II. Demokrasi ve Barış Konferansı Sonuç Bildirgesi

20.10.2014

II. Demokrasi ve Barış Konferansı Sonuç Bildirgesi

18–19 Ekim 2014, Ankara

II. Demokrasi ve Barış Konferansı, bölgesel egemenlik kavgalarının emperyalizm ve hegemonyacılıkla iç içe geçerek sertleştiği; Filistin halkının İsrail işgal yönetimine direnişinin katliamlarla cezalandırıldığı; Irak ve Suriye’de Kürt, Arap, Ermeni, Nusayri ve Êzidilerin özgürce ve eşit bir arada yaşama umutlarının mezhep ve kimlik ayrımcılığını körükleyen kanlı vekâlet savaşlarıyla boğazlandığı; Erdoğan-Davutoğlu’nun bir “bölgesel güç“ olma hırsıyla Türkiye’ye ithal ettikleri bu vekaleten savaşın, Cumhuriyet’in süregiden tekçilik, inkarcılık ve asimilasyonculuk pratikleriyle de kaynaşarak büyük altüst oluşlara ve kırılmalara yol açtığı bir dönemde toplandı.

Kürt Sorunu’nun “demokratik siyaset” ile çözümü için Mart 2013’te Âmed Newroz alanından “milyonların şahitliğinde” yükselen çağrının

- Bütün Türkiye’ye dalga dalga yaydığı barışma ve “helalleşme” havasının dağılmaya yüz tuttuğunu;

- Hükümetin uluslararası sorumlulukları ve Kürt halkına yönelik taahhütlerine karşın IŞİD’in Şengal’de ve Kobanê’de işlemeye devam ettiği insanlık suçlarına, açık soykırım teşebbüsüne karşı harekete geçmeyi reddettiğini;

- Kobanê ve Rojava’yı tehdit eden IŞİD istilasına karşı Türkiye’yi dayanışmaya çağıran Kürt halkının ve politik güçlerin üzerine asker ve polisin yanında ırkçı paramiliter çetelerin de sürülerek “iç çatışma” pratiklerinin devlet eliyle uygulamaya sokulduğunu;

- Sokaklara dökülen devlet şiddetinin “kamu malını koruma” gerekçesiyle onlarca insanın canına acımasızca kıymaktan kaçınmadığını;

- Nefret söylemi ve linç kültürünün bizzat devlet ve hükümetin başındakilerce hortlatıldığını tespit eden Konferansımız, çatışma ve savaş dinamiklerinin etkisizleştirilmesi için geçtiğimiz yıl 25-26 Mayıs’ta toplanan I. Konferans’la başlattığımız demokrasi ve barış yürüyüşünün güçlendirilmesi, barışın toplumsallaştırılması için ortak mücadele alanlarımızın genişletilmesi ve yeni ve yerel dinamiklerle beslenmesinin vazgeçilmez bir gereklilik olduğunda birleşti.

Konferansımız, iktidar sahiplerinin halklarımızın barış umudunu iktidarlarının bekası için istismar etme, halklarımızın “onurlu barış” talebini siyaset gündeminden kaldırma ve Türkiye’ye “barış” adına mezar sessizliği dayatma tutumundan güç alan ırkçı, mezhepçi ve cinsiyetçi saldırganlığa boyun eğmeyi de; AKP’nin bahşettiği cezasızlıkla dizginlerinden boşanan kolluk gücünün sınır tanımaz şiddetinin ve hükümet güdümü altındaki medyanın ahlak ötesi yalanlarının yaydığı karamsarlığa teslim olmayı da reddederek, barışın önümüzdeki biricik seçenek ve mücadelemizin en büyük armağanı olduğu bilinciyle iki gün boyunca gündemindeki konuları etraflıca tartıştı ve önümüzdeki dönemde çabalarını daimi bir ‘Barış Konferansı Koordinasyonu’ eliyle sürdürmeye karar verdi.

