Şuranız, Yok Hükmündedir

19. Millî Eğitim Şûrası, geçtiğimiz hafta düzenlendi ve tavsiye kararları 6 Aralık’ta açıklandı. Amacı eğitimin niteliğini yükseltmek, akademik, pedagojik, entelektüel açıdan yeni, geliştirici önerilerde bulunmak olan şûraya kimlik, din, kültür, güvenlik, piyasa endeksli tartışma ve tavsiye kararları damgasını vurdu.

Katılımcıların eğitimin her alanından çeşitliliği sağlayacak biçimde davet edilmediği âşikâr olan Şûra, Eğitim Bir Sen adlı hükümete yakınlığı ile bilinen sendikanın güdümünde gerçekleşti. Toplantılar esnasında basına yayın yasağı getirildi. Ne katılımcıları ne de yöntemi açısından şeffaf olan bu Şûra, önümüzdeki yıllarda okullarda karşılaşacağımız, çocuklarımıza yaşatılacak kâbusun ipuçlarını verdi. Görüyoruz ki, bundan sonra ‘tek'leştirmenin, asimilasyonun, piyasa koşullarının şiddetli müdahalesini, harcı güçlendirilen Türk-İslam çatısı altında daha sert hissedecek ve yaşayacağız.


Yeni hapishanelerin inşasının harcı olarak Şûra kararları
Bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz çoğulcu, özgürlükçü, laik, eşitlikçi, demokratik bir hattın kurulmasıyken, Şûra’nın kararları bunun tam tersi bir hattı işaret etmektedir:

“Kendi kültürümüz”, “Türk müziği/musikisi”, “Türk Halk Müziği”, “Doğru Türkçe”, 1., 2., 3. sınıflarda da zorunlu “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersi, İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi dersinin kaldırılması; “Değerler eğitimi”nde “etkin” ve “sarmal” bir planlama, “Osmanlı Türkçesi” dersinin sosyal bilimler lisesinde olduğu gibi, Anadolu imam hatip lisesinde zorunlu, diğer orta öğretim kurumlarında ise seçmeli ders olarak okutulması, “bilim ve medeniyet tarihimiz”de öne çıkan düşünür ve bilim insanlarına yer verilmesi; “geleneksel sanat”lardan “Hat, Ebru, Tezhip ve Minyatür”ün programa dahil edilmesi; Alkollü İçki ve Kokteyl Hazırlama dersinin ve bu alandaki stajın kaldırılması; liselerde zorunlu Din derslerinin 2 saate çıkarılması; “Kutlu Doğum Haftası”, “Muharrem Ayı” ve “Aşure Günü”nün Belirli Gün ve Haftalar kapsamına alınması...

Buradaki "biz", elbette Türk ve Sünniler. Gerek 2014-2015 eğitim öğretim yılının başındaki kılık kıyafet yönetmeliğindeki değişiklikler, gerekse karara bağlanmamış ve gündem dışı bırakılmış olsa da karma eğitimin kaldırılması önerileri ve yukarıdaki konular toplumun devlet eliyle inşasında çıtanın Türklük ve İslamiyet, ahlâk, gelenek ve muhafazakârlık açısından yükseltildiği, 90 yıldır süren milliyetçi muhafazakâr hattın ezel'den ebed'e taşınmasına kararlı olunduğu görülmektedir. Oysa iyi biliyoruz ki, bu anlayışta, coğrafyanın tüm halkları yer almaz. Bu kararlar gösteriyor ki, asimilasyon ve inkâr politikaları devletçe sürdürülecek; Aleviler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Çerkezler, Süryaniler... yok sayılmaya devam edilecektir.

Halkların Demokratik Kongresi, coğrafyanın bütün dillerini, dinlerini, kimliklerini, cinsiyetlerini, kültürlerini kapsayacak, kucaklayacak ve beraber yaşamanın yollarını yine beraber keşfetmelerine zemin sağlayacak okullardan, halkların okullarından yanadır. Birinin, öbürünü dışarıda bırakmadığı; kamusal alanların, bedenin, ihtiyaçların, yaşam biçimlerinin devlet eliyle tekçi bir şekilde dizayn edilmediği, özgürlükçü, laik, demokratik ve eşitlikçi bir sistem, biliyoruz ki hayal değildir.

Güvenlik yasasının işbirlikçisi okul güvenliği
Söz konusu uygulamaların amacı, umudu kırmak, yok etmek; korku duvarları kurup herkesi o duvarların içerisine hapsetmektir. Zira Şûra’nın "Okul Güvenliği" başlığı altında aldığı kararlar son günlerde hazırlanmış olan güvenlik yasasının tamamlayıcısı niteliğindedir. Devlet, kendi dar, ahlâkçı ve muhafazakâr bakışıyla onaylamadığı her davranışı "suç" kapsamına almakta, sınırları ve tanımı belirsiz ifadelerle okulları disiplinhanelere; "verimli", "etkili", "başarılı" gibi ifadelerle neoliberal piyasa koşullarını dayatarak ticarethaneye dönüştürmektedir. "Güvenlik" ve "huzur" diyerek okulları "suç merkezi", öğrencileri "makul şüpheli", ehlileştirilmesi ve evcilleştirilmesi gereken "şeyler" olarak gördüğünü ifşa etmektedir. "Okul güvenliği tek başına eğitimcilerin çözebileceği sorun değildir" diyerek velilerden, yerel yönetimlere, emniyete herkesi bu göreve davet etmektedir.

