Milletvekilimiz, BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak: "Barış Yolculuğuna Katkı Sunalım"

İmralı'da başlayan görüşmelerin ardından barışa yakın mıyız?
Barış iktidarın tekelinde değil. 'AKP Hükümeti, Başbakan lütfederse barış olur, onlar isterse barış olur'. Bu yaklaşım doğru değil. Dünyanın hiçbir yerinde egemen güç, haksızlık yaptığı kitleye karşı, bir gün sabah kalkıp 'Ben artık vazgeçtim, bundan sonra bu yanlışları yapmayacağım' demiyor. Toplumsal muhalefetin gücüyle yürütülen mücadele ile bu konuda artık bu politikayı sürdüremediğini fark ettiği yerde değişim ihtiyacı doğuyor. O nedenle barışa yakın olup olmamayı hem Kürtlerin hem Türkiye demokrasi güçlerinin mücadelesine bakarak tarif edebiliriz. Güçlü mücadelemiz varsa, bu konuda taleplerimizi daha güçlü savunabiliyorsak, 'Artık bu böyle gitmez, bizi böyle yönetemezsiniz' diyebilirsek barış daha yakındır. Bunu yapmak gerekiyor. İkincisi barış, en nihayetinde varmak istediğimiz yer olarak tanımlanıyor. Bu bir yolculuk. Bunun startının verilebilmiş olması önemli. Bu yolculuğun nasıl seyredeceğini tarafların pozisyonları belirleyecek. Barış süreci denilen süreçler dinamik süreçlerdir. Bu yolculuk içerisinde taraflar nasıl pozisyon alırlar, ne gibi politikalar izlerler, ne gibi araçları kullanırlar? Bütün bunlar bu yolun nasıl bir serüven olacağını, nereye varılacağını belirleyen şeylerdir.

Demokratik güçler bu sürece hazır mı?
Bu konuda çok önemli bir sorun var: Beklemek. Kamuoyunda ve demokratik muhalefette bir bekleme pozisyonu hakim. Beklemek hiçbir şekilde bu sürece katkı yapmaz. Çünkü, yolculuk devam ediyorsa; her birimizin tek tek yaptıkları bu yolculuğa biçim verecektir. Türkiye demokrasi güçleri, Kürt halkının mücadelesi için de böyle. Her birimiz bu yolculuğun nasıl ilerlemesini istiyorsak, o konuda sözümüzü söylemeliyiz, gücümüzü açığa çıkartmalıyız, örgütümüzü güçlendirmeliyiz, taleplerimizi yükseltmeliyiz ancak bu şekilde bu yolculuğa biçim verebiliriz, katkı sunabiliriz.

Bu söylediğiniz çerçevede HDK'ye nasıl bir misyon biçiyorsunuz?
HDK çok büyük bir rol oynayabilecek önemli bir potansiyel içeriyor. Biz barışı, toplumsal barış olarak tanımlıyoruz. Devlet toplumsal barışı bozan pozisyonda. Barışı sadece Kürtler ile devlet araasında bir müzakere konusu gibi algılarsak, buradan doğru bir sonuç çıkmaz. Müzakere sürecine Türkiye'nin demokratik kamuoyunun da çok güçlü bir şekilde katılması lazım. 'Nasıl bir barış?' sorusuna Türkiye'nin demokrasi güçlerinin de cevap vermesi lazım. Trakya'nın da, Karadeniz'in de, İçanadolu'nun da, Ege'nin de sözünü söylemesi gerekiyor. HDK bu sözü örgütleyebilir. 'Kürtlerle birlikte eşit yurttaşlık hukuku içinde yaşamak istiyoruz, devlet artık bunu kabul etsin' diyen bir sesin çıkması lazım. Aksi takdirde Kürtlerle devlet sadece başbaşa kalırlarsa buradan tüm Türkiye'nin demokratikleşmesine de hizmet eden güçlü bir güzergah çizmek çok mümkün olmayabilir. Kürtlerin bu konuda daha güçlü bir toplumsal zeminleri ve örgütleri var. Ama ben, Türkiye'nin batısında da böyle bir potansiyelin varlığına inanıyorum. Bu açığa çıkartılabilir. Dünyadaki bütün örneklerde de böyledir. Egemenleri çözüme zorlayan iki faktör vardır. Birincisi, ezilenlerin, mazlumların -burada Kürt halkı- yürüttüğü mücadeledir. İkincisi de egemenlerin üzerinde siyaset yaptığı zeminden itiraz seslerinin yükselmesidir.

Türk halkı yakın mı bu itirazı yükseltmeye?
Türkiye halkının bu sesi çıkartması lazım. Buna inanıyorum. 100 yüzyıllık kışkırtıcı, milliyetçi, ayrımcı ve tahakkümcü bir devlet zihniyeti var. Ancak hala toplumsal zeminde istediği düzeyde bir ırkçılık, çatışmacı zihniyet yaratamamıştır. Türkiye toplumunu, medyanın tüm kışkırtmalarına rağmen eşitlik duygusuna her zaman daha yakın bir pozisyonda görüyorum. Bunu açığa çıkartmak lazım. Elbette, 12 Eylül faşist darbesinin yarattığı bir dezavantaj var. Darbeden sonra Türkiye'deki demokratik muhalefet, sol, sosyalist güçler çok büyük darbeler aldılar. Bunun yarattığı tahrip olmuş bir zemin var. Ama en nihayetinde bir potansiyel de var. Türkiye'nin batısında bir yolsul köylünün, bir emekçinin, Kürtlerin dilinin yasaklanmasından ne gibi bir çıkarı olabilir ki! Yoktur. Tam tersine kaybı var. Kürt dilini yasaklamak için sürdürülen savaşa çocuklarını göndermek zorunda. Binlerce aile askere gönderdiği çocuğun sağ dönüp dönmeyeceği kaygısıyla yaşıyor. Kimse bunu hak etmiyor. Doğru bir temelde topluma gidilirse, 'Kürtlerin dilini yasaklamak için benim çocuğumu savaşa gönderemezsin'sesinin çıkabileceğine inanıyorum.