Konferans’ta bir araya gelen Türk, Kürt, Süryani, Ezidi, Arap, Ermeni, Türkmen, Laz, Pomak, Çerkes, Abhaz, Alevi, Sünni, Hıristiyan, Musevi, farklı felsefi ve vicdani görüş ve inançlara sahip aydınlar, gençler, kadınlar, LGBTİ’ler, emekçiler, sendikacılar, barış ve demokrasi mücadelesinin öneminde ortaklaşan farklı politik programlara sahip siyasi parti ve gruplar ve kişiler bir kez daha tam bir fikir birliğiyle halklarımıza duyuruyoruz ki,

- Türkiye’de ve bölgede barış mücadelelerini halkların iradesini merkeze alan bir anlayışla takip edip, bu mücadeleler arasındaki ilişkileri güçlendirerek ilerletmeye;

- Türkiye’de ve bölgede kalıcı, onurlu ve adil bir barışı tesis etmeye;

- Hepimizin hak ve özgürlüklerini kapsayacak eşit ve ortak bir demokratik gelecek kurmak için birlikte hareket etmeye ve barış mücadelesini toplumsallaştırmaya zorunluyuz; bu hedeflerden vazgeçemeyiz.

***

- Konferansımız, IŞİD’in vahşetine, şiddetine, tecavüzcülüğüne; taassubuna, yeryüzünü insanlık için cehenneme çevirme hırsına karşı yalnızca Kürt halkının değil, bütün insanlığın, dünya ve bölge kadınlarının, özgür ve demokratik bir yeni yaşam mücadelesinin onurunu savunan Kobanê Direnişi’ni soylu bir barış ve demokrasi mücadelesi olarak selamlar, dayanışma ve destek iradesini güçlü bir şekilde vurgular.

- Rojava’ya ve Kobanê’ye yaşam koridoru açılması ve bu halk egemenliği odağının dünyadan tecrit edilmesi politikalarına karşı koyulması en önemli mücadele konularımız arasındadır. Rojava’daki halkların özgücüne dayanan katılımcı, çoğulcu ve cinsiyet özgürlükçü özerk kanton yönetimlerinin statülerinin hem uluslararası toplum hem de Türkiye tarafından tanınması ve diplomatik ilişki kurulması Konferansımız’ın güncel talebi, Türkiye ve Suriye barışının en önemli dinamiklerinden biridir. Ankara, savaş ve çatışma arayışından başka bir anlam taşımayan, Rojava ve Suriye’de rejim değişikliği hedefine yönelik “Tampon Bölge” arayışlarına son vermelidir.

- Şengal ve Ninova’da yaşanan trajedi, Rojava’da üç yıldır süregiden soykırım tehlikesinin gerçekleşmiş halidir. IŞİD’in elinde tutsak olan ve cariye ve köle pazarlarında satılan binlerce Êzidi kadının kurtarılması, Şengal ve Ninova soykırımlarına yönelik uluslararası ceza mekanizmalarının harekete geçirilmesi, soykırım icracısı ve destekçisi ülke ve grupların yargılanması yönündeki çaba göstermek öncelikli hedeflerimiz arasındadır.

- Konferansımız, Türkiye’de “barış ve çözüm süreci”nin en kritik evrelerinden birinden geçmekte olduğumuzu, şiddeti devletin toplumla ilişkisinin başlıca aracı haline getiren güvenlikçi uygulamaların canını aldığı her insanla birlikte, halkın barış umutlarını biraz daha toprağa gömdüğünü tespit ederken, barış ve çözüm önündeki engellerin bir an önce bertaraf edilmesi için verilecek mücadelenin önemine dikkat çeker.

- Dünya ve Türkiye deneyimlerinin de açıkça gösterdiği gibi, içinden geçtiğimiz şiddet sarmalından hızlı ve somut adımlarla çıkarak, barış ve çözüm istikametinde kararlı bir yürüyüş başlatılmazsa, son 30 yıldan devraldığımız çatışma potansiyeli, halklarımızı öncekinden çok daha şiddetli ve karmaşık bir kavganın kucağına atabilir.
Konferansımız bu bağlamda, Türkiye hükümetini, Kürtler arası anlaşmazlık ve ihtilafları körükleme, Güneyi, Kuzeye ve Batıya karşı oynama çabalarından, Kürtlerin ulusal birlik ve dayanışmalarını baltalamaktan vazgeçmeye davet eder. Kürtlerin dayanışması ve birliği son 20 yılın bütün dönemlerinde görüldüğü gibi, Anadolu ve Mezopotamya’da bir barış ve özgürlük rüzgarının esmesine, bölge halklarının ortak yaşam için kurucu bir imkan yaratmaya olanak tanımaktadır. Kürtlerin özgürlük arayışlarına dönük tutum artık bölgemizde barışçılığın mihenk taşıdır.