Belli ki "okulların güvenliği"ni güvenlik yasasının tamamlayıcısı olarak görmektedir. Zira bu kararlarda “riskli alanlar, risk grubundaki öğrenciler, uygunsuz davranışlar/kullanımlar, suç teşkili, denetim, disiplin, caydırıcılık, uzmanlık, ödüllendirme” gibi ifadeler son derece muğlak, esnek, kişilere bağlı, her tür baskıcı uygulamaya ve yönteme yol açan militarist ifadelerdir. İhtiyaç duyulduğunda emniyet güçlerinden yardım alınması, öğrencilerin emniyet ve sağlık kurumlarındaki bilgilerinin okul yönetimleriyle paylaşılması, disiplin yönetmeliklerinin ilkokullar ve ortaokullar için de çıkarılması gibi güvenlik esaslı bu kararlar, henüz tavsiye olsa dahi okulların hali hazırdaki otoriter ve totaliter yapısını daha da korkunç hale getirecektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvenlik arzusu ve paranoyası temelli uygulamalarını bu coğrafyanın ezilenleri, halkları, işçileri, yoksulları, kadınları iyi bilir. Ülkeyi kocaman bir açıkhava cezaevine çeviren; asker ve emniyet güçlerine, esnafa, medyaya, kendi seçmenine, kendilerinden olmayanı denetleme ve bu sayede güvenliği sağlama görevi veren bir hükümet bu sefer, toplumu dizayn ederken en güçlü aracı olan okullara, öğretmenlere, velilere bu görevi yüklemekte, emniyet güçlerini de onların hizmetlerine sunmaktadır. Öğrencilerin adı, sanı, cismi yoktur, onlar potansiyel suçludur.

Piyasa ve güvenlik sarmalında öğretmene çıkış yok
‘Öğretmen ve Eğitim Yöneticilerinin Niteliğinin Artırılması’ başlığı altındaki kararlarla da çalışma koşullarını neoliberal sistemin "kişisel gelişim", "kariyer", "rekâbet", "çekişme", "yükselme" gibi esaslarına dayandırarak öğretmenlere piyasa koşullarını dayatmaktadır. Öğretmeni ve yöneticileri okullardaki "asker/polis" olmaya da örtük bir biçimde zorlamış olacaktır. Görevlendirme, atama, döner sermaye alanlarında her tür çekişme, gruplaşma, kadrolaşmaya yol açacak kararlarıyla Türk/Sünni İslam ağını örer, piyasayı da bunlara ekleyerek tamamlar.

Reddediyoruz...
Biz HDK olarak, 90 yıldır süregelen otoriter, ‘tek'çi, asimilasyoncu, muhafazakâr bu eğitim sistemini reddediyoruz. 1920'lerden bugüne "devlet baba"lar değişse de, yöntemde hiçbir değişiklik olmayan bu yaklaşımı kabul etmiyor, "baba"lardan azâde hayatlar kurmak için hayallere, akla, arzulara, meraklara, keşfetmeye, yaratıcılığa, becerilere gem vurmayan; varlığını devletin, milletin, şu veya bu kutsalın veya yüce önderin varlığına emanet edecek nesiller yetiştirmeyi hedeflemeyen; çoğulcu, demokratik, ekolojik, özgürlükçü laik yaşam alanlarını hep beraber kurmayı istiyoruz. Dinlerin, dillerin, cinsiyet kimliklerinin okullarda dayatılmasına karşıyız. Herkesin anadilinde eğitim aldığı çok dilli, çok kimlikli, çok kültürlü okullardan yanayız.

Buralar barışın, adaletin, antimilitarizmin, eşit yurttaşlığın, demokrasinin, özgürlüğün, özerkliğin, akıl yürütmenin, tartışmanın, sorgulamanın, yıkmanın, kurmanın, okumanın, yazmanın, edebiyatın, sanatın, bilimin, tarihin, felsefenin, dillerin, dinlerin, cinsiyetlerin, kâinatın haklarının; hakikatin, aşkın, bedenin, kavganın, isyanın, direnişin, coşkunun okulu olacak. Bizler her birimiz, bunu mümkün kılmanın sınırlarını zorlayabildiğimiz oranda, halkların barışını ve rengarenk okullarını da kurmuş olacağız.

HDK Yürütme Kurulu
10 Aralık 2014