HDK'nin Karadeniz ziyareti, bahsettiğiniz doğru temel için nasıl bir örnek?
Şimdiye kadar 'Gitmeyin, temas kurmayın' baskısı yaratıldı. 'Demokratik muhalefeti örgütlemek için Kürtlerden uzak durmak lazım' yaklaşımı giderek bu demokratik zeminleri milliyetçi, ulusalcı kanallara terk etmiş oldu. Karadeniz gezisi bu yaklaşımı sorgulatacaktır. Toplum kendisine gidilmediği, ulaşılmadığı, paylaşılmadığı için çok farkında değil. 'Kürtlerle, Türkiye demokratik muhalefeti yanyana durursa genişleyemeyiz' diye baskıyla Türkiye'de demokratik muhalefetin güçlenmesi engellendi. Ayrıca demokratik muhalefet giderek içine kapanmaya ve Kürt sorunundan uzaklaşmaya başladı. AKP kendi tabanıyla Kürt sorununu konuşabiliyor ama Türkiye'nin sol sosyalist devrimci güçleri halkla Kürt sorununu konuşamıyor. Böyle olmamalı. HDK'nin Karadeniz gezisinin bir başlangıç olacaktır.

İmralı görüşmelerinden bir sonuç çıkmadı, çözüm için bir ilerleme sağlanmadı. nasıl bir tablo bekliyor bizi?
Şimdiden sonuç çıkmayacak üzerine konuşmak yerine bir sonuç çıkması için zorlamak lazım. Tüm çabalarımıza, katkılarımıza rağmen barışa, çözüme doğru giden bir yolun önünü açamazsak ondan sonra konuşuruz. Ama şimdi bence görüşmeleri ilerletmek için ne yapabiliriz.

İlk kez hükümet ve devlet bütün organlarıyla birlikte 'Hem fikir olduk, Öcalan'ı muhatap aldık, onunla konuşacağız' diyor. MGK de kararlar aldı. Başbakan, 'Benim görevlendirdiğim heyet gitti, görüşüyor' dedi. Bunu istikrarlı bir şekilde bir kaç aydır söylüyor. Bu önemli bir başlangıç. Çünkü en nihayetinde muhataplık krizi bitti. 10 yıldır biz bu ülkede muhataplık kriziyle uğraşıyoruz. Demokratik Toplum Partisi, 'Sayın Öcalan muhataptır' dediği için kapatıldı. Bedeli de bu kadar da ağırdı.

Söylememiz gereken şey şudur: Bu görüşmeleri asla kesmeyin. Ön şartlar koşarak görüşmeyi engelleyecek, tökezletecek bir tutum içerisinde bulunmayın. Kamuoyundan, aydınlardan, kadınlardan, herkesten destek isteyin. Görüşmelerin artık dünyadaki diğer barış süreçleri gibi kurumsallaşan yapılarıyla birlikte güvenceye alınabileceği kanalları oluşturun.

Maç seyreder gibi 'İmralı'da ne olacak? Sayın Öcalan ne diyecek? Hükümet ona ne dayatacak?' diye bakarsak bu çok yanılgılı olur. Sayın Öcalan'a da büyük bir haksızlık olur. 'Ya hükümetin dediklerini kabul edecek ya da süreci bozacak.' Böyle bir ikilem karşısında bırakmak çok büyük bir yanlış olur. Hem Kürtlerin tüm aktörleri -BDP de dahil- hem de Türkiye muhalefeti, sürecin ilerletilmesi için sözünü söylemeli, imkanlar açığa çıkartmalı. AKP'nin bir takım hesapları olabilir. Güncel reel politik ihtiyaçlarına göre bu süreci dizayn etmek isteyebilir. Belki de AKP kendisine başkanlık sistemini getirecek bir anayasa yapmak için bu süreci kullanmak istiyordur.

Ancak hepimiz doğru bir yerde durursak, politika üretirsek, bu sürecin müzakere ve barış sürecine doğru yol alması için yol, yöntem bulursak, araçları güçlü kılarsak AKP kafasındaki B ve C planına rağmen bu yolun içerisinde ilerleyebilir. Çünkü Türkiye'de şu anda gerçekten en çok alıcısı olan şey barıştır. AKP de kolay kolay barışa sırtını dönemez.

Bu işi AKP'nin, Başbakan'ın iki dudağının arasından çıkaracak bir aktivasyon içerisinde olmamız gerekiyor. Dünyada da böyle olmuştur. Liderler buna karar vermiş ve başlatmıştır ancak ondan sonra komisyonlar kurulmuştur, kurullar oluşturulmuştur, müzakere masasının etrafı tahkim edilmiştir. Bunu yapmamız lazım.

Dünyadaki diğer örneklerde bu tür süreçlerde liderlerin pozisyonlarını güçlü bir şekilde pozitif katkıya dönüştürmek için barış komisyonları, demokratikleşme, anayasa ve hakikat komisyonları kuruluyor. Bu gibi komisyonların kurulup bunların bir an önce resmileşmesi ve çalışması için teşvik etmeliyiz.

Bu süreçte hem Kürtler, hem Türkiye demokratik muhalefeti, hem HDK güçlü politikalarla kamuoyunun önüne çıkmalıdır.