- Konferansımız, hükümetin, IŞİD’in Kobanê işgaline karşı halk protestolarına yönelik devreye soktuğu ve onlarca cana mal olan olağanüstü şiddetin ardından, yaraları saracak, halklarımız arasında güveni ve dayanışmayı ihya edecek politikalar yerine, kolluğu halka karşı hiçbir yasanın sınırlanmadığı bir şiddet ile donatma girişiminden başka bir şey olmayan “Güvenlik Yasası” tasarısı ile çıkagelmesinden büyük kaygı duyuyor. Bu tasarı, iktidar sahiplerinin kendilerini barış ile demokrasi arasında bir bağ kurmaya hiçbir şekilde zorunlu hissetmediklerine dair bir gösterge olduğu kadar, tüm ülkeyi olağanüstü hal koşullarına sürükleyecek, barışı imkânsızlaştıracak ve Suriye’deki çatışma dinamiklerinin Türkiye’ye ithal edilmesine ortam hazırlayacak bir girişimdir.

- Özellikle Kobanê Direnişi’yle birlikte, Türkiye halklarının geliştirdiği desteği engellemek üzere AKP, devletin tüm olanaklarını ve özel savaş aygıtlarını devreye sokmuştur. Devletin yapısal olarak halen özel savaş aygıt ve yöntemlerinden arınmadığı, barıştan ziyade savaş iklimine göre konumlandığı, böyle bir dili ve üslubu tercih ettiği gerçeği görülüyor. Konferansımız AKP iktidarını bu uygulamalardan dönmeye ve yargı paketine ilişkin hazırlıklarını geri çekmeye davet eder.

- Konferansımız, hükümetin özel savaş tedbirleri çerçevesinde düşünce, ifade, iletişim, seyahat, yerleşme, ticaret ve diğer hak ve özgürlüklere getirdiği ve getirmeye hazırlandığı bütün kısıt ve önlemlere karşı mücadelenin barış ve demokrasi mücadelesinin vazgeçilmez sorumluluğu olduğu bilinciyle, Meclisi, yargıyı, üniversiteyi, Türkiye’nin üyesi olduğu uluslararası kuruluşları harekete geçmeye, halkı da haklarına sahip çıkmaya çağırmayı vazgeçilmez bir görev olarak görür.

- Konferansımız, hükümeti, kendi maceracı dış politikasının sonucu olarak doğdukları toprakları terk ederek Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan, Arap, Êzidi, Süryani, Kürt, Türkmenlere uluslararası ve ulusal yasalardan kaynaklanan bütün hak ve özgürlüklerini tanımaya; hangi politik ve kültürel eğilimden olduklarına bakılmaksızın, Türkiye’ye göç edenleri esir kamplarında tutmaya son vermeye; Cenevre Konvansiyonu’na getirdiği çekinceleri kaldırarak yurttaşlığa geçmelerine imkan vermeye veya üçüncü ülkelere gitmeye imkan sağlamaya çağırır. Hükümet kadın ve çocuklara yönelik sosyal hakları tanımaya ve koruma tedbirleri almaya öncelik vererek, anne ve çocuk sağlığı hizmetlerinden başlayıp, barınma, beslenme, eğitim, giyim, ulaşım ihtiyaçlarının karşılanması için sorumluluklarını yerine getirmelidir. Konferansımız bu uygulamaların takipçisi olacaktır.

- Konferansımız, cezaevlerinde hükümetin Kobanê protestolarına karşı takındığı zalimane tutumu ve öldürmeleri protesto için devrimci tutsakların giriştikleri süresiz açlık grevinin işaret ettiği konuların daimi gündemimize alındığını duyurur.

