20 TEMMUZ SARAY DARBESİ!

20.07.2017
 

   15 Temmuz “kontrollü” darbe girişiminin ardından, girişimi “tek liderliğin” inşasında bir lütuf olarak gören Erdoğan, 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan ettiği 2935 sayılı OHAL ile birlikte, kontrollü darbe girişimini “gerçek” bir darbeye dönüştürmüştür.
 
   20 Temmuz 2016 OHAL ilanı, darbeye destek veren askeri, siyasal unsurların devletten temizlenmesi ve darbeye karşı etkin mücadele olarak açıklansa da, 20 Temmuz kararları tam anlamıyla postalsız darbenin kendisidir. Erdoğan bu kararlarla rakiplerinden kurtulmayı hedefleyerek, her türlü demokratik, devrimci muhalefete kapsamlı bir savaş ilanında bulunmuş, OHAL faşizmi ile ilan edilen KHK’larla birlikte temel insan hakları askıya alınmış, yargı kararı olmaksızın 108 bin 25 kişi kamu görevlerinden ihraç edilmiş, yüzlerce dernek, basın-yayın kuruluşu kapatılmış, bağımsız ve tarafsız yargı mumla aranan bir hayalete dönüştürülmüştür. Gözaltı terörü ile birlikte, İlk ilanda 30 gün, sonraki düzenleme ilanı ile 7+7 uzun gözaltı süreleri ile birlikte binlerce yurttaş mağdur edilmiş, cezaevlerinde görüş, iletişim hakkı vb haklar askıya alınmış, vatandaşlıktan atma yasaları çıkartılmış ve baskı olağanlaştırılmıştır. DBP Belediyeleri’ne atanan kayyumlarla, HDP Eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da içinde olmak üzere tutuklanan vekillerle halkların iradesi gasp edilmiş, yargı süreçleri tam anlamıyla bir tiyatroya dönüşmüştür. Kısacası 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin hedeflediği her şey 20 Temmuz darbesiyle birlikte bir bir uygulanmıştır.
 
  Bütün bu 1 yıl kapsamında unutulmaması gereken temel saldırı da, olağanlaştırılan OHAL faşizmi koşullarında gidilen Başkanlık Referandumu olmuştur. Hayır çalışmalarının ağır saldırı ve eşitsiz koşullar altında gerçekleştirildiği referandumda, yargının bütünüyle ele geçirilmesi ile birlikte YSK eliyle 2.5 milyon mühürsüz oy için yapılan değişiklik, referandum sonuçlarını kabul edilemez ve gayrı meşru kılmıştır.
   Bugün gelinen noktada, işlerini geri istediği için açlık grevi direnişinde bulunan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın ölümü pahasına tutuklandığı, 1980 darbesinin ve IŞİD’in kullandığı bir yöntem olarak, tutsaklara “tek tip elbise” tartışmalarının yapıldığı, Saray’dan alınan talimatlarla yargının ele geçirildiği, Meclis için düzenlenen iç tüzükle birlikte kürsü dokunulmazlığının da darbelendiği, Kürt illerinde yıkımın, talanın devam ettirildiği ve Kürt kültürüne saldırının giderek ivmelendirildiği, inançlara ait ibadethanelere, mülklere el konulduğu, insan hak savunucularının adı dahi verilmeyen “örgüt üyeliği” kapsamında tutuklandığı bir süreçten geçmekteyiz. FETÖ darbe girişimine karşı, demokrasi ve adalet ayaklar altına alınırken, darbenin siyasi ayağı hiçbir kovuşturmaya tabii tutulmamıştır. Ahmet Şık da dahil, Cumhuriyet gazetesi çalışanlarından, Bylock bahanesiyle “çaycıların” tutuklandığı bu koşullarda, FETÖ’yü devletin tüm mekanizmalarına sızdıran, zamanında Fetullah Gülen’e övgüler dizen AKP’li siyasetçiler bir bir aklanmaktadır. “Kandırıldık” sözü bütün işbirliğinin ve hataların üstünü örtmeye yetmiştir. Üstelik Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi, yaratılan “idam” tartışmaları ile birlikte bilinçli bir şekilde engellenmektedir.
 
  Halkların Demokratik Kongresi olarak, bir kez daha vurguluyoruz; 20 Temmuz 2016, 7 Haziran 2015 tarihinden itibaren kendine vücut arayan darbenin, tamamıyla kurumsallaşmış halidir. Bu koşullar altında, darbeye ve olağanlaştırılan OHAL faşizmine karşı tek çıkış yolu, halkların, işçilerin, kadınların, tüm ezilenlerin birleşik, örgütlü demokratik mücadelesinden geçmektedir. Bu reçete ile birlikte, “Adalet” talebinin yakıcı bir biçimde dile geçirildiği bu günlerde, talebin bütün toplumsal kesim ve mücadele alanları ile buluşturmaya; tüm devrim, demokrasi ve özgürlük güçlerini Demokrasi Cephesini var etmeye davet ediyoruz.