubunda bunlara değiniyor. Dolayısıyla aslında şunu demek istiyor. Bir taraf bu hukuka uymadı ve bunları yaptı. Aslında İslam hukukunda bunlar yoktu, olmamalıydı. Şimdi diyor “siz yeniden bu hukuka saygı duyuyorsanız -muhafazakar çevrelere seslenerek bunu söylüyor-, bu hukukun gereğini yerine getirin.  Zorla asimilasyon, katliam, fetih anlayışından vazgeçerek birlikte yaşamayı kabul edin; çağrım budur” diyor.

Şimdi buradan yola çıkarak, “gelin, geçmişte olduğu gibi İslam bayrağı altında başkalarını keselim, ezelim biz birlikte bir emperyal güç olalım”, böyle bir çağrı değil.  Solcuların sosyalistlerin okumayı bu kadar dar yapmaması lazım.Yani bizim Müslüman, muhafazakar, İslami kesim dediğimiz bir mahalleye sıkışmış dar bir grup değil. Ortadoğu’da on milyonlarca yüz milyonlarca halk topluluğundan söz ediyoruz. Solcular, Sosyalistler toplumun realitesine, gerçeğine bakacaksa bunlar yokmuş, bu değerler yokmuş gibi davranarak hareket edemez, siyaset yapamazlar. Sayın Öcalan bütün bu çevrelere ayrı ayrı seslenerek, hepsinin duygularına ve hepsinin anlayışına ve hukukuna hitap etmeye çalışıyor sadece. Bunu doğru anlamak gerekiyor.

Şimdi sürecin ikinci boyutu olarak anayasal haklar konusu öne çıkacak. Böylesi taleplerde olacak. Bunları biraz açar mısınız, nasıl anayasal haklar?
Birinci aşama dediğimiz silahların susması aşaması. Henüz tamamlanmış bir süreç değil. Daha bu süreç tamamlanmadan herkes şunu sorgulamaya çalışıyor, “ne kazanıldı da silahlar susuyor”. Oysa bunlar aşamalardır. Ve AKP’den biz, Kürtlerin veya Türkiye’deki bütün  ezilenlerin tamamının taleplerinin karşılığında silahların susması gibi bir pazarlık içerisinde değiliz. Bir mücadele değişikliği aşamasına geçiliyor. O nedenle AKP’ye karşı, ikinci aşamada, hak ve özgürlüklerin kazanılacağı aşamada, bir demokrasi mücadelesi yürüteceğiz ve orada demokratik muhalefetimizi yükselteceğiz. Görünür hale getireceğiz talepleri, daha fazla bastıracağız ve şunu isteyeceğiz; “madem demokratik siyaset aşamasına geçiliyor o halde demokratik siyasetin bütün kanallarını açmak zorundasınız.”

Seçim barajı, ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı, gösteri ve yürüyüş hakkı, miting hakkı, siyasi partilere hazine yardımı, basın özgürlüğü tüm bu konularda ve Terörle Mücadele Kanunu’nda, engelleyici bütün yasalarda değişiklik yapması lazım.  Şimdi AKP bu değişiklikleri yaparsa gerisi artık önemli ölçüde bizim işimiz, bizim görevimizdir. AKP’den bütün ezilenlerin hakkını, hukukunu teslim etmesi diye bir beklenti içersinde olmak AKP’yi devrimci sanmaktır. Bu yanlış olur, yanılgı olur. Ama AKP demokrasi mücadelesi için, barışçıl bir mücadele için asgari standartları yaratmak zorundadır ve giderek bu standartları azamiye doğru götürmek zorundadır. AKP bunun taahhüdünü vermiştir. Bunu söyleyebilirim. Çünkü Başbakan da kamuoyuna açıkça çağrı yaparken, “silahı bırakın gelin siyaset yapın” diyor. O halde siyasetin kanallarını açmak zorundasın. Bunları bir reform ile açmak zorundasın. Ötesi zaten bizim mücadele ile kazanacağımız şeylerdir.
İkinci aşamada bütün özgürlükler bir defada kazanılacak diye bir şey yok. Ama özgürlüklerin bir kısmıyla birlikte özgürlüğe giden yolun açılması söz konusu olacaktır.