- Konferansımız Ocak 2013’ten bu yana Türkiye gündeminin birinci konusu olmaya devam eden Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözüm sürecinde hükümetin üzerine düşen sorumluluğun gereği olan adımları atmadığını tespit eder.
Bu adımların atılmamış, her şeyin hükümetin iktidar hesaplarına endekslenerek sürüncemeye bırakılmış ve barış karşıtlarının müdahalelerine açık, hatta tabi kılınmış olması bir yana, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın halklarımızın taleplerine yönelik kaba ve kışkırtıcı söylemiyle Türkiye’nin, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden beslenen yeni bir şiddet dalgasının içine itilmesinde çok önemli bir payı olduğunu da gözlemler. Konferansımız, kendisini “barış sürecinin mimarı” olarak övmeye ne kadar düşkün de olsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir felakete dönüşen Ortadoğu politikalarıyla, Kürt halkını ve demokrasi güçlerini infiale sürükleyen kışkırtıcı söylemleriyle, demokratik protesto hakkını kullananlara karşı sergilenen devlet şiddeti ve keyfiliğinin arkasındaki iradesiyle - başlangıçtaki olumlu inisiyatifine karşın - barışı tehdit eden en ciddi tehlikelerden birine dönüşmeye başladığı kanaatindedir.
Bu tespitler, barışın devlete bırakılamayacak kadar ciddi, ve barış mücadelesini toplumsallaştırmanın ne kadar yaşamsal bir öneme sahip olduğunu gösterir.

- Çözüm ve barış sürecinin sağlıklı yürüyebilmesinin koşullarından biri, devlet ile Kürt halkının ve özgürlük mücadelesinin önderi sayın Abdullah Öcalan arasındaki diyalogun kapsamlı bir müzakereyle devam etmesidir. Konferansımız, bu bağlamda kendisi ve görüşme heyeti tarafından da defalarca dile getirildiği şekilde, Öcalan’ın baş müzakereci olarak çalışmalarını yürütebileceği maddi koşullara kavuşturulması; yerel ve uluslararası medya ile kısıtsız görüşme imkanlarının sağlanması; toplum temsilcileri ve uzmanlarla çözüme temel teşkil eden konuları değerlendirerek düşünce alışverişinde bulunmasına olanak yaratılması; bu bağlamda en kısa sürede Sekretarya, Müzakere ve İzleme Kurullarının çalışmaya başlamasının gerekliliğini vurgular.

- Hasta tutsakların özgürlüklerinin iadesi ve genel olarak siyasal tutsakların serbest bırakılması çözüm ve müzakere sürecinin en önemli talepleri arasındadır. Konferansımız, hasta tutsakların acilen serbest bırakılmasının ve çözüm sürecinin bir siyasi genel afla sonuçlandırılmasının kararlı bir takipçisi olacaktır. Yalnızca Kürt sorunu bağlamında değil, toplumsal muhalefetin bütün zeminlerinden hareketle demokrasi, özgürlük, barış ve eşitlik mücadelesi sürdürürken baskıcı yasalarla ihtilafa düşmüş olan bütün siyasi tutsakların serbestliği de Konferansımızın daimi gündem maddesi olmaya devam edecektir.

- Barış sürecinin beklenen sonuca ulaşmasının demokratik bir toplumsal ve politik yaşamın önünün açılmasıyla mümkün olduğunda birleşen Konferansımız, Türkiye’de yaşayan - büyük bölümü Kürtler ve Türkler’den oluşsa da - birçoğu Anadolu’nun otokton halklarından, bir başka bölümü de göç ve mübadelelerle yüzlerce yıl önce bu topraklara yerleşen ve ortak kültürümüzde pay sahibi olan farklı kimlik, kültür ve inanışların, toplumun kendi kendini yönetmesi esasına ve demokratik, özerk yerel yönetimlere dayanan, özgürlükçü ve demokratik bir yeni anayasayla güvence altına alınmasını vazgeçilmez bir başlangıç sayar. Bu bağlamda bir Anayasa değişikliğini dahi beklemeksizin, yarından tezi yok güçlü bir yerel yönetimler reformu yapılmasının, anadilinde kamusal eğitim ve hizmetlerin gerçekleşmesinin önünün açılmasının elzem olduğu ve bunun önünde hükümet iradesi dışında hiçbir engel bulunmadığı kuşkusuzdur.

- Konferansımız, bu bağlamda Alevilerin inanç ve kültürleri üzerindeki baskı ve asimilasyona son verilmesinin, ibadet, eğitim ve yaşam tarzlarını kendi irade ve geleneklerine uygun olarak gerçekleştirmeleri önündeki engellerin kaldırılmasının, demokrasi için olduğu kadar barış süreci için de yaşamsal bir değere sahip olduğunu vurgular. Türkiye’de demokratik ve adil bir barış ortamının kurulmasının önündeki en büyük engel olan tekçi devlet yapısı, dini devletin bir silahı haline getirerek toplumun devletin Sünni yorumu dışında kalan kesiminin ve bu arada Alevilerin eşit yurttaşlar olarak toplumun yönetimine katılmasını da engelliyor. Konferansımız, Alevilerin özgürlük ve demokrasi mücadelesinin barış mücadelesinin de en önemli yapıtaşlarından biri olduğunu değerlendirerek, Alevilerin hak ve özgürlüklerini mücadele gündeminin başına yerleştirme kararlılığını ifade eder.

- Hükümetin, bu engelleri aşmak için elindeki en önemli enstrümanlar arasında olduğu halde asla başvurmadığı, uluslararası ve ulusal üstü yasaların devreye sokulması barış ve çözüm açısından bir başka önemli konudur. Konferansımız, Anayasa’nın uluslararası antlaşmaları ulusal mevzuattan üstün tutan temel yaklaşımının, hükümete Anayasa değişiklikleriyle vakit kaybetmeksizin, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerdeki birçok maddeye koyduğu çekinceleri kaldırarak, barış ve çözüm için çok etkili yeni yollar açabileceğine dikkat çeker.

- Türkiye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yetkisinin Kabulüne İlişkin Roma Tüzüğünü ve BM’nin zorla kaybedilmelere ilişkin sözleşmesini imzalaması; ayrıca tarafı olduğu 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmesi; Mültecilere Dair 1951 Tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin uygulanmasına, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldırması başlıca taleplerimiz arasındadır. Konferansımız, bu taleplerin yerine getirilmesi için aralıksız çaba yürütmeye kararlıdır.

- Bu bağlamda Türkiye bugüne kadar, mirasçısı olduğu tarihte işlenmiş büyük insan hakları ihlalleri ve insanlığa karşı suçlarla yüzleşmeli, insanlığa karşı suçların zamanaşımına uğramayacağı ilkesi uyarınca, bu ihlallerin sorumluları hesap vermeye çağrılmalı; 1915 Ermeni ve Süryani Soykırımı’ndaki devlet sorumluluğu kabul edilmeli, toplumsal yüzleşmenin ve adaletin sağlanması için gerekli çalışmalar yürütülmelidir.

- Barışın toplumsallaşmasının yerellikten geçeceği tespitinden hareketle Konferansımız, ‘Demokrasi ve Barış Konferansları’nı yerellerde de gerçekleştirmeyi hedefleyecektir. Yerellerde hakikat komisyonları kurularak, yerel tanıklıklar ve yüzleşme örnekleri derlenecek, yereller kendi bölgesel hakikatlerini ortaya çıkaracak adımlar atacaktır.

- Konferansımız, Ortadoğu’da IŞİD çetesi ve destekçilerinin yürüttüğü katliamlara karşı kadınların mücadelesinin, önümüzdeki barış ve müzakere sürecinde kadınların etkin bir özne olarak katılımının öneminin altını çizmiştir. Sürecin tarafı ve bizzat yürütücüleri olarak kadınların bu çalışmalara geniş kapsamlı bir şekilde katılımı sağlanacaktır.

- Konferansımız Türkiye ve Kürdistan barışının kaçınılmaz olarak Ortadoğu halklarıyla dayanışma ve ortak mücadeleyi gerektirdiği bilinciyle, ilgili 3. Konferansa kadar bütün taraf ve güçleri biraraya getirecek bir ‘Ortadoğu Barış Konferansı’ düzenleme sorumluluğunu üstelenmiş, bu çerçevede uluslararası barış hareketleriyle de dayanışma ve çalışma ağları kurmakla ‘Daimi Koordinasyon’u görevlendirmiştir.