Yeni Anayasada olmazsa olmazlarınız var mıdır, nelerdir?
Bir kere tekçi millet, tekçi devlet konularında, ulus-devlet, yargı bağımsızlığı, anadil hakkı, vatandaşlık tanımı ve diğer kültürlerin, inançların, mezheplerin özgürlüğü konusunda biz asla geri adım atmayız. Bu bizim ilkesel duruş ve tutumuzdur. Ama bunu bir defada başarabilir miyiz, keşke bunu yapabilsek, bu biraz zaman alacaktır. Bu, biraz mücadele işidir. Biz bu özgürlüklerden asla vazgeçmeyeceğiz.  

Peki HDK'nin tüm bu müzakere sürecinde nasıl bir rol oynayabileceğini düşünüyorsunuz? Nasıl bir rol alması gerekir?

Halkların Demokratik Kongresi önümüzdeki dönem belki bu yaz aylarında büyük bir konferans toplayabilir. Zaten Sayın Öcalan’ın önerilerinden biridir bu. Doğu’da DTK, Batı’da HDK çözüme dair büyük bir konferans toplayıp, bütün bir süreci yakından takip edecek bir yürütme kurulu, komisyon vb çıkarabilir. Bu konferansla birlikte çözüm sürecinin muhataplarından, taraflarından biri haline gelebilir. Batıda özellikle, çözüm sürecinin halka anlatılması halkın taleplerinin hükümete karşı görünür hale getirilmesi ve demokratik siyaset alanı genişleyeceği için sokakların örgütlenebilmesi, seçimlere güçlü hazırlanabilmesi bütün bunlar HDK’nin önünde duran temel görevleridir. Bunu yapabilecek potansiyeli vardır HDK’nin. Biz HDK bileşenleri, içindeki partiler, şahsiyetler, bütün kurumlar eğer bu yeni sürece büyük bir fırsat olarak bakarsa ve silahların sustuğu ortamda siyasete daha fazla fırsatın ortaya çıktığını görür ve iyi değerlendirirsek, hızla büyüme imkanına sahibiz diye düşünüyorum.

HDK’ye bir çağrınız, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Halkların Demokratik Kongresi bizim çok önemli bir platformumuzdur. Bizim de bileşeni, üyesi olduğumuz, bileşeni ve üyesi olmaktan onur duyduğumuz güçlü bir platformdur, kongredir. Ben HDK’deki arkadaşlara bugüne kadarki yaptıkları özverili çalışmalardan dolayı teşekkürlerimi sunuyorum. HDK gençliğine, HDK kadın çalışanlarına, daimi meclisine, sözcülerine, bütün arkadaşlara şükranlarımı sunuyorum.
Bu bağ, bu birliktelik bizim Türkiye’de Kürt özgürlük mücadelesi ile Türkiye’deki devrimci mücadele arasındaki şu anda en etkili, güçlü bağdır. Bu bağın daha da güçlenmesi, kopmaması için bizim de, HDK bileşenlerinin de çok daha fazla çaba sarf etmesi gerekecek. Bir defa şu tartışmayı da hatırlatarak sonuçlandırmak gerekir, önümüzde seçimler var ve bizim her halükarda ittifak yapacağımız, birlikte hareket edeceğimiz şu andaki tek platform HDK zeminidir. Bunun dışında hiçbir ittifak arayışımız yoktur. Tabi ki yeni ittifaklara HDK olarak açık olmalıyız. Başka ittifaklara, dışarıdan yeni katılımlara açık olmalıyız ama HDK’yi bir tarafa bırakıp başka siyasi partilerle, başka güçlerle bir ittifak arayışımız asla olmayacak. HDK bunu kabul ettiği müddetçe, bu ilişkiye açık olduğu müddetçe biz BDP olarak başka bir zemin arayışı içinde asla olmayacağız. Dolayısıyla önümüzdeki seçimlere güçlü hazırlanabilmenin bu yaz itibariyle büyük bir zemini, fırsatı doğmuştur. Bütün HDK bileşenlerini, partimiz dahil olmaz üzere herkesi bu duygularla görev başına davet ediyorum. Görev artık bizdedir. Bugüne kadar çok can yakan, çok acılı olan silahlı mücadele artık son aşamasına geldi. Görev demokratik siyasetindir, hepimizindir diye düşünüyor, daha sıkı çalışmaya, mücadeleyi yükseltmeye davet ediyorum. Bütün HDK bileşenlerini saygıyla selamlıyorum.
29.03